28 Mayıs zaferinin şifresi: Dope-a-rope

Burak Örkün/ Siyasal İletişim Uzmanı
1.06.2023

Cumhurbaşkanı Erdoğan zor bir seçimi, “dope-a-rope” taktiğiyle aldı. Yani rakibine kendisini yenebilecekmiş hissini yaşatıp onun tüm enerjisini tüketmesini sağladı. Algı hapishanesi olan sosyal medyaya boyun eğmeyerek sürekli canlı yayınlara çıktı. Türkiye'ye “sizi çok seviyorum” dedi. Duyanlara, duymayanlara, soranlara, sormayanlara sesini, sözünü, enerjisini pay etti. Z kuşağı AK Parti'ye oy vermiyor algısını yıktı geçti.


28 Mayıs zaferinin şifresi: Dope-a-rope

1974. Muhammed Ali, George Foreman karşısında ringe çıkıyor! Foreman, tüm otoritelerin favorisi olduğu gibi arkasında muazzam bir hayran kitlesi ve medya gücünü de bulunduruyordu. "The Rumble in the Jungle" yani ormandaki gümbürtü olarak markalanan bu dev maçta, Muhammed Ali'nin şansı öylesine azdı ki!

Gong çaldı. Muhammed Ali, en iyi bildiği şeyi yapmalı, kelebek gibi uçmalı ve dans etmeliydi. Olması gereken buydu ama olmadı. Ağır ve sert yumruklar, kroşeler, Muhammed Ali'nin bedenini hırpalıyordu. İlk yedi raund Muhammed Ali'nin iplere yaslanarak aldığı sert darbelerle tamamlandı. Foreman zamanla yıprattığı rakibini birazdan devirecekti.

Ve sekizinci raund.

Muhammed Ali sıkıştığı kenardan rakibinin kulağına birden fısıldadı: "tek bildiğin sağ elinle dövüşmek, sol elinin bir işe yaradığı yok dostum!" Bu iletişim fısıltısıyla psikolojisi etkilenen Foreman bir anda sol yumruklarıyla dövüşmeye başladı ve Muhammed Ali'nin darbelerle uyuşan sağ tarafının toparlanmasına fırsat verdi.

Tam o sırada, daha sonra bu stratejisini "dope-a-rope" olarak açıklayan Muhammed Ali, beklediği fırsatı yakaladı. İlk yedi raunt planına sadık kalarak savunmadaymış gibi görünen boksör, sıkıştığı köşeden çıkıp Foreman'ı kombine yumruklarla (counter-attack) sarsmaya başladı. Ne olduğunu anlayamayan Foreman; karşılaşmayı takip eden bir milyar insanın, fanatik taraftarlarının ve onu favori gösteren kameraların şahitliğinde ringin zeminine yığıldı.

Nakavt! Muhammed Ali kazanmıştı.

Ali, kazanmayı bildiği kadar; karşısındakine nasıl kaybettireceğini planlamanın bilgeliği sayesinde, mağlup olacağına kesin gözüyle bakılan bir mücadeleyi zaferle taçlandırmıştı.

Erdoğan ikinci raunt için ringte

Bazı zaferlerin kaderi de benzer olur.

Erdoğan, küresel Covid-19 salgınıyla yara alan ekonomik dalgalanmalar, asrın felaketiyle sınanan 21 yıllık iktidarı, ittifaka aldığı bileşenlerin üzerinden yürütülen karanlık algılarla 14 Mayıs seçimlerine gidilirken belki de ilk defa favori değildi.

Kılıçdaroğlu, Erdoğan'ın siyasal havzasında yetişmiş isimler, PKK eksenli etnik milliyetçi Kürt siyasal hareketi ve suni solunumla ayakta tuttuğu milliyetçilikle merkez sağa tutunmaya çalışan İYİ Parti ile kol kola girdi.

