4'lü Moskova Zirvesi ABD'ye rağmen normalleşme

Prof. Dr. İsmail Şahin / Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi
29.04.2023

Suriye ile komşuları arasındaki normalleşme çabaları, Amerika'nın da katılması gereken olumlu bir gelişme. Haddizatında normalleşmenin bir tarafında ABD'nin Arap müttefikleri ile bir diğer müttefiki Türkiye var. Suriye'nin Arap dünyasındaki diplomatik tecridine son verilmeye çalışıldığı bir ortamda ABD'nin Arap müttefiklerinin hilafına hareket etmesi, Çin ile Rusya'nın diplomatik ağırlığının arttığı bir dönemde oldukça riskli bir davranış.


4'lü Moskova Zirvesi ABD'ye rağmen normalleşme

Orta Doğu ülkelerinin çoğu, Suriye ile ilişkileri normalleştirmenin vaktinin geldiğini düşünüyor ve bu yönde hareket ediyor. Konjonktür de bu duruma oldukça müsait. Bölge ülkelerinin neredeyse tamamı kendi aralarındaki diplomatik ve bölgesel ilişkileri onarmak için yoğun bir mesai harcıyor. Bu gayet normal. Zira Irak'ın işgalinden bugüne devam eden askeri çatışmalar, ayaklanmalar, terörizm, ekonomik buhranlar ve devrilen rejimler, bölgeyi ziyadesiyle perişan etti. Milyonlarca insan hayatını kaybederken daha fazlası yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kaldı. Hiç kimse yaklaşık 20 yıldır Orta Doğu'nun maruz kaldığı insanlık dramını kolay kolay inkâr edemez.

Herkes normalleşmeyi arzuluyor

Bundan dolayı başta Suriyeliler olmak üzere Orta Doğu halkları Yemen'den Suriye'ye uzanan bölgedeki normalleşme çabaları memnuniyetle karşılanıyor. Nihayetinde Orta Doğu'da devam eden istikrarsızlık ve çatışma iklimi, bölge halklarına yoksulluk ve mahrumiyet dolu bir hayattan öte herhangi bir kazanım sağlamadı. Bu insanlar bir on yıl daha umutsuzluğa ve çaresizliğe mahkûm olmak istemiyorlar. Sevindirici olan ise bu arzunun bölge devletlerinde bir iradeye dönüşmesi ve normalleşme sürecini tetiklemesi. Genel olarak gelişmeler dikkate alındığında, normalleşmeyi durdurmaya çalışmanın ya da buna karşı çıkmanın, kaybedilen bir oyun olduğu söylenebilir.

Artık ABD'nin talepleri mühim değil

Orta Doğu'da ortaya çıkan normalleşme girişimlerinin sadece bölgenin iç talebi olmadığı çok açık. Çin'in geçtiğimiz ay, Suudi Arabistan-İran normalleşmesine yaptığı katkı ve bu hususta üstlendiği arabuluculuk ortada. Bunun yanında Rusya'nın, Ankara ile Şam arasındaki barış görüşmelerinde oynadığı anahtar rol herkesin malumu. Bölge dışı iki büyük aktör olan Çin ile Rusya'nın Orta Doğu diplomasisinde lider rolünü kazanmaları ve bu role kalıcı ciddi yatırımlar yapmaları dikkatlerden kaçmıyor. Amerika'nın inisiyatifi dışında meydana çıkan bu gelişmeler, elbette Washington'ın Orta Doğu diplomasisindeki lider rolüne ve de bölgesel konumuna ciddi ölçüde zarar verebilir. Fakat şurası çok açık ki Orta Doğu ülkelerinin Washington'ın çıkarlarına ya da beklentilerine boyun eğme mecburiyeti kalmadı. Kaldı ki Amerika'nın Orta Doğu politikası zaten yıpranmış durumda. Bu nedenle Bölge ülkeleri için tek çıkar yol, ABD'nin ne istediğinden ziyade Birleşmiş Milletler (BM) prensipleri ve kararları çerçevesinde bir uzlaşıda buluşmak.

