4. Yargı Paketi’nin aslı ne?

Adnan Boynukara / Adalet Bakanlığı Yüksek Müşaviri
2.03.2013

Türkiye’nin gerçek anlamda demokratik bir ülke olması için yapılan reformların tamamlayıcı bir adımı olan 4. Yargı Paketi, ifade özgürlüğünün önündeki bariyerleri kaldırabilecektir. İfade özgürlüğünün kısıtlamasında cebir, şiddet ve tehdit unsurlarının aranması, AİHM içtihatlarına uyum açısından, geç kalmış olmakla birlikte, olumlu bir gelişmedir.


4. Yargı Paketi’nin aslı ne?

Adnan Boynukara / Adalet Bakanlığı Yüksek Müşaviri

Türkiye’nin yaşadığı terör atmosferinin birçok hak ihlaline neden olduğu konusunda en ufak bir kuşku yok. İfade özgürlüğü, çok kolay kısıtlanabilmesi ve kısıtlandığında da karşı çıkılma düzeyindeki zayıflık nedeniyle hak ihlallerinin en sık yaşandığı alan olma özelliğini koruyor. Buna, terörle mücadele süreçlerinde aktif yer alan bürokratik kadroların siyasal perspektifleri, korumacı refleksleri, ifade ile şiddeti aynileştiren düşünce yapıları ve toplum-ülke menfaati arasındaki ilişkiyi algılamalarındaki problemli yaklaşım da eklenince süreç içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Farklı dönemlerde ortaya çıkan hak ihlallerinden mağdur olanların birbirlerine yaklaşımı ile mağduriyet türlerine karşı bireylerin değişen pozisyonlarının, devlet aygıtını yöneten bürokratik kadrolara geniş bir hareket alanı tanıdığı da açık.

Terörle Mücadele Kanunu’nun 6. ve 7. maddelerinin değişim seyri ile teröre karşı yürütülen mücadele tarzı arasında doğrudan bir ilişki vardır. Terörle mücadelenin en yoğun olduğu dönemde, 12 Nisan 1991’de kabul edilen TMK’daki dönemsel değişiklikler, özgürlük-güvenlik geriliminin izlerini taşır. Kanunun ifade özgürlüğünü yakından ilgilendiren 6 ve 7. maddeleri, 2002-2005 yılları arasındaki reform rüzgarlarıyla önemli ölçüde yumuşatılmış, ancak tırmandırılan terör olayları ve “iyi çocukların patlattığı bombalar”la haşinleşen siyasi iklim, 2006 yılındaki kısıtlayıcı değişiklikleri beraberinde getirmişti.

Kanunun 1991 yılında kabul edilen ilk halinde yer alan 6. maddede; terör örgütlerinin bildiri veya açıklamalarını basanlara veya yayınlayanlara ağır para cezası verileceği hükmü yer alıyordu. İçeriği ne olursa olsun “terör örgütlerinin bildiri ve açıklamalarını basmak veya yayınlamak” biçiminde formüle edilen suçun unsurları korunarak 18 Temmuz 2006 tarihli değişiklikle yaptırım ağırlaştırılmış ve suç için öngörülen para cezası yerine bir ila üç yıl arası hapis cezası getirilmişti.  Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla, 4. Yargı Paketi, bildiri veya açıklamaların suç teşkil edebilmesi için “terör örgütlerinin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösteren veya öven ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik eden” unsurların bulunmasını öngörmektedir.