Uluslararası siyaset çevreleri, sanatçılar, medya ve popüler kültür evreninin tüm mekanizmaları Kılıçdaroğlu'nun yanındaydı.

Cebren ve hile ile saf dışı bıraktığı İnce'nin üzerine toprak atarken ilk turda kazanacağı zaferi hayal ediyor, anket şirketlerinin kasalarını banknotlarla dolduruyordu.

Erdoğan, Kılıçdaroğlu'nun iletişim gücü karşısında tek bir itici güce güveniyordu: "samimiyet."

İlk raunt; ringte dans edip kroşeler çıkaran Kılıçdaroğlu'nun beklediği nakavt başarısıyla tamamlanmadı.

Erdoğan psikolojik üstünlüğü ele aldı.

Kılıçdaroğlu, Erdoğan'ın kulağına fısıldadığı "beni yenemezsin" cümlesiyle manipüle oldu ve Erdoğan'ın "rakibine kaybettirme" stratejisine yenik düştü.

Sahip olduğu siyasal destek ve iletişim ordusuna rağmen ipi göğüsleyemeyen Kılıçdaroğlu, yaşadığı şokla kendisine büyük bir mağlubiyete mal olacak ilk ve en önemli hatasını yaptı.

Seçim kampanyasının iletişim kodlarını sil baştan kurguladı.

Erdoğan istediğini almıştı.

Kombine yumruklarla rakibini nakavt edip kazanmak için ayağa kalktı, ringe çıktı.

İkinci raunt başlıyordu!

Kılıçdaroğlu'nun kayıp seçim kampanyası

İlk ve en önemli hatasını yapan Kılıçdaroğlu siyasal iletişim dilinde bambaşka bir rota çizdi.

Kamuoyu önünde sakin, nazik ve hoşgörülü bir porte çizen kendi deyimiyle Bay Kemal, kabuk değiştirdi.

Seçmen korelasyonu ve iletişim paydaşlığını vurgulayan mottosu "sana söz" gitti, yerine buyurgan ve empati nüansından uzak yeni bir başlık geldi: "karar ver!"

İknadan vazgeçerek tercih ve zorunluluk ihtiva eden bambaşka bir söylem tercih etti.

Vaatlerinin, politik mesajlarının seçmende karşılık bulmamasını öfkeyle karşılayan bir iletişim kurgusuyla; yeni ve olağandışı vaatlerini heceleyerek "anlayamayana anlatır gibi" revize etti. (Yoksulluk bi-te-cek.)

Siyasal baskı ve iletişim zorbalığıyla Meral Akşener ve Muharrem İnce'ye uygulanan şiddet, seçmenleri tarafından oy alamadığı afetzedelere yöneldiğinde sahici bir tepki vermek yerine vasat bir sosyal medya mesajı yayınladı.

Deprem bölgelerine gitmeyerek; hakaret gören insanlara temas etmeyerek seçmeninin öfkesini politik kamplaşma yoluyla oy davranışına çevirmeye çalıştı.

Mutlu olduğu, başarılı bulunduğu sosyal medya sınırlarını terk etmedi.

Çıktığı youtube programında, depremzedelere ve Anadolulu milliyetçi seçmene yönelen hakaretleri iyi bir iletişim manevrasıyla yönetmek yerine Erdoğan'a meydan okumayı seçti.

Sığınmacılarla ilgili yürüttüğü iletişim, demode bir ırkçılıktan öteye varamadı.

Özellikle sığınmacılar konusunda, siyasal iletişimin ana omurgası olan nitelikli ve şeffaf verileri kullanmak yerine, hamasi ve ötekileştirici bir söylem kullandı.

Abartılı rakamlarla dezenformasyon yaptı.

Seçmeni küçümsedi.

İlk rauntu kaybeden aktör olarak güçlü bir görsel imaj çizemedi, saç tıraşı olmadı, algıda seçicilik oluşturacak renkleri kıyafet seçimlerine uygulayamadı.

