30 Mart seçimleri Yeni Türkiye'nin eşiği

Dr. Murat Yılmaz
1.02.2014

Meşru siyasetin önünün açılması ve medyadaki çoğulculuk, paralel yapının ve vesayet sermayesinin kayıt dışı siyaset, kayıt dışı ekonomi ve kayıt dışı hukuktan oluşan adaletsizlik dairesini sona erdirecek ve hareket alanlarını sınırlayacaktır. 30 Mart seçimlerinin sadece belediye seçimi olmadığı, yeni bir rejim ve Yeni Türkiye’nin oylandığı bilgisinin seçmenler tarafından algılanmış olması, gayrimeşru siyaset kampanyalarının ve siyasi mühendisliğinin siyaseten tasfiyesinde tarihi bir eşik olacaktır. Türkiye siyaseti ve toplumunun reşit olması, bu imtihanı başarıyla geçmesine bağlıdır.


30 Mart seçimleri Yeni Türkiye'nin eşiği

Türkiye 30 Mart 2014’te yerel yönetim seçimlerine gidiyor. 30 Mart birçok bakımdan yerel yönetimlerin seçildiği bir seçim olmanın ötesinde bir anlam taşımaya başladı. 12 Haziran 2011 genel seçimleri 27 Mayıstan sonra ilk defa bürokratik vesayetin tahakkümü dışında bir dönemin başladığını göstermişti. 30 Mart vesayetin sona erdiği bu dönemin konsolide edildiği ve ilk defa halkın oy kullanacağı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hangi siyasi güç dengeleri içinde yapılacağını tayin edecek siyasi eşiği ifade ediyor. 

Sofistike müdahale 

30 Mart seçimleri öncesinde sadece AK Partiye değil siyasete yönelik bir müdahale karakteri taşıyan yolsuzluk ve rüşvet kisvesiyle başlayan yargının kullanıldığı siyasi mühendislik planı, bu dönemin meşru siyasi ve toplumsal mecralarda akmasından rahatsız olan kesimlerin inisiyatifidir. Bu kesimlerin kompozisyonu, içeride ve dışarıda vesayetin tasfiyesinden rahatsız olanlarla bu tasfiyeden sonra siyasete sofistike yöntemlerle müdahale etmek isteyen “paralel yapı”dan oluşmaktadır. Bu bakımdan 30 Mart seçimlerine giderken siyasi mücadelenin konusu belediyelerin çok ötesinde Yeni Türkiye’nin hangi güç dengelerine ve yöntemlere göre kurulacağına ilişkin temel bir tartışmadır.

Toplum yeniden kuruluyor

Bürokratik vesayetin kalkması ve PKK’nin müzakereler sonucunda şiddetin sona ermesiyle siyasi rejim ve en geniş anlamıyla toplum adeta yeniden kuruluyor. Daha doğrusu aynasal bir rejim ve toplum yeniden değil, yeni kuruluyor. Bu yüzden yaşanan tartışmalar anayasal bir rejimin kurulmasının ötesindedir. Bu yüzden sadece anayasa, kanun, mevzuat, kurumlar değil hayat tarzları, moral değerler, tarih, kültür, sanat, din her şey tartışılıyor. 

Göreli bir özerklik 

Baskı altına alınmış, yok olduğu sanılan, hatta gömüldüğü düşünülen konular ve insanlar da gündemde. Zorla değiştirilen kadim adlar geri geliyor, Aydınlar gidiyor Tillo geliyor. Ölen ama hak ettiği usulde ve yerde defnedilmeyen Ahmet Kaya Cumhurbaşkanlığından ödül alıyor, Başbakan Ahmet Kaya keşke Diyarbakır’da olsaydı diyor. Faili meçhuller soruşturuluyor, toplu mezarlar kazılıyor, davalar Fırat’ın öte yakasına geçiyor. Bütün bunlar sadece bir rejimin değil, yeni bir toplumun kuruluşunu ifade ediyor. Üstelik bu kuruluşu mümkün kılan Türkiye sınırları ötesinde, küresel ve bölgesel gelişmeler de var. Bu gelişmeler, Türkiye gibi aktörlere sistem içinde AFrank’ın deyişiyle “göreli bir özerklik” veriyor. Bu özerklik, Türkiye’deki yeni rejim ve yeni topluma uluslararası bir vasat da veriyor.

