28 Şubat geldi, yıktı, geçti...

Serdar Çam/ TİKA Başkanı
4.03.2019

Serdar Çam FETÖ’nün 28 Şubat’taki faaliyetlerini anlatıyor: “Artık bizlerin de içeri atılmasına kesin gözle bakıyorduk, ailecek televizyonlara çıkıp yönetime, BÇK’ya (Batı Çalışma Grubu) vs. her yere tepkimizi çekinmeden koyuyorduk. Bir gün birisi gelip şunu demişti: “Boşuna hükümete, askere vs. suçlama yapıyorsunuz; bu işin arkasında Zaman grubu var. TEM’deki adamlarını harekete geçirerek yaptılar. Sebebi de onların kurduğu tek faizsiz sigorta şirketi olan IŞIK SİGORTA’ya rakip DOST SİGORTA’yı kurmuş olmanız. İşten çıkardıkları eski genel müdürlerini de transfer ettiniz (sonradan milletvekilimiz olan Fazıl Karaman’ı da içeri almışlardı), boşuna başkalarına kızıp durmayın” demişti.”


 28 Şubat geldi, yıktı, geçti...

Tarihi vakaları artık sadece liderlerin iyi ve kötü hallerine göre yargılamamak gerektiğini öğreten pek çok acı tecrübemiz oldu. Meselelere zaman içinde vakıf oldukça yanlış dediğimiz çoğu hadisenin aslında doğru olabildiğini ya da tam tersini okuduk, hissettik veya benzerini yaşayarak öğrendik. Tabii bu süreçte tahlil becerimizin artmasına devlet ve millet bütünlüğünün oluşması çok önemli bir katkı sağladı.

Öte yandan, dünyada vuku bulan bir takım hadiseler ile ülkemizde yaşananlar arasındaki benzerliğin kurulması da kavrayışımızı güçlendirdi. Tecrübe edilen her bir meseleyi aslında yeniden tahlil ediyor, eleştiriyor ve tekamül ediyoruz. Kimini itiraf edebiliyor, kimini ise duygularımız ve inancımız ile bütünleşik bir şekilde yaşadığımız için olduğu şekilde muhafaza etmeyi tercih ediyoruz. 

28 Şubat sürecinin adaletsizliğini ve geride bıraktığı acılarını (özellikle kadınlar için onur kırıcı zulümleri) asla unutmamalıyız, hatırlamazsak da bizlere yazıklar olsun. O dönemde yaşanan çirkinlikleri bir tarafa bırakıp dönemin mağdur siyasi liderinin (Merhum Erbakan Hoca) doğrusunu/eksiğini tartışmaya açmak da bir fayda getirmez. Elbette hataları olmuştur; çünkü o da bizim gibi insan olarak yaratılmıştır. Tartışılması gereken kısım, “peki bizler, bu yolun yolcusu olanlar yeterince bu işin hakkını verebildik mi; şimdi verebiliyor muyuz?”.

O dönemde İstanbul’da Doç. Dr. Ömer Bolat’ın MÜSİAD Genel Sekreter Yardımcısı görevindeydim. Yoğun iş tempomuzu bir kenara bırakıp STK’ların “duyarlı! medya” toplantıları, konferansları vb. organizasyonlar ile uğraşıyorduk. Her pazar sabahı Eyüp’te gerçekleştirilen protestolarda “İmam hatipler kapatılamaz” sloganları atılıyordu. Yoğun teşvik ve telkinlerle çağrılan kitleler yüz binleri bulmuştu. Fakat bir müddet sonra maalesef sayısı bini güçlükle bulabilen protestolar gerçekleşti. Tabii, ertesi gün Yeni Şafak, Akit veya Kanal 7’nin Ahmet Hakan’ı tarafından “Binlerce kişinin katıldığı gösterilerde vatandaşımız ile yine çok sert protestolar yapıldı” şeklinde manşetlerin atılması da ihmal edilmiyordu.

İmam hatipler de kapatıldı, Recep Tayyip Erdoğan da hapse girdi

O dönemin adaletsizliğine karşı azıcık kafasını uzatan ve karşı çıkan neredeyse herkes, şimdilerde gençlerin Ankara’nın telefon kodu olarak düşünebileceği sayılı madde ile 312’den yargılanıyordu. 

Evet o süreç hak arayışı için geniş kitleleri sokağa dökebilirdi; bir kelime ile en az 1 milyon kişi şiddete yönelebilirdi. Nitekim, Cumhurbaşkanımızın hapse girişi herkesi çok incitip, derinden yaralamıştı. O zamanki siyasiler tansiyonu yükseltmeyi tercih etseydi, bugün bunları tartışacak kimse kalmazdı; yurtdışındaki diaspora da Avrupa’daki anma toplantıları ile bizleri anardı! Ama olmadı Elhamdülillah; çünkü Milli bir bakış açısı vardı. Hatta devlet içindeki milli unsurların dahi arayı dengelemeye çalıştıklarını sonradan anladık. O dönemde bizden gözüken hainlerin (FETÖ) aslında bize saldıranları kışkırttığını; inceden inceye tahrik ettiğini de sonradan anladık.