Türkiye aleyhine kararlar

Örgüt propagandasını yaptırıma bağlayan TMK’nın 7. maddesi ise başlangıçta; propaganda fiillerini bir yıldan beş yıla kadar hapis cezasına bağlamak dışında suçun unsurlarına ilişkin bir açıklık taşımıyordu. 06 Şubat 2002 tarihli ve 4744 sayılı Kanunla, propaganda fiili “terör yöntemlerine başvurmaya özendirme” unsuruna bağlanmış, 30 Temmuz 2003 tarihinde kabul edilen 4963 sayılı Kanunla da “şiddet veya diğer terör yöntemlerine başvurmayı teşvik etme” esası getirilmişti. Güvenlik bürokrasisinin “terörle etkin mücadele” gerekçesine dayalı taleplerinin siyasi karar alıcıları zorlamaya başladığı 2006 yılındaki değişiklik, adeta filmi başa sarıyordu. 29 Haziran 2006 tarihinde kabul edilen 5532 sayılı Kanunla getirilen düzenleme TMK’nın ilk halindeki gibi sadece “propaganda”dan söz ediyordu. Meclise sevk edilen Tasarının ilk halinde “terör örgütünün veya amacının” propagandasından söz ediliyordu. Ancak Tasarıyı görüşen İçişleri Komisyonunda bu ibarenin son derece geniş yorumlanmaya elverişli olduğuna dikkat çekilerek terör örgütünün kimi amaçlarının, terör amacı gütmeyen kişilerin düşüncesiyle çakışabileceği, sadece bu çakışma dolayısıyla kişilerin terör suçu işlediklerine karar vermenin son derece sakıncalı sonuçların doğmasına yol açabileceği uyarısı yapılıyor ve metinden “veya amacının” ibaresinin çıkarılması teklif ediliyordu. Madde metni, Adalet Komisyonunda bu teklif doğrultusunda son halini alarak Genel Kurul’da kabul edilmişti. Ancak yasa koyucunun özgürlükler konusundaki bu hassasiyeti, propaganda suçunun belirli hale gelmesine ve günümüze kadar uzanan uygulama sorunlarının engellenmesine yetmedi. Gündemde olan 4. Yargı Paketi bu soruna nihai bir çözüm öneriyor ve “terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini alenen meşru göstermeyi veya övmeyi ya da bu yöntemlere başvurmayı alenen teşvik etmeyi” propaganda suçunun unsurları haline getiriyor.

2012 yılı sonu itibari ile AİHM’nin Türkiye hakkında vermiş olduğu toplam ihlal kararı sayısı 2.521’e ulaştı. Bu haliyle Türkiye birinciliğini korumaktadır. 1959 - 2012 tarihleri arasında ifade özgürlüğü alanında Türkiye aleyhine verilmiş 215 ihlal kararı bulunmaktadır. Türkiye’den sonra en çok ihlal kararı verilen ülkeler ise 33 ihlal kararıyla Avusturya ve 28 ihlal kararıyla Fransa’dır. Yandaki grafik Türkiye’nin ifade özgürlüğü konusunda içinde bulunduğu durumu net bir biçimde göstermektedir.

Grafik incelendiğinde Türkiye’nin, 47 devlet arasında, ifade özgürlüğü alanındaki ihlallerin yüzde 34,5’ini tek başına aldığı görülür. 53 yıllık süre içerisinde ortaya çıkan bu durum, demokratik bir ülkede kabul edilebilir değildir. Grafik üzerinden, “bu görüntüden kim sorumlu” türü siyasi polemiklere girmek de doğru değil. Her dönemin ortaya çıkan bu olumsuz görüntüde payı var. Çünkü bir ihlal kararının ortaya çıkış sürecinde, iç hukuk yollarının tüketilmesi aşamasında 6-7 yıl, AİHM önünde ise 4-5 yıllık bir süre söz konusudur. Bu nedenle; konuyu siyasi polemikler üzerinden tartışmak yerine, durumun ciddiyetini fark ederek gerekli yasal düzenlemeleri bir an önce hayata geçirmek önemlidir.

AİHM ve ifade özgürlüğü

AİHM içtihatlarına göre ifade özgürlüğü; ancak somut şiddeti yaratmaya elverişli şekilde şiddeti teşvik edici ve övücü söylemler nedeniyle sınırlanabilir. Burada mahkeme, süreci iki aşamada değerlendirmektedir. Birinci aşamada AİHM, dava konusu edilen yazının veya sözün içeriğini değerlendirmektedir. Buna göre, eğer yazı veya söz, şiddeti siyasette bir yol, bir araç olarak öneriyorsa, kişileri hedef göstererek kanlı bir intikam istiyorsa, uğruna mücadele edilen fikirler için şiddete başvurmanın meşru olduğunu ileri sürüyorsa veya insanda saldırgan duygular uyandıracak bicimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun ortamı kışkırtıyorsa ifade hürriyetinden yararlanmayabilir.

