27 Mayıs'tan bugüne darbecilerin tekrar eden yalanları: Dikta, yolsuzluk, kaçacaklar…

Öğr. Gör. Tarkan Zengin/ Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
27.05.2022

DP iktidarında yıkıcı muhalefetin en sık kullandığı ithamlardan biri yolsuzluklardı. Eskişehir'de yayınlanan bir tebliğde Demokrat Parti başkanlarının beraberlerinde 12 uçak dolusu altın mücevherat ve parayı yabancı memlekete kaçırmakta iken yakalandıkları yalanına yer veriliyordu. Kılıçdaroğlu'nun bugünlerde kullandığı "Yurt dışına kaçacaklar" yalanı da 27 Mayısçılardan kopya ediliyor.


27 Mayıs'tan bugüne darbecilerin tekrar eden yalanları: Dikta, yolsuzluk, kaçacaklar…

27 Mayıs darbesinin üzerinden 62 yıl geçti. Darbeyi hazırlayanlar ve yapanlar ile darbeye maruz kalanlar, Türkiye'de iki ana damar siyaseti temsil ediyor. Bir tarafta millet iradesine dayanan, kalkınmacı ve reformcu siyasi ana damarı temsil eden Demokrat Parti var. Diğer tarafta ise vesayet odaklarına dayanan, jakoben ve statükocu siyasi ana damarı temsil eden CHP var. Günümüzde de aslında bu iki ana damar siyasetin ittifaklar üzerinden yürüdüğünü söylemek mümkün. DP mirasını bugün AK Parti'nin devam ettirdiğini ve CHP'nin ise aradan onca yıl geçmesine rağmen eski alışkanlıklarını değiştirmediğini görüyoruz. Hatta bugün CHP'nin iktidara karşı yıkıcı muhalefet anlayışının geçmişten kopyalanan ithamlarla ve aynı yöntemlerle sürdürüldüğüne şahit oluyoruz. Samet Ağaoğlu'nun 'Marmara'da Bir Ada' ve 'Yassıada, Kayseri ve Toptaşı Cezaevi Günlükleri' kitaplarında yer verdiği hatıraları, bilgileri ve savunmaları okuduğumuzda CHP'nin bugünkü tutumlarıyla benzerliklerine bakıp hayret ediyoruz. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun bugün iktidarı suçladığı yolsuzluklar ve "Dikta rejimi", "Kaçacaklar" söylemleri ithamlarının o zaman da benzer biçimde dile getirildiğini gösteren çok örnek var.

'Affetmez bir kin'

DP'de milletvekilliği ve çeşitli bakanlıklar da yapmış olan Tevfik İleri, Yassıada savunmalarında CHP'nin kendi dışındaki kesimlere karşı neden bu denli acımasız olduğuna dair şu önemli tespitleri yapıyor: "Geldik, gidiyoruz. Allah hiçbir iktidara Halk Partisi gibi bir muhalefet göstermesin. Hatta bizzat Halk Partisi iktidara gelirse karşısına yine Halk Partisi gibi bir muhalefet çıkarmasın. Bu partinin bünyesi daima iktidarda bulunmaya onu zorlar, yapılışı buna göredir. Tarihinde bir ihtiras vardır. Bunun içindir ki şayet bu memlekette huzur ve sükûn kurulmak isteniyorsa Halk Partisi muhalefette kaldıkça bu mümkün olmaz. En iyisi onu hep iktidarda tutmalı!" Bir diğer DP'li milletvekili Mükerrem Sarol ise iktidarları döneminde CHP'nin kendilerine yönelik olarak yaptığı haysiyet cellatlığını şöyle anlatıyor: "Hızlarını ve hınçlarını Meclis kürsüsünde alamayan muhalefet hatipleri, yurdu bir uçtan bir uca dolaşarak, yalan ve tezvirler saçarak memleketi kapkara hale soktular. Bir kısım dergiler, gazeteler, broşürler aile şeref ve haysiyetlerinin celladı haline gelmişti. Devlet ve hükümet başkanlarından, mebusuna kadar iktidar mensupları her fırsat ve her vesile ile çirkin hakaretlere maruz bırakıldılar." Bu dönemde de özellikle Erdoğan ve ailesine karşı ortaya atılan bazı iftiraların geçmişten miras alınan kötü bir alışkanlık olduğu görülüyor. Merhum Menderes ise affetmez bir kine maruz kalmalarının nedenini 1954 tarihinde söylediği şu sözlerle açıklıyordu: "Bizim bütün günahımız iktidara gelmemizdir. Affetmez bir kin, bizi bu günahımız için ölünceye kadar takip edecektir." Nitekim öyle de olmuştur...