O dönemde hatırlayanlar vardır;MÜSİAD üyelerinin kurduğu faizsiz sistemle çalışan “DOST SİGORTA” ortaklarının ileri gelenlerinden 17’sini sabaha karşı 10 ilde Terörle Mücadele kapsamında toplayıp içeri atmışlardı. O zamanki MÜSİAD Başkanı Erol Yarar, yardımcısı Ali Bayramoğlu ve Ömer Bolat ile özel bir çalışma grubu ile ciddi bir mücadele verildi. Bir hafta sonra serbest bırakılmışlardı.

Artık bizlerin de  içeri atılmasına kesin gözle bakıyorduk, ailecek televizyonlara çıkıp yönetime, BÇK’ya (Batı Çalışma Grubu) vs. her yere tepkimizi çekinmeden koyuyorduk. Bir gün birisi gelip şunu demişti: “Boşuna hükümete, askere vs. suçlama yapıyorsunuz; bu işin arkasında Zaman grubu var. TEM’deki adamlarını harekete geçirerek yaptılar. Sebebi de onların kurduğu tek faizsiz sigorta şirketi olan IŞIK SİGORTA’ya rakip DOST SİGORTA’yı kurmuş olmanız. İşten çıkardıkları eski genel müdürlerini de transfer ettiniz (sonradan milletvekilimiz olan Fazıl Karaman’ı da içeri almışlardı), boşuna başkalarına kızıp durmayın” demişti. Nitekim dönemin siyasilerinin de çabaları, Anadolu’dan Ankara’ya ulaşan binlerce telefon ve tepkilerin gitmesi ile Fazıl Beyin serbest bırakılması mümkün olmuştu.

28 Şubat’tan alınması gerek ders, aslında mağdur olan liderinin tartışılmasından ziyade; hepimize daha mantıklı/tutarlı analiz yapabilme ve tekâmül yolunda bizlere ne öğrettiğidir. Bu noktaya iyi bakmalıyız.

O günleri yaşadık ki bugünler nasip oldu

Aslında 28 Şubat bizim için yeniden kendimize gelmemiz ve silkelenmemiz için önemli bir dönüm noktası oldu.Aramızdaki istismarcıları bir nebze açığa çıkarttı; holdingler, vakıf, dernek, gazeteci, siyasetçi, vs. pek çok ikiyüzlü ortaya dökülüverdi. Daha da önemlisi o süreç, bizlere her alanda daha eleştirel bakmayı; safça hareket etmeyi bir kenara bırakıp geniş bir açıdan bakabilmeyi bir miktar öğretti. Gelenin gidenin dolduruşa getirdiği; aklıyla değil de duyguları ile bakan kişi olmamızdan biraz olsun bizi uzaklaştırdı.

O zamanki iyi niyetli ve samimi bir şekilde atılan temeller neticesinde bugün çok daha farklı hedeflere varmayı konuşuyoruz. Belki 20 yıl sonra gelenler de bugünleri eleştirecek, yapılanlardan çok yapılmayanları konulacak. Varsın olsun, hiç önemli değil. Yeter ki istikamet doğru olsun; gelecek nesillerimizin daha müreffeh ve güçlü bir dünyası olsun.

20 yıl önce hapisten çıkan yeni lider de, çok şükür arkasındaki topluluğu, burunlarını bile kanatmadan alıp dünyanın zirvesindeki Müslümanlar haline getirdi.

Bu satırları hava sahasının açılmasını beklediğim İslamabad’dan yazarken bu hususu özellikle Pakistan’dan vurguyla yapma ihtiyacı duyuyorum.

Liderlerin hataları olabiliyor da bizlerin olmaz mı?

Esas odaklanılması gereken kısım, çoğu zaman camiamızı hataya zorlayan, liderini de yalnız bırakan duygusal çıkışlardır. Duygusallığımız da romantizmimiz de hem siyaseti hem de liderleri de ister istemez yönlendirmektedir. “Bizler nasıl isek öyle bir liderlik “ olacak.

Dolayısıyla, öncelikle kendimizi ve içinde bulunduğumuz durumu iyi tahlil edebilmemiz gerekiyor. 28 Şubat’tın başımıza niye ve nasıl geldiğini anlamaya çalışırken, diğer taraftan da kendi hatalarımıza odaklanmalıyız.Söylemlerde mangalda kül bırakmayıp, iş başa düşünce susan ya da söylemlerini değiştiren pek çok insanı gördükçe tiksindik, midemiz bulandı.