Tuzu kuru bir siyaset baronu edasıyla evvelden planlamadığı, kamuoyu ile paylaşmadığı "kredi kartı borçlarının silinmesi" konusunu dillendirdi.

İnsanların mevcut borçları ve ekonomik durumlarını bir duygu paydaşlığından çok istismar edici rolle son dakika oy kazanımına çevirmeye kalktı.

10 aylık torununa usulsüzce yaptırdığı sigorta sorulduğunda bile, hep yaptığı gibi sorumluluktan kaçtı.

Yetmezmiş gibi suçu öz evlatlarının üstüne attı!

Seçimi kazanamazsa istifa edip etmeyeceği sorulduğunda bir kez daha B planı olmadığını ikrar etti ve sadece: "kazanacağız" dedi.

İletişim hanesine her gün yeni bir eksi eklerken; kontrol edemeyeceği kadar marjinal bir aktör olan Ümit Özdağ'ın söylem yükünü üstüne aldı.

Son bir gayretle sırtını dayadığı HDP'den kitleleri rahatlatacak bir iletişim hamlesi bekledi.

HDP, utangaç bir açıklamayla isim vermeyerek destek bildirdi.

Etnik Kürt milliyetçileri üzerinde oluşan endişeye çare olacak bir iletişim çözümü yoktu.

İlçeleri il yapma sözüyle adeta 90'lar Türkiye'sinin dejavusunu yaşattı.

Meclis çoğunluğu bulunmadığından ötürü hayata geçiremeyeceği malum olan bu konuyu, seçmenin zekasını hafife alarak avantaja çevireceğini zannetti.

İletişimde makro alanları doldurmanın önemini sümen altı ederek bunca büyük mesele içinde maçların şifresiz yayınlanması gibi absürt ve tali bir vaatte bulundu.

Son düzlükte Cem Uzan'a nazire edercesine bir bedava patates cipsi promosyonu açıklar mı diye düşünürken 28 Mayıs günü çattı geldi.

Erdoğan karşısında siyasi yaşamındaki en ağır yenilgiyi aldı.

Ekranlara açıklama yapmak üzere çıktığında kampanyası boyunca zincirleme olarak yaptığı hatalarına bir yenisini ekledi.

Rakibini tebrik edecek olgunluktan sakınıp yenilgiyi reddetti.

Yeni günün ilk saatlerinde yorgun, başaramamış ve yalnız bir adam olarak evinin yolunu tuttu.

Kampanyaları kazandıran aktör erdoğan

Ve Erdoğan...

21 yıllık maratonun ardından en kıymetli zaferi için yine ait olduğu yerde, sahada, milletin içindeydi.

Akil, icracı, reformist, cesur tavrını her zamanki gibi yansıttı.

Asrın felaketi, ekonomik dalgalanmalar, siyasi suçlamalar, muhalif bir iletişim ordusunun taarruzu karşısında ayakta durdu.

İlk turda mottosu: "doğru" kavramı üzerine kuruluydu.

Doğruya doğru, doğru zaman doğru adam, doğru adımlarla yola devam...

Oysa yirmi yılı aşkın Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı serüveninde zaten "doğru" isim olduğu tartışılmazdı.

Pekiştirme yöntemiyle durum iletişimi yapıldı.

Doğru kelimesinin sesteşlik zenginliği bir yanıyla söylem karmaşasını da beraberinde getirdi.

Bu süreçte Erdoğan iplere yaslanarak ciddi darbelere maruz kaldı.

Cesur davrandı. Köşesinden çıktı.

Kampanyasını da sırtına alarak sahadan aldığı politik enerjiyi çığ gibi büyüttü.

İletişimini dağınık ve informatif hücrelere hapsolmaktan kurtardı.

Siyasi pozisyonunu ve Cumhur İttifakını "değerler iletişimi" özelinde muhalefet bloğundan ayrıştırdı.