'Sizi ben bile kurtaramam'

İnönü 18 Nisan 1960 tarihli oturumda "eğer bir idare insan haklarını tanımaz, baskı rejimi kurarsa o memlekette ayaklanma olur" demişti. Özellikle 1957 seçimlerinden sonra İnönü, DP'ye ve Menderes'e karşı şiddetini her geçen gün artırdığı acımasız bir muhalefet yapıyordu. 1957 seçimlerinden sonra CHP İl Başkanlıklarına gönderilen bir yazıda, "seçimin DP tarafından kazanılmasına bakmayın. CHP çok yakında iktidara gelecektir" diyordu. Seçim henüz bitmişken CHP nasıl olacak ki çok yakın bir zamanda iktidara gelecekti? Bütün bunlar bir hazırlığın olduğunu gösteriyor. Hatta kürsülerden Menderes ve arkadaşları tehdit edilerek "sizi ben de kurtaramam" deniliyordu. İnönü bunlarla da yetinmeyerek 18 Nisan 1960 tarihli oturumda milleti isyana teşvik eden "eğer bir idare insan haklarını tanımaz, baskı rejimi kurarsa o memlekette ayaklanma olur" diyordu.

İnönü'nün damadı Metin Toker'in dergisi AKİS'in 8 Aralık 1959 tarihli sayısında ise Menderes'i tehdit eden şu yazıya yer veriliyordu: "Sayın Menderes bilmelidir ki meşru siyasi mücadelenin bir numaralı hedefi kendisidir ve artık hedefte yanılmak bahis mevzuu değildir. Hiçbir şaşırtma hareketi, bu milletin yıllar yılı özlediği ve muhalefet yıllarında bizzat terennüm ettiği Türkiye'nin gerçekleşmesine kimin, sadece yanıldığından dahi olsa engel teşkil ettiği hakikatini saklayamayacak ve mücadele Sayın Başbakanın elindeki siyasi kudret alınıncaya kadar bütün şiddetiyle devam edecektir." Celal Bayar'ın avukatı Gültekin Başak, yaptığı savunmada CHP Genel Başkanı İnönü'nün darbeyi teşvik eden şu açıklamalarına yer veriyordu: "Muhalefetin başı, daha 1952'de, iktidar kanun yolu ile değişecektir, ama zamanlar boş yere geçmiş olacaktır, vatandaş ıstırap çekmiş olacaktır, diyerek tereddütler oluşturuyordu. 1956 senesinde Meclis'te 'Beni kızdırmayın yoksa yapamayacağım yoktur' der. 1957 tarihinde Elazığ'daki konuşmasında, 'Demokrat Parti, iktidarı muhafaza etse de kıymeti yoktur, çünkü millette seçimi zorla kazanmış intibaını bırakacaktır' demektedir. Halbuki 1957'de seçimler yapılmıştır. Bu sefer, 'Seçim teminatı verirsen rahat gideceksin, vermezsen yine gideceksin hem fena gideceksin' demekte ve yine devamla, 'Vatandaşlarım emin olsun ki, seçimi kaybedecek olanlar iktidarda kalmak isterlerse dünya başlarına yıkılacaktır' diyerek maksadını açıklamaktadır. Hem seçim istiyor, hem de seçimle de iktidarda kalınırsa milletin neticeye inanmayacağını, razı olamayacağını söylüyor. O halde ne istiyor?"