Çok fazla basmakalıp söylemlerle öğretilerimizi istismar edenler çıksa da (özellikle de yurt dışından) artık ülke olarak çok mesafeler kat ettik, aynı tuzaklara kolay kolay düşmüyoruz. Ancak yine de bu yeterli olmaz. Dünyadaki Müslüman ülkelerin neredeyse tamamında bize ait her bir kavram, siyaset ve yaklaşımın içi boşaltılmaya, tahrip edilmeye çalışıldı. Birtakım devlet ve toplumlar da İslamiyeti ve Müslümanları, özellikle medya aracılığıyla, topyekun “cahil, sorunlu, tehlikeli ve dahi terörist” sıfatlarıyla etiketleyerek dünyaya sunma gayretinde olan bu oluşumların etkisiyle şekillendi ve diğer Müslüman toplumlarla mevcut bağlarını her sahada zayıflatma veya kopartma yolunu tercih etti. Müslüman toplumlar asırlardır, bu sinsi yöntemlerle birbirine düşman ediliyor.

Gerçeklere ulaşabilmek için tek yol içimizde devrim!

Artık önümüze bakmamız gerekiyor. Herkesin işin ucundan bir şekilde tutması lazım.
Güncel bir mesele olarak bu coğrafyaya, Hint alt-kıtasına bakalım: Gazeteler, dergiler, televizyon kanalları benzer üslupta yayınlarla, karşılıklı tahriklerde bulunuyor, toplumun sinir uçlarına müdahale ediyor. Teşbihte hata olmasın, Hindistan ve Pakistan medyasında,  muhafazakarı, milliyetçisi, ulusalcısı, Batıcısı vs. saatlerce konuşuyor, vatandaşa da mikrofon uzatarak hamaset yapılıyor. Devlet yetkilileri de bu hengamede, ülkelerinin itibarını da koruma gayreti içerisinde, vaziyeti idare edip süreci toparlamaya çalışıyor.

Dolayısıyla yapılması gereken ilk şey, her konuyu akl-ı selim ile yeniden okuyarak derinlemesine tahlil etmek olmalıdır. Aksi takdirde duygusal tepkiler ve dışlayıcı yaklaşımlar ile kurulmuş tuzaklardan zihnimizi muhafaza etmek pek mümkün gözükmemektedir. 
Önümüze sunulan her meseledeki mayınlar, bilerek veya bilmeden bu meseleleri dert edinen safiyane toplumların elinde er ya da geç patlatılmaktadır.

Vatandaşlık, Türklük, milliyetçilik, devletçilik, sağcılık, solculuk, İslamcılık, Kürtçülük, Arapçılık, doğuculuk, batıcılığın yanı sıra, Hindistan, Pakistan, İran, Suudi Arabistan, İsrail, Filistin, Hizbullah, Cemaat-i İslamiye, Keşmir, Uygur, Çin, İngiliz, Alman gibi isim ve sıfatlarla kafamıza takılan yüzlerce çipi bir kenara koyup zihnimizi yenilememiz gerekiyor.

70’ler, 90’lar, 2000’ler, derken 2020’lere giriyoruz artık. Bizim nesil şayet bu kadar hadiseyi yaşamışken son bir omuz atıp meseleleri biraz daha gün yüzüne çıkartmadan göçüp giderse, yazık olacak gelecek nesillere. Geçmişleri onlara büyük haksızlık etmiş olacak. Üstelik onların halihazırda sanal dünya ile büyük bir imtihanları da var. Sosyal medya az evvel zikrettiğimiz algı operasyonlarının en geniş mecrası konumundadır. Genç nesiller her açıdan toplumlara nüfuz eden bu operasyonlarla mücadele ederken bizler de tecrübelerimizi onlara sabırla aktarmalıyız.

Yüreklerimizde yaşadıklarımızın tüm heyecanı taptaze yaşarken, beyinlerimizde yorulmaksızın şimşekler çakmalı, iç alemimizde yepyeni devrimler olmalıdır. Zira bize giydirilen gömlekler bu cüsseyi taşıyacak halde olmadığından bunları patlatmaksızın genişletip tüm ümmetin yararına sunmak gerekmektedir.

Ezcümle dün de bugün de ülkemizin öncelikli ihtiyacı neyse Pakistan’ın ve dahi tüm Müslüman toplumların en temel ihtiyacı da odur: Günümüzü, geçmişin esirinde olmadan tahlil edip, geleceği tecrübelerimizin ışığında inşa etmektir. Başımıza örülmüş çoraplardan, içinde bulunduğumuz sarmallardan tamamen çıkmak mümkün görünmese bile, en az hasarla çıkacağımız yolu bulmaya kafa yormamız gerekmektedir. Farklı veçhelerden akl-ı selim ile baktıkça fikir ve icraatta zenginlik ve üretkenlik de artacaktır inşallah.