Yıl, 1999. Yer, Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü. O zamanlar yüksek lisans öğrencisiyim. Dersini aldığım bütün hocalar için iyi bir öğrenciyim. Bölüm başkanı bir gün kendisinin ve bölümün önde gelen hocalarının benimle çalışmak istediğini, araştırma görevlisi olmayı düşünüp düşünmediğimi soruyor. Tabii havalara uçuyorum, tamam diyorum. Kadro isteniyor. Süreç işliyor. Sonra bir jurnal. “Fahrettin İmam-Hatip Lisesi mezunuymuş.” Bana bu bilginin doğru olup olmadığı soruluyor. Ben de doğruluyorum. Ardından sessizlik. Bölümün işgüzar yardımcı doçenti G.E. hemen yeni bir aday bulunması için çalışmaya başlıyor. Ve yeni bir aday bulunuyor. Sınava iki kişi giriyoruz. Önce İngilizce sınavı. Bir yıl birlikte ders aldığım ve İngilizce bilmediğini adım gibi bildiğim arkadaşım sözlüksüz çeviri yapıyor. Ardından bilim sınavına giriyoruz. Sınav sorusu arkadaşımın tez konusu. Taşrada iktisat okuyan arkadaşım sosyoloji bilim sınavında benim önüme geçiyor. Kendisi o gün bugündür aynı bölümde. Aradan 14 yıl geçti. Eminim bu sürede dil de öğrenmiştir sosyoloji de. Bu hikayeye tekrar döneceğim.
Doç. Dr. Fahrettin Altun - İst. Şehir Üniv. İletişim Fak.
2003’ün sonları. İsmet Özel’le ilk karşılaşmamız. Bir süredir kendisiyle yakınlaşan bir grup arkadaşımın davetiyle bir iftar sofrasındayız. Sohbet koyu. Sohbetin bir yerinde “28 Şubat” dedim. Demez olaydım. İsmet Bey olanca hiddetiyle “28 Şubat, takvimde bir gündür kardeşim” deyiverdi. Ben de güç bela, “27 Mayıs ve 12 Mart gibi” diyebildim. İsmet Özel’in Valdo Sen Neden Burada Değilsin isimli muhteşem eserini okuyanlar onun 27 Mayıs’a ve 12 Mart’a ne kadar merkezi (ve belki de abartılı) bir önem atfettiğini görebilirler. 1960’lardan bu yana Türkiye siyasal kültürü içerisinde sosyalleşen her neslin muhatap olduğu bir askeri darbe vardır. Kimi 27 Mayıs’ın, kimi 12 Mart’ın, kimi 12 Eylül’ün, kimi 28 Şubat’ın muhatabıdır. Benim neslimin darbesi 28 Şubat’tır. 28 Şubat, Türkiye siyasi tarihinin “büyük olay”larından biridir. Jean Baudrillard’ın deyişi ile bir “mutlak olay”. Etkileri ile bugüne sızan habis bir müdahale. Bugün bu “büyük olay”ı, bu habis müdahaleyi anlatmaya çalışan birçok kitap, makale, belgesel duruyor önümüzde. 28 Şubat’ın oluşturduğu tahribatın azametine odaklanan bu çalışmaların kahir ekseriyeti meseleyi sivil-asker ilişkileri bağlamında ele alıyor, 28 Şubat’ın ne tür bir askeri müdahale olduğu ile ilgileniyorlar. 28 Şubat her şeyden önce bir askeri müdahaledir elbette. Ancak 28 Şubat’ı sadece bir askeri müdahale olarak görmek, bizi bugüne kadar hep sığ okumalar yapmaya icbar etti. 12 Eylül’ün yarattığı mağduriyetlere atıfla 28 Şubat’ın gerçek bir darbe olmadığını söyleyenler ile, 28 Şubat’ın gerçek bir darbe olduğunu ispata çalışanlar arasındaki çekişme, 28 Şubat’ı militer bir çerçevenin içerisine hapsetti. 28 Şubat’a postmodern sıfatını layık görenler ise, onu klasik askeri darbelerden farklı yeni teknikler kullanan bir askeri darbe olarak ele aldı.
Eskinin son hamlesi
Türkiye’de darbeler, bütün siyasal aktörler için aynı ölçüde mağduriyet üretmemiş aksine bazı darbeler bazı siyasi aktörlere alan açmıştır. Bu nedenle, Türkiye’de siyasal aktörler arasındaki ayırdedici unsurlardan biri de hangi darbeyi olumlu değerlendirip hangisini olumsuz değerlendirdiğidir. 12 Eylül darbesini yerin dibine geçirip, 27 Mayıs darbesini olumlayabilen ve 28 Şubat müdahalesini anlamlı bir müdahale olarak görebilen siyasal aktörlerin varlığı bununla ilgilidir. Örneğin bugün ana muhalefet partisi konumundaki CHP’nin ana akım zihniyeti böyle bir perspektife sahiptir. Türkiye’de darbeler genellikle siyasal alandaki bir ya da birkaç aktörü hedef seçerek varlık bulmuştur. 27 Mayıs’tan 28 Şubat’a kadar Demokrat Parti’den Refah Partisi’ne, Sosyalistlerden İslamcılara kadar farklı siyasal parti ya da aktör, darbelerin hedef tahtasında yer almıştır. Ne var ki, bütün darbelerin sistematik olarak ötekileştirdiği ideolojik pozisyon İslamcılık olmuştur. Sadece sosyalistlere karşı yapıldığı iddia edilen 12 Eylül askeri darbesinde dahi, bölgede ve Türkiye’de yükselen İslamcılığın önüne geçme hedefi önemli bir yer tutmuştur. 28 Şubat ise doğrudan Refah Partisi üzerinden İslamcı siyasal aktörlere yönelik bir müdahale olarak gündeme gelmiştir. Fakat 28 Şubat’ın diğer darbelerden esas farkı, sadece bir ya da birkaç siyasal aktöre yönelik olarak gündeme gelmesi değil, geniş bir kesime, dindar toplum kesimlerine dönük olmasıdır.
