28 Şubat’tan 15 Temmuz’a bir darbenin analizi

Ülkü Nur Zengin / Siyaset Bilimci
24.02.2018

“28 Şubat süreci”, “post modern darbe” gibi literatürde daha önce olmayan isimlerle anılan darbeyi tanımlama güçlüğü, temelde alışık olduğumuz darbe geleneğinin aksine askerin kışladan çıkmamış olmasından kaynaklanmıştır. Ne var ki 15 Temmuz günü 28 Şubat’ta başlayan darbenin bütün unsurları tamamlanmış, ‘dört başı mamur’ darbe planı o gün tam olarak ifşa olmuştur.


28 Şubat’tan 15 Temmuz’a bir darbenin analizi

Dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Org. İsmail Hakkı Karadayı ile Genelkurmay İkinci Başkanı emekli Org. Çevik Bir’in de aralarında bulunduğu 103 sanık hakkında yürütülen 28 Şubat darbe yargılamasına devam ediliyor. Dönemin kudretli generallerinin mahkeme salonunda sergiledikleri tutumları, halen millete tepeden baktıklarını ve milleti küçük gördüklerini göstermektedir. Yaptıkları zulümlere ilişkin hiçbir pişmanlık göstermiyorlar. Yasaların emirlerini yerine getirdikleri yalanını tekrar ediyorlar. 

28 Şubat her on yılda bir darbe yaşayan ülkemizde uzun süre tam olarak tanımlanamayan, adı konulamayan bir darbe olmuştur. Hatta isim-lendirilmekte bile zorlanılmış, “28 Şubat süreci”, “post modern darbe” gibi literatürde daha önce olmayan isimlerle anılmıştır. Bu tanımlama güçlüğü temelde alışık olduğumuz darbe geleneğinin aksine askerin kışladan çıkmamış olmasından kaynaklanmıştır. Ne var ki 15 Temmuz günü 28 Şubat’ta başlayan darbenin bütün unsurları tamamlanmış, ‘dört başı mamur’ darbe planı o gün tam olarak ifşa olmuştur. Türkiye’de yaşanan darbelere baktı-ğımızda 1960 darbesinde sadece hükümetin düşürülmesinin hedeflendiğini ve darbenin yalnızca Demokrat Parti’ye karşı yapıldığını görüyoruz. Darbeyi sürdürecek kurumlar ihdas edilmiş ve böylelikle Demokrat Parti ve benzeri siyasi partilerin iktidarının önüne geçilmek istenmiştir. Ancak yapılan düzenlemelerle beklenen değişikliklerin sağlanamadığı sandıkta görülmüş, “uslanmamış” olan millet yine aynı çizgiden gelen başka bir siyasi partiyi iktidara taşıyarak sivil direnişini ortaya koymuştur.

Darbeciler, 1960 darbesinde beklediği sonuçları yeterince elde edemeyince 1980 darbesinde farklı bir yol izlemiştir. Bu defa tek bir partiye değil, siyasetin tamamına karşı darbe yapılmıştır. Hatta sadece siyaset değil bizzat millet “bir sağdan bir soldan” asılan evlatlarıyla bedel ödemiştir. Buna rağmen sağduyuyu kaybetmeyen feraset sahibi milletimiz yapılan ilk seçimde yine kendi değerlerine sahip çıkacak bir lider olan Özal’ı iktidara taşıyarak baskı ve zulümle toplumu sindirmek isteyenlerin ümitlerini boşa çıkarmıştır.

Darbe stratejileri

Bu ülke üzerinde emelleri olan darbeciler bütün bu yaşananlardan sonra yeni darbe stratejileri ve yöntemleri geliştirdiler. Darbeciler milleti bir arada tutan değerler yıpratılmadan ve sadece siyasete değil bütün kurumlara duyulan toplumsal güven yıkılmadan bu ülkede istedikleri hedeflere ulaşamayacaklarını düşündüler. Bu yüzden yeni dinamikler ve aktörler devreye sokularak başka bir yöntemle yapılacak 28 Şubat darbesi planlandı ve adım adım uygulandı.Öncelikle belirtmek gerekir ki 28 Şubat ilk bakışta göründüğü gibi sadece toplumun bir kesimine (dindarlara) karşı değil top-yekûn bu millete karşı yapılmıştır. Çünkü amaçlanan nihai hedef toplumu kutuplara ayırarak çatıştırmak ve oluşan kaos sonucu ülkeyi tamamen ele geçirmektir. 28 Şubat darbesinin hedeflerinden biri de o dönemde kendilerini darbenin faili zanneden yargı, medya, üniversiteler, sendikalar, meslek odaları ve ordudur. Bu kurumların hepsi millete karşı olan bir sürecin parçası olarak kendilerine duyulan toplumsal güveni kaybettiler. Darbeyi plan-layanların istediği tam olarak buydu. Ama darbecilerin asıl kayıpları bu değildi. Dindar olanları tasfiye ettiklerinde yerine kendinden olanları yerleşti-rerek kadrolaşmalarını gerçekleştireceklerini sanıyorlardı. Hiç de öyle olmadı. Bütün kurumlarda boşalan kadrolar adeta bukalemun gibi renk değişti-rebilen FETÖ yandaşlarınca dolduruldu. Acaba Çevik Bir, bin yıl sürmesini planladığı darbesinin geleceğini FETÖ’cülerin yuvalandığı bir orduya emanet etmeyi planlamış mıydı? Diğer kurumlarda da durum farklı değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın samimiyetle ifade ettiği “kandırıldık” lafının 28 Şubat’ın aktörlerinin hiç biri tarafından ifade edilmemesi enteresandır. Bu terörist yapılanmaya bilerek çanak tutmadılarsa onların da açık yüreklilikle ‘kandırıldık’ diyebilmesi gerekirdi.