İkinci aşamada ise AİHM, şiddet unsurlarını taşıyan yazının veya sözün gerçekten şiddet yaratmaya elverişli olup olmadığına, söyleyen kişinin ne kadar etkili olduğuna, söylenilen yere, zamana ve bağlam bakımından bu mesajın fiilen, somut olarak şiddet yaratmaya müsait olup olmadığına bakmaktadır. AİHM’e göre, şiddeti teşvik etmek ile siyasi bir talebi ifade etmek arasındaki farkın çok açık bir şekilde ortaya konulması gerekmektedir. Buna göre AİHM, terör örgütleri ayrılıkçı amaçları bahane ederek şiddet uyguluyor ve terör yaratıyor düşüncesiyle ayrılıkçı ve radikal siyasi taleplerin veya fikirlerin ifade edilmesinin önlenmesinin, demokratik toplumun gereklerine uygun düşmediğini değerlendirmektedir. Ayrıca AİHM, demokratik bir toplumda, şiddeti yaratmaya elverişli olmayan bir yazı veya söz terör örgütlerinden gelse veya bu yazı ve sözler örgütlerin faaliyetlerini övmek için dile getirilmiş olsa bile toplumdaki tartışma ortamına girmesi gerektiğini öngörmektedir. AİHM’e göre bu fikirlerin ifade edilmesinin kısıtlanması, ifade özgürlüğünün ihlali anlamına gelmektedir.

Terör atmosferi ve bürokrası       

Türkiye’de ifade özgürlüğü alanında ortaya çıkan bu olumsuz tabloyu uzunca bir süredir Türkiye’yi kuşatan terör atmosferi ve bürokrasinin etkisi ile birlikte değerlendirmek gerekir. Terör atmosferi, toplumun ve bireylerin düşünme yeteneğini sınırlamakta ve atılması gereken adımları engellemektedir. Öte yandan yasal düzenlemelerin yapılmasında belirleyici olan aktörlerin insan haklarına yaklaşımları da ifade özgürlüğü alanında yaşanan bu olumsuz tabloyu beslemiştir. İfade özgürlüğünü kısıtladığı konusunda ittifak edilen TMK 6-7 maddelerin değişim seyri bahsettiğimiz durumu açıklamaya yetmektedir.

Üzülerek belirtelim ki Türkiye, yasal düzenlemelerin, bürokrasinin korumacı refleksleriyle biçimlendiği bir ülkedir. Bu olumsuz atmosferden kurtulmak, insan hakları ve ifade özgürlüğünün kurumsallaşması isteniyorsa, yasal düzenleme süreçlerinin, Türkiye’ye bu olumsuz tabloyu ‘armağan’ eden bürokrasiye tek başına havale edilmemesi bir zorunluluk olarak ortadadır. Siyasetçilerin bu konuda sergileyecekleri kararlılık, bürokrasinin korumacı reflekslerini gözden geçirmesinde etkili olacaktır.

Türkiye’nin gerçek anlamda demokratik bir ülke olması için yapılan reformların tamamlayıcı bir adımı olan 4. Yargı Paketi, ifade özgürlüğünün önündeki bariyerleri kaldırabilecektir. İfade özgürlüğünün kısıtlamasında cebir, şiddet ve tehdit unsurlarının aranması, AİHM içtihatlarına uyum açısından, geç kalmış olmakla birlikte, olumlu bir gelişmedir. Unutmamak gerekir ki düşünce özgürlüğünün tüm yönleriyle sağlanması demokratik dönüşümün en önemli aşamasıdır.

[email protected]