Suriye meselesinin geldiği nokta dikkate alındığında, Suriye rejimini tecrit etme politikasının işe yaramadığı kolaylıkla anlaşılabilir. Zira Şam'a yönelik yıkıcı yaptırım politikaları ne Esad'ı iktidardan uzaklaştırabildi ne de politikalarını değiştirebildi. Daha da önemlisi, bu politikalar başta Amerika olmak üzere birçok Avrupalı devletin savunduğunu iddia ettiği masum Suriyelilere zarar verdi. Bugün Türkiye'nin Suriyelilere yönelik ev sahipliği yapma ya da Suriye'ye yönelik insani yardımda bulunma şeklinde ortaya çıkan politikaları olmasaydı, Suriyelilerin yaşadığı dramın kat be kat artacağı çok açıktı. Şüphesiz Türkiye, Suriye'deki iç savaşın acısını hafifletmek ve Suriye halkına yardım etmenin yollarını aramak için tüm çarelere başvurmuş bir ülkedir.

Güvenli şekilde eve dönüş

Bu bağlamda Türkiye'nin Suriye politikası ile Türk askerinin Suriye'de bulunma nedeni genel hatlarıyla şöyle özetlenebilir. İlk olarak Türkiye'nin tartışmasız ana politikası, Suriye'nin egemenlik haklarını ve toprak bütünlüğünü korumaktır. Bu doğrultuda Türkiye, 2015 yılında BM Güvenlik Konseyi'nin Suriye'ye ilişkin aldığı 2254 numaralı karara bağlıdır. Türkiye'nin bir diğer beklentisi, ki bu durum yine 2254 sayılı kararda yer almıştır, Türkiye'nin, Suriye'nin ve bölgenin güvenliğini, ulusal ve toprak bütünlüğünü tehdit eden PKK/YPG/PYD ve DEAŞ başta olmak üzere tüm terörist grupların etkisiz hale getirilmesidir. Son olarak Türkiye, uzun süredir ev sahipliği yaptığı Suriyeli göçmenlerin gönüllü, güvenli ve onurlu bir şekilde kendi ülkelerine dönmelerini sağlamayı amaçlamaktadır.

Türkiye'nin hassas çizgileri

25 Nisan'da Türkiye ve Suriye ilişkilerinin normalleşmesi için Moskova'da düzenlenen ve Türkiye'nin Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve MİT Başkanı Hakan Fidan tarafından temsil edildiği dörtlü toplantıda yukarıdaki başlıkların da masaya yatırılması, Türkiye'nin hassas çizgilerini işaret etmesi bakımından önemlidir. Tarafların olumlu havada geçtiğini açıkladığı dörtlü formatta yapılan toplantıda Rusya, Türkiye, İran ve Suriye temsil edilmişti. Türkiye'nin Suriye'ye yönelik politikaları tehdit algısına dayalı güvenlik temellidir. Zira Türkiye, uzun yıllar boyunca ulusal ve toprak bütünlüğünü korumak amacıyla terörle mücadele eden bir ülkedir. Özellikle Suriye ve Irak'ta oluşturulan terör kampları, Türkiye'ye yönelik silahlı ve ideolojik eylemlerin yıllarca merkezi olmuştur. Biraz geriye gidildiğinde Hafız Esad başkanlığındaki Suriye yönetiminin 1980 ve 1990'lar boyunca PKK ve lideri Abdullah Öcalan'ın kendi topraklarında her türlü faaliyette bulunmasına ve buralardan Türkiye'ye dönük terör eylemleri gerçekleştirmesine izin verdiği görülür. Türkiye'ye karşı PKK eylemlerini engellemeyen Suriye'nin bunun yanı sıra Hatay üzerinde de hak iddiasını sürekli gündeme getirdiği, belgelerle sabit bir durumdur. Hatta Abdullah Öcalan'ın kaçma sürecinde Suriye, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin birlikte oynadığı rol, halen hafızalarda tazeliğini korumaktadır.