28 Şubat, Türkiye siyasi tarihinde özellikle sivil-asker ilişkileri bağlamında çok önemli bir yere tekabül eder. Askerin, Kemalist değerlere referansla, siyasi iktidar arzusu ve ekonomik çıkar beklentisiyle siyasete gayrı-meşru müdahale- lerinden biridir 28 Şubat. Bu yönüyle, modern Türkiye’deki darbe geleneğinin bir uzantısıdır. Bununla birlikte 28 Şubat, diğer darbelerden çok daha karmaşık, farklı siyasal, kurumsal ve toplumsal aktörlerle işbirliği içerisinde gerçekleşmiş bir müdahaledir. 28 Şubat, sadece “hükümeti devirme” eyleminden müteşekkil bir askeri kalkışma değil, aynı zamanda benzerine sadece Cumhuriyetin ilk dönemlerinde rastlanan bir toplumsal mühendislik projesidir. 28 Şubat zihniyeti 27 Mayıs ve 12 Eylül döneminin kurumsal düzenlemelerini benimsemekle birlikte, doğrudan toplumsal alanın dizaynına yönelmiştir. 28 Şubat bu yönüyle toplumsal hareketliliğin yönüne ve elit dolaşımının doğal akışına bir müdahaledir.
28 Şubat’ı yargılamak
28 Şubat, Cumhuriyet’in ilk döneminde formüle edilen ve 1990’lar ortamında çöküşe geçen modernleşme projesinin zor kullanarak topluma benimsetilme girişimidir. Bu bağlamda parçalanmakta olan Türk sekülerleşme ve uluslaşma süreçlerinin kurtarılma girişimidir. Eski Türkiye’nin son hamlesidir.
Bugünlerde 28 Şubat Davası görülmeye başlandı. “Hükümeti devirmeye teşebbüs” suçundan 103 kişi yargılanıyor. Davanın bir numaralı sanığı Genelkurmay eski Başkanı İsmail Hakkı Karadayı. 28 Şubat’ın sembol ismi General Çevik Bir, dönemin YÖK Başkanı, MİT Müsteşarı da yargılananlar arasında. Bu dava hiç kuşkusuz Türkiye’nin demokratikleşmesi adına son derece önemli, sembolik bir adımdır. 28 Şubat Davasının gündemde olduğu bugünlerde, herhalde sorulması gereken en önemli soru yargılananların kim olduğu sorusudur. Evet, 28 Şubat’ın elebaşları yargı önünde. Ya suç ortakları? Yargı önüne taşınamasa bile, kamuoyu vicdanında yargılanması gerekenler, işte o suç ortaklarıdır. 28 Şubat, sadece “hükümeti devirmek” suçunu ihtiva eden bir kalkışma değildir. 28 Şubat, silahlı kuvvetler yanında yargı, medya, üniversite, ekonomi ve siyaset alanlarında faaliyet gösteren birçok aktörün işbirliği ile hayata geçen bir cinayettir. Bir medya manipülasyonudur. Bir dizi iktisadi aktörün spekülasyonudur. Yargının resmî ideolojiye teslimiyetinin, üniversitelerin tek-tipleşmesinin adıdır. Total bir travmadır. Korkunç bir seferberliğin adıdır. 28 Şubat, bir şebeke işidir. Toplumdan, siyasetten, medyadan, ekonomiden, eğitim camiasından müntesipleri olan bir suç şebekesinin işi. Her ne kadar, André Breton, öznellik ve nesnelliğin bir ömür boyu süren savaşında kaybedenin çoğunlukla öznellik olduğunu belirtse de, ben meramımı yine kendi biyografim üzerinden anlatmaya çalışacak ve yazının en başında anlattığım hikayeye geri döneceğim. Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü, o dönemde liberal kimliğiyle bilinen, “aykırı” sayılabilecek pek çok konunun rahatlıkla çalışılabildiği bir bölümdü. Ne var ki bölümün liberalliği benim İmam-Hatip Lisesi mezunu olmamı kaldırabilecek türden bir liberallik değildi. Nitekim herkesin gözü önünde cereyan eden adaletsizliğe sadece bir kişi, Besim Dellaloğlu itiraz etti. Onun dışında beni her fırsatta takdir eden ve kendilerini liberal, sosyalist ya (da) feminist olarak adlandıran hocalarımın hiçbirinden ses çıkmadı. Yıllar sonra farklı vesilelerle karşılaştığımızda üzüntülerini dile getirecek kadar hassastılar oysa.
Gezi olaylarına dindar toplum kesimlerinin bu denli sert tepki koymalarının en temel nedeni neydi biliyor musunuz? Gezi sürecinde ortaya çıkan ve başta başörtülüleri hedef alan saldırıların, dindar toplum kesimlerinin zihinlerinde yeniden 28 Şubat imgelerini canlandırmasıydı. 28 Şubat, toplumun bir kesimini diğer bir kesimine karşı harekete geçirmiş ve dindarlığını kamusal alanda gösteren insanlara karşı “sivil insanlar” asker, polis ya da devlet baskısı olmadan “aydınlatma”, “uyarma”, “terbiye etme” ve hatta “cezalandırma” girişimlerinde bulunabilmişlerdir. Bu nedenle 28 Şubat, “hükümeti devirmeye teşebbüs”ten fazla bir şeydir. 28 Şubat’ın kirinden ancak ve ancak kolektif bir ahlaki arınma hamlesi ile kurtulunabilir.