LGBT, güvenlik politikaları, ekonomik reform kararlılığı, dış politika vizyonu ve terör iltisaklı siyaset bloklarını merkeze alan müstakil bir söylem geliştirdi.

Kılıçdaroğlu'nu soktuğu çıkmaz sokakta, onun bütün siyasal hamlelerini boşa çıkaracak bir paradigma inşa etti.

Algı hapishanesi olan sosyal medyaya boyun eğmeyerek sürekli canlı yayınlara çıktı.

Kendinden emin, iyi seçilmiş kıyafetler ve görmeye alışık olduğumuz güçlü tarzıyla adeta ben buradayım dedi.

Merkeze aldığı söylem başlıkları mitinglerden insanların zihinlerine dalga dalga yayılırken rakibinin çıkmaz bir sokakta kör ve sağır duvarlara seslenmesini sağladı.

O, kampanyasının dışına taşarak Türkiye'ye "sizi çok seviyorum" dedi.

Duyanlara, duymayanlara, soranlara, sormayanlara sesini, sözünü, enerjisini pay etti.

Z kuşağı AK Parti'ye oy vermiyor algısını yıktı geçti.

Kılıçdaroğlu'nun milliyetçi seçmene yönelik iletişim kurgusunu, HDP iltisakını vurgulayarak darmadağın etti.

Rakibinin siyasi planlarını iyi okuyarak o alanların inşasını zorlayacak sorular yöneltti.

Gelen cevaplarla yeni fasıllar açarak adeta onu soluksuz bıraktı.

İlk turda kesin bir otorite ve seçmenlerinin güveniyle yol yürüyen Kılıçdaroğlu'nu seçim öncesi sorgulanan bir aktör haline getirdi.

Kılıçdaroğlu'nun 90'lı yıllara selam gönderen anormal vaatleri karşısında olgunluk ve ciddiyet alanını terk etmedi.

Siyasetin ilkeli varlığı konusunda tavizsiz davrandı.

Kılıçdaroğlu'nun sosyal medya üzerinden ağız ucuyla verdiği mesajların aksine, ittifak bileşenleriyle ikinci tur kampanyasının bir kısmını afet bölgesinde, vatandaşlarıyla geçirdi.

Vefa ve samimiyetin iletişim stratejilerinden daha güçlü olduğuna inandı, inandığı gibi yoluna devam etti.

Ve en önemlisi Kılıçdaroğlu'nun kulağına fısıldadığı: "beni yenemezsin" cümlesini muazzam bir siyasal iletişim başarısıyla kitlelere kabullendirdi.

Çünkü Erdoğan Cumhur İttifakı ve AK Partinin "lideriydi."

Kılıçdaroğlu'nu ise CHP'nin Genel Başkanı olarak dar bir bölgeye itti.

Muhalif seçmen, bu iletişim başarısının ardından bir Genel Başkanın gerçek bir lider karşısında başarısız olacağı kabulüyle motivasyonunu ve mobilizasyonunu yitirdi.

Erdoğan seçmeni ve kararsızlar ise yönünü emin bir şekilde güçlü bir lidere yeniden çevirdi.

Zor bir seçimi, "dope-a-rope" taktiğiyle yani rakibine Erdoğan'ı yenebilecekmiş hissini yaşatıp onun tüm enerjisini tüketmesini sağladı.

Ve 28 Mayıs akşamı...

Uzun süredir beklenen son hamlelerini yaptı.

Kılıçdaroğlu; uluslararası siyaset çevrelerinin, dijital ve konvansiyonel medya ordularının, fanatik siyasi kitlesinin ve tarihin önünde ringin zeminine yığıldı.

Zafer Erdoğan'ındı!

Beştepe'de yüzbinlere şöyle seslendi: "Bugün Türkiye kazandı."

Asil bir vefa göstererek onu bir kez daha seçen milletiyle yeni bir başlangıcın sayfasını böylece açmış oldu.

[email protected]