Unutmamak gerekir ki 1998 yazında, uluslararası toplumu kaygılandıran en önemli gündem, PKK meselesinden dolayı Ankara-Şam askeri çatışma olasılığıydı. Türkiye'nin baskıları sonucunda 20 Ekim 1998 günü iki ülke arasında Adana Mutabakatı imzalandı. Adana Mutabakatı, özetle, PKK ve uzantılarına Suriye topraklarını yasaklıyordu. Ayrıca Suriye hükümeti, Türkiye'nin güvenlik ve istikrarını tehlikeye atacak her türlü eyleme izin vermemeyi taahhüt ediyordu. Ancak gelinen nokta itibariyle Suriye toprakları, Türkiye'yi tehdit eden PKK/YPG/PYD ve DEAŞ başta olmak üzere tüm terörist grupların yatağı haline gelmiştir. Belki daha önemlisi, BM Güvenlik Konseyi Suriye'de barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri almada aciz davranmıştır. Bu vaziyet, Türkiye'yi silahlı bir saldırıya açık hale getirmektedir. Bu nedenle Türkiye, BM Antlaşması'nın ilgili hükümleri ile Adana Mutabakatı çerçevesinde Suriye'ye askeri müdahalede bulunmuştur. Suriye'deki Türk askeri varlığının önemli bir diğer amacı da Afganistan'da olduğu gibi bölgenin panik ve kaos içinde çökmesinin önüne geçmektir. Türkiye'nin gerekli güvenlik tedbirlerini almadan aniden bölgeden çekilmesi, teröristlerin hızla dolduracağı bir güç boşluğu yaratacaktır. Türkiye'nin böylesine telafisi güç veya imkânsız bir riski göze alması pek mümkün değildir.

ABD ne istiyor?

Amerika ile Türkiye arasındaki anlaşmazlık tam da buradan neşet ediyor. Amerika'nın Suriye'de gözle görülür üç amacı olduğu söylenebilir. Birincisi, Suriye'deki İran'ın varlığını ve etkisini zayıflatmak. İkincisi, İsrail'in güvenliği. Üçüncüsü de PKK/YPG/PYD üzerinden Suriye'deki Kürt ayrılıkçılığını destekleyerek, ülkenin yaklaşık üçte birini ve petrol sahalarının büyük bir bölümünü kontrol eden özerk bir Kürt yönetiminin kurulmasını garanti altına almak. Bu yapının, PKK ve lideri Abdullah Öcalan'ın ideolojisini destekleyen bir yönetim modeli olduğu, kolaylıkla açık kaynaklardan teyit edilebilir. Haliyle Türkiye, bu ve yukarıdaki nedenlerden dolayı Washington'ın Suriye'yi bölme stratejisine karşı çıkıyor. Amerika'nın önceliği, kendi amaçları doğrultusunda Suriye'de siyasi çözüme ulaşmak, ardından normalleşme süreçlerini başlatmak.

Bundan dolayı Rusya arabuluculuğunda gerçekleşen Ankara-Şam normalleşme sürecine karşı çıkıyor. Çünkü normalleşme sağlanırsa, ABD'nin Suriye'deki planları büyük ölçüde suya düşecektir. Halbuki Suriye ile komşuları arasındaki normalleşme çabaları, Amerika'nın da katılması gereken olumlu bir gelişmedir. Haddizatında normalleşmenin bir tarafında ABD'nin Arap müttefikleri ile bir diğer müttefiki Türkiye vardır. Suriye'nin Arap dünyasındaki diplomatik tecridine son verilmeye çalışıldığı bir ortamda ABD'nin Arap müttefiklerinin hilafına hareket etmesi, Çin ile Rusya'nın diplomatik ağırlığının arttığı bir dönemde oldukça riskli bir davranıştır.

[email protected]