İlk başarısızlık

28 Şubat döneminde en fazla duyduğumuz söz “irtica” idi. “Kara çarşaflılar”, “örümcek kafalılar”, “takunyalılar” gibi dindar kesimi hedef alan aşağılayıcı tabirler kullanmak sistem yandaşı olmanın göstergesi sayılıyordu. Zaten bu sözde irtica tehdidini ortaya atanların amacı da Don Kişot gibi hayali bir canavarla savaşıp kazandığı başarılarla kahraman olabilmekti. Nitekim öyle de oldu, artık her fırsatta küfür edebilecekleri, saldırabilecekleri bir düşman üretebilmişlerdi. “İrtica” ile en iyi mücadele eden en prestijli kişi oluyordu. Dünyada ses getiren çalışmalarına rağmen adı sanı bilinmeyen binlerce akademisyen varken Kemal Alemdaroğlu ülkenin en popüler bilim adamıydı mesela. Çünkü o ülkesi için kahramanca mücadele veriyor bir tane bile başörtülü barındırmıyordu rektörü olduğu üniversitede!

28 Şubat’ın ilk başarısızlığı bu noktada çıktı ortaya. Her fırsatta aşağılanan, çalışma ve okuma gibi temel hakları ellerinden alınan ve böylece sokağa çekilmek istenen dindar kesimin sabrı ve sağduyusu hesapta yoktu. Sokağa çıkmak yerine evlerinde hapis hayatına razı olarak aslında ülkeyi önemli bir beladan kurtardılar. Darbecilerin 1980 darbesi öncesinde siyasi görüşler üzerinden oluşturdukları toplumsal parçalanma ve kutuplaştırma senaryosunun daha gelişmişi olan “din” merkezli kutuplaştırma projesi işe yaramamıştı. Medyanın ve bazı çevrelerin nefret söylemlerine kulak asmayan millet yüzyıllardan gelen birlikte yaşama kültürüne sahip çıkmıştı. Yakın vadede beklenen olmayınca darbeciler “B planını” devreye soktu. 28 Şubat aktörlerinin elleriyle bütün bürokrasiye yerleştirdikleri FETÖ’cüler kullanılarak devlet bu defa içten çökertilmeliydi. Köşe başlarını tutmuş olan yandaşları sayesinde her kurumda gittikçe sayıları artan bu teröristlerden kimse şüphe duymadı. Çünkü onlar da 28 Şubat’ta aşağılanan dindar kesimin sözde mensuplarıydı ve sözde mağdur rolündeydiler.

Öngörülemeyen lider

Yeterince güçlendiklerinde önce siyasi iradeyi tahakküm altına almayı denediler. Bunun için 2010 referandumunu kullandılar. Yurtdışındaki mensuplarını finanse ederek oy kullandırıp, “Ölülerinizi bile mezardan kaldırıp oy kullandırın” gibi sloganlarla referandumun getirdiği değişiklikleri sahiplenmiş göründüler. Asıl amaç siyasi iradeye başarının kendileri sayesinde kazanıldığını gösterip istediklerinin yapılmasını sağlamaktı. Bu sürecin ikinci kırılma noktasıdır. Planlarını bozan ve öngörülemeyen ikinci faktör “güçlü lider”di. Çünkü beklediklerinin aksine dönemin Başbakanı olan Erdoğan, milletin kendisine teslim ettiği emanete sahip çıkmış ve isteklerine boyun eğmemişti. Bu tarihten sonraki bütün süreç önlerindeki bu engeli kaldırmak üzerine planlandı. Recep Tayyip Erdoğan ya ortadan kaldırılmalı ya da itibarsızlaştırılmalıydı ki bu kadar emek boşa gitmesin!

MİT Müsteşarının yargılanmak istenmesi, Gezi kalkışması, 17-25 Aralık yargı darbesi, MİT tırları operasyonu, hep bu planın parçalarıdır. Hiçbiri başarılı olamayınca kendisinden çok emin olan darbeciler “güzellikle” olmuyorsa “kanla” olur diyerek 15 Temmuz’da kışladan çıktı. Ancak milletin vatan sevgisi ve feraseti hesap edilememişti. Bu vatanın evladı olan ve bu millet ile gönül bağı kurmayı beceren bir lider, 40 senede değil 40 dakikada bu milletten gönüllü bir ordu kurmayı başarabildi. Bütün bu yaşananların ardından hala birileri çıkıp 28 Şubat’ta yaptıklarının arkasında olduğunu, hiç pişman olmadığını söyleyebiliyor. Ya kendi aklî melekelerinde sorun var ya da birileri bizi hâlâ aptal yerine koymaya çalışıyor.

[email protected]