Dikta iddiaları

27 Mayıs darbesinin şartlarının oluşmasında akademisyenlerin, gazetecilerin, siyasetçilerin ve entelijansiyanın önemli etkileri olmuştur. Yassıada yargılamalarında DP'lilere sorulan iddiaların önemli bir kısmının CHP'li bir akademisyenin yazdığı yazılardan oluştuğunu Samet Ağaoğlu savunmalarında şu şekilde ifade etmişti: "... bütün dava boyunca muhalefetin şapkası ve cübbesi iddianın başından çıkmamış, CHP Meclisi azası bir profesörün 1959 yılında bir dergide yazmış olduğu iki makalenin, 1960'ta bizi huzurunuza getirmiş bulunan Yüksek Soruşturma Kurulu kararnamesinin tertip, üslup bakımlarından ikiz kardeşler gibi tıpatıp birbirine benzediği görülmüştür. Hatta uzun İddianame'nin büyük kısmını bu profesörün, 1959'dan beri muhtelif dergi ve gazetelerde yazdığı makaleler teşkil etmiştir."

DP'de Devlet Bakanlığı da yapmış olan Osman Kapani, Yassıada savunmasında dikta iddialarına karşı çok sarih biçimde şu cevabı veriyordu: "Sessiz sedasız diktaya gidilemez. Medeni dünyadan uzak bir âlemde yaşamıyoruz. Türkiye Hotanto veya Baluba kabilesi değildir. Yeter ki, Baluba kabilesinde olan bitenlerden bile günü gününe haberdar olunmaktadır. Şayet Sayın Başsavcı'nın dediği gibi o tarihten beri diktaya doğru değil bir gidiş, bir kayma olsaydı, bunun memleketin içinde ve dışında sezilmemesine, duyulmamasına imkân olur muydu? Memleket içinde sezilince, Türk seçmeni ona tevessül edenleri, iktidardan uzaklaştırmak suretiyle cezalarını vermiş olurdu. Hâlbuki 1954 seçimleri sonunda DP yine iktidarda kaldı. Bu iddiada ısrar etmek, Türk milletinin diktatörlük kurmak isteyenleri desteklediğini ve diktatörlüğü istediğini iddia etmek değil midir? Ben Sayın Başsavcı'ya bu kanaatinden vazgeçmesini tavsiye ederim. Zira ille bizleri tecrim etmek isterken Türk milletine bühtanda bulunduğunun farkında olmuyor."

'Kaçacaklar' yalanı

Kılıçdaroğlu'nun bugünlerde kullandığı yurt dışına kaçacaklar yalanı da 27 Mayısçılardan kopya ediliyor. DP iktidarında yıkıcı muhalefetin en sık kullandığı ithamlardan biri de yolsuzluklardı. Eskişehir'de yayınlanan bir tebliğde Demokrat Parti başkanlarının beraberlerinde 12 uçak dolusu altın mücevherat ve parayı yabancı memlekete kaçırmakta iken yakalandıkları yalanına yer veriliyordu. Yassıada'da Yüksek Soruşturma Kurulu, DP'lilerin yurt dışı bankalarda olduğu iddia edilen sözde paralarını araştırıyordu! Avrupa bankalarında zaten olmayan paraları bir türlü bulunamıyordu! Darbenin başındaki zat Cemal Gürsel ise yurt dışında bulunamayan paralar için gazetecileri şu açıklamayı yapıyordu: "Adamlar öyle maharetle saklamışlar ki, meydana çıkaramadık." CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek 1958 senesinde Balıkesir Kongresi'nde yaptığı konuşmada şunları söylemişti: "Bugün gitti, gidecekler. Çok az bir zaman kalmıştır. Bazıları Amerika'da, İsviçre'de villalar alırız, o gün gelince dört motorlu uçağa biner kaçarız, derler. Onları götürecek Türk pilotu yoktur. Şayet kaçmak isterlerse arkalarından jet uçakları gider, alır getirir." CHP milletvekili Nihayet Suphi Baykam 1960'ta DP'lileri şu şekilde tehdit ediyordu: 'İktidarı aldığımız takdirde sokakta leşi sürünmeyen siyaset adamı kalmayacaktır!'