Siyaset içeride ve dışarıdaki vesayetten kurtulduğu ölçüde kazandığı yeni alanı ve sınırlarını keşfetme arzusunda. Bu arzu, yeni rejim ve yeni toplum tartışmalarıyla beraber gelişiyor. Son dönemde artan tartışmalar, yeni rejimle yeni toplumun kuruluşundaki rezonansla yakından ilişkilidir. Tartışmaların siyasetle sosyoloji arasında gidip gelmesi bu bakımdan manidardır. AK Parti yeni rejime ve topluma meşru yoldan seçimlerle edindiği siyasi güçle ve meşru yollarla müdahale etmeye çalışıyor. Toplum eski rejimin siyasi partilerini, sosyolojisini ve kurumsallaşmış yapısına ancak bu siyasi güçle değiştirilebileceğinin farkında. Bu yüzden de toplum, tartışmalara ve siyasi müdahalede Başbakan Erdoğan’a ve AK Partiye ciddi bir kredi açmış durumda. Buradaki hassasiyet, müdahalenin sınırlarıyla ve hakların ihlal edilmemesiyle örtüşüyor. AK Parti geçmişte siyasi rejim yoluyla bastırılan toplumsallığın, temsil ettiği kısmın yanında dışlanan diğer kesimleriyle de yeni toplumda meşru bir şekilde var olmasını ve yeni rejimin toplumsallığı bastırmayacak şekilde tesis edilmesine çalışıyor. Başbakan Erdoğan, Weberyen anlamda risk alan bir lider olarak, bu sürecin önünü açmaya çalışıyor. Organik bir şekilde bu misyona kendisini adadığı görülüyor. Bu hamlelerin basit bir seçim hesabının ötesine geçtiği alınan siyasi risklerin boyutlarından anlaşılıyor.  

Muhafazakar siyaset 

Türkiye’de muhafazakarlık, siyasi güç kullanılarak bastırılmış hatta yer yer yok edilmiş bir toplumsallığı ifade ediyor. Bu durum, bastırılmış muhafazakarlığı siyasi bir kimlik olmaktan çıkararak kültürel muğlak bir muhalefete dönüştürmüştür. Bürokratik vesayetin kalkması bu muğlaklığı kaldıracak ve siyasileşmenin önünü açacak tartışmaları beraberinde getirmiştir. Bu şekilde muhafazakarlığın, tıpkı diğer kimliklerin olduğu gibi sınırlarını artık bürokratik vesayet değil, siyaset ve dolayısıyla toplumun kendisi belirleyecektir. Artık tartışmalar bürokrasi marifetiyle toplumdan soyutlanmak yerine, siyaset marifetiyle toplumsallaşmaktadır. Bu, siyasetin yanında toplumun da kendini keşfetmesi, kendini yeniden veya yeni kurmasıdır.

Yeni rejimin ve Yeni Türkiye’nin kuruluşunda siyasi güçle yer açılan muhafazakarlardan ibaret değildir. Muhafazakarlığın kendi içindeki çeşitliliği, Kürt siyasi kimliği, Alevi kimliği, eskiden devralınan Kemalist ve milliyetçi kimlikler de yeni toplumun kurucu unsurları olarak ortaya çıkıyorlar. Ancak bu yeni toplumun kuruluşu, toplumsallıkların siyasi güç ve temsillerinin zaafı ölçüsünde siyasetin muhalefet kanadını zayıflatıyor. Muhalefetin zayıflığı ölçüsünde iktidardan, yani AK Parti’nin yeni rejim ve yeni Türkiye’nin kurulmasındaki beklenti düzeyi artıyor. Bu siyaset eksikliği, AK Parti’yi yeni rejimin ve Yeni Türkiye’nin yegane siyasi aktörüne dönüştürüyor. Sadece muhafazakarlar değil, ona muhalif diğer siyasi kimlikler de yeni rejimin ve yeni toplumun kurulmasında, AK Parti’nin temsil etmesini veya temsil kanallarını açmasını bekliyorlar. Burada oluşan güç ve temsil boşluğu, AK Parti’nin önünde kendi oy tabanını aşan bir siyasi hareket alanı açıyor. Bu alan, AK Parti’nin ve Başbakan Erdoğan’ın kendi sosyolojini aşan bir toplumsallıkta “göreli özerklik” kazanmasına yol açabiliyor. 