Fatin Rüştü Zorlu, kendisine atılan yolsuzluk iftiralarına karşı savunmasında şunları söylüyordu: "İnsan mühim bir mevkiye geldikten sonra ve son müdafaasını yaptığı esnada bile mazisinden bahsetmemesi icap eder. Fakat ben bunlardan bahsetmek mecburiyetini hissediyorum. 25 seneye yakın bir harici hizmetim var. 1946'da İktisadi İşler Reisliği'ne girdim, 1949'da İktisadi İşbirliği Genel Sekreteri oldum. 1954 yılında da temiz bir sicille politikaya geçtim. Fakat Ziya Paşa'nın da dediği gibi politikada dedikodu oklarının nişan tahtası oldum. Fakat tarih bunları tekzip etmek imkânını daima bulmuştur. Bizde de bana ait olmayan bir şatonun resmi çekilerek, yine Ağa Han'ın otomobilinin resmi çekilerek bana ait oldukları iddia edildi... Bütün bu dedikodular, milyonluk mevduat, şatolar... hepsi burada sıfıra inmiştir. Onun için çektiğim ıstıraplara rağmen bunların ortaya atılmış olmasından memnunum... Bunların hepsi yalan. Bunların açık duruşması yapılmalıdır..." Menderes ve arkadaşları, bütün bu ağır ithamlara, tehditlere ve baskılara rağmen ülkemizi kalkındırmak ve demokrasiyi güçlendirmek için ellerinden geleni yaptılar. Millete hizmetin bedelini ise canlarıyla ödediler. Kurulan sözde mahkemenin nasıl karar vereceğini darbeciler önceden belirlemişti. Zira darbenin başı Gürsel, Yassıada yargılamalarının nasıl sonuçlanması gerektiğine ilişkin tehditler savuruyordu. Sonucu belli olan bir yargılamanın sözde mahkemeleri yapılıyordu. Cuntanın başı Cemal Gürsel gazetecilere yaptığı açıklamalarda "oluk oluk kan akıtılabileceğinden" bahsediyordu. "Şu veya bu şekilde bir harekete kalkışanlar Yassıada'da bir yığın et ve kemikten başka bir şey bulamazlar" diyerek kamuoyu sindiriliyordu. Yargılamalar sırasında Divan Başkanı'nın Polatkan'a karşı acımasız ve nezaket dışı tutumları Polatkan hakkında verilecek meş'um kararın habercisi durumundaydı. Fatin Rüştü Zorlu'nun, bir teğmen tarafından dövülmesi ise darbecilerin insanlıktan ne kadar uzak olduklarını gösteriyordu. Ada Kumandanı Tarık Güryay, yargılamalarının karar günü yaklaşınca koğuşları gezerek verilecek kararın belli olduğunu itiraf eden şu sözleri söylüyordu: "Kararlar okunurken böyle şey olur mu gibilerden sesler çıkarmayın." Memleketi felakete sürükleyen cuntacılar, işkenceler yaptıkları ve ölüme göndermek istedikleri DP'lilere utanmadan 'sesinizi çıkarmayın' diyorlardı.

Vicdanlarda mahkûm olanlar

Milli Birlik Komitesi, kararların açıklanmasına yakın bir tarihte DP aleyhinde yayınladığı tebliğde çok sert ifadeler kullanıyordu. Partiler arası zirve toplantısında imzalanan beyannamedeki şu ifadeler de çıkacak kararın mahiyetini ortaya koyacak niteliktedir: "Demokrat Parti hukuk dışı tutum ve hareketleri ile baskı ve zulüm idaresi idi. Bu sebeple gayri meşru hale gelmişti. DP'nin zihniyeti milletin vicdanında mahkûm edilmişti. Bir daha dirilmesine müsaade edilmeyecekti. Ayrıca Yassıada kararları üzerinde her safhasında tartışma yapılmayacaktı." 27 Mayıs darbecileri milletin vicdanında mahkûm olmalarına rağmen, DP'lilerin öyle olduklarını zannediyorlardı. Millet, Menderes ve arkadaşlarına reva görülen zulümler için gizli gizli ağlıyor, gözyaşlarını içlerine akıtıyordu. Bugün milletimiz darbecileri nefretle anarken, Menderes ve arkadaşlarını hayırla ve dualarla yâd ediyor. Yassıada'da hukukun tüm ilkeleri çiğnenerek verilen kararlar ve sonuçları 23 Haziran 2020 tarihinde TBMM Genel Kurulunda kabul edilen yasayla geçmişe dönük yürürlükten kaldırılmıştı. Milletin vicdanında yok sayılan kararlar tarihin sayfalarından da silinmiştir. Silinmeyen tek şey ise darbeci zihniyetin Türk siyasetine miras bıraktığı yalan ve iftira üzerine kurulu siyaset anlayışı olmuştur...

@TarkanZengin