Paralel yapıyla ittifak 

“Göreli özerklik” AK parti karşıtı cepheyi organize edecek “paralel yapı” için de geçerlidir. Bu bakımdan “paralel yapı”nın temsil kabiliyeti ve gücü sadece bir cemaatle sınırlı olarak düşünülmemelidir. Paralel yapı, tasfiye edilen sofistike vesayet sisteminin yerini alacak hamleleri önünde açılan bu göreli özerklik alanı ve müttefikleri sayesinde cüretkarca yapabilmektedir. Bu bağlamda paralel yapı, kayıt dışı siyaset ve kayıt dışı ekonomi cephesinin vurucu gücü ve sıklet merkezi olarak ortaya çıkmaktadır. Vesayet sisteminin büyük sermayesi ile paralel yapının palazlanan sermayesinin işbirliğindeki cephenin gayrimeşru bir paralel yapının etrafında gayri meşru olarak yürüttüğü siyasi kampanya ile amaçlanan, yeni rejim ve Yeni Türkiye’yi kuracak siyasi iradeyi kırmak ve siyasi lideri tasfiye etmektir. 

Üçü bir arada darbe 

Siyasi mühendisliğin yakın tarihteki modeli, Turgut Özal’ın tasfiye edilmesi sürecidir. Nasıl Turgut Özal Cumhurbaşkanlığında tecrit edilerek ANAP elinde alındıysa aynı mantıkla Başbakan Erdoğan tecrit edilmek ve AK Parti ile arası açılmak istenmektedir. Burada projeyi zora sokan Cumhurbaşkanlığının halkoyuyla seçilecek olmasıdır. Bu bakımdan Özal’ın tecrit edilmesi, ANAP’la bağının kopartılmasının ardından hayata geçirilen 1993 darbesi,  yolsuzluk, El-Kaide gibi soruşturmalarla hayata geçirilmek istenmektedir. “Üçü bir arada” yapılmak istenen darbe süreci Başbakan Erdoğan’ın öngörülmeyen tepkisiyle planlandığı gibi yürümemiştir. Ortaya çıkan ses kayıtları AK Parti’nin parçalanması için şantaj kasetlerinin ve dava dosyalarının kullanılacağını gösteriyor. Dolayısıyla paralel yapının ilk hamlelerinin savuşturulmasını kesin sonuç olarak görmemek lazım. Paralel yapının neleri göze aldığı düşünülürse, yeni kriz senaryolarına hazırlıklı olunmalı.

Geziden sonra 17-25Aralık paralel yapı operasyonlarının gelmesi siyasi bir aklın ve mahfilin varlığını gösteriyor. Bu irade kırılmadıkça yeni siyasi mühendislikler ihtimal dahilindedir. Bu hamleleri engelleyecek idari ve hukuki mücadelenin kararlılıkla yürütülmesinin yanı sıra, siyasi mücadele de devam etmelidir. Bu siyasi mühendisliklerin temel hedeflerinden birinin Başbakan Erdoğan ve AK Parti’nin siyaset yapmasının engellenmesi olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. Karşı cepheyi dağıtmanın ve demokrasi cephesini güçlendirmenin yolu siyaset yapmaya devam etmektir.

Kayıt dışılık bitmeli 

Bu bakımdan AK Parti ve Başbakan Erdoğan, 12 Eylül 2010’da çıkan referandum sonuçlarındaki, kendi tabanlarını aşan bir yüzde 10’un varlığını daima hesaba katmalıdır. Çünkü bu yüzde 10 büyüdüğü nispette eski rejimin ve Eski Türkiye’nin reaksiyonu zayıflayacak, yeni rejim ve Yeni Türkiye daha geniş bir mutabakat zeminine oturacaktır. AK Parti bürokratik vesayetin tasfiyesinin iç ve dış politikada kendine açtığı geniş siyasi alanları muhakkak kullanmalıdır. Ancak bu alanlar, AK Parti dışındaki aktörleri de oyuna dahil ederek kullanılabilir. Meşru siyasetin önünün açılması ve medyadaki çoğulculuk, paralel yapının ve vesayet sermayesinin kayıt dışı siyaset, kayıt dışı ekonomi ve kayıt dışı hukuktan oluşan adaletsizlik dairesini sona erdirecek ve hareket alanlarını sınırlayacaktır. 30 Mart seçimlerinin sadece belediye seçimi olmadığı, yeni bir rejim ve Yeni Türkiye’nin oylandığı bilgisinin seçmenler tarafından algılanmış olması, gayrimeşru siyaset kampanyalarının ve siyasi mühendisliğinin siyaseten tasfiyesinde tarihi bir eşik olacaktır. Türkiye siyaseti ve toplumunun reşit olması, bu imtihanı başarıyla geçmesine bağlıdır. 

[email protected]