6 Eylül 2025 tarihinde Malatya'da düzenlenen törende de 300 bininci konutun anahtarı teslim edilmiştir. İletişim Başkanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre ise yıl sonuna kadar 358 bin 859 konut, 31 bin 307 iş yeri, 62 bin 187 köy evi olmak üzere toplam 452 bin 983 bağımsız bölümün teslim edilmesi hedeflenmektedir. Bu sayılar yalnızca bir inşa faaliyetini değil, devletin milletiyle kurduğu güçlü bağın, verdiği sözü yerine getirdiğinin ve sergilediği kararlı duruşun da göstergesi olmuştur.
Dr. Burak Kaplan/ Yazar
Türkiye, 6 Şubat 2023 tarihinde yaşadığı büyük depremlerin ardından derin bir fiziksel ve toplumsal yıkımla yüzleşti. Aradan geçen yıllar sadece enkaz kaldırma ve yeniden inşa çabalarıyla değil, aynı zamanda büyük bir yas süreciyle, travmayla ve belki de en önemlisi umutla örülü bir zaman dilimi oldu. Adıyaman, Kahramanmaraş, Malatya ve Hatay gibi şehirler, depremin ardından neredeyse haritadan silinmişçesine tarif edildi. Bu şehirlerin bir daha asla eski günlerine kavuşamayacağına dair güçlü bir inanç, sadece dış gözlemcilerde değil en çok da yakınlarını, evlerini, hayatlarını kaybeden insanlar arasında kök saldı. Yaşanan kayıplar göz önünde bulundurulduğunda böyle bir inancın varlığı anlaşılabilirdi. Ancak bu derin karamsarlığın içinde dahi yeniden başlama iradesi, hafızayı koruma arzusu ve geleceği yeniden kurma çabası filizlenmeye başladı.
Asrın felaketi karşısında çok yönlü seferberlik
Bu umudun filizlenmesinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kararlı duruşu ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde hükümetin hızlı ve kapsamlı müdahaleleri belirleyici bir rol oynadı. Depremin ilk anından itibaren sahada varlık gösteren devlet kurumları, arama-kurtarma çalışmalarından kalıcı konut projelerine, altyapı yatırımlarından sosyal destek mekanizmalarına kadar çok yönlü bir yeniden inşa süreci başlattı. "Asrın felaketi" olarak tanımlanan bu büyük yıkım karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gösterdiği liderlik, yalnızca bir kriz yönetimi değil aynı zamanda milletin moral ve motivasyonunu yüksek tutma çabasıydı. Yüzbinlerce konutun hızla planlanması ve inşası, şehir hastaneleri, okullar ve sosyal donatı alanlarının kurulması, bölgenin yalnızca fiziksel olarak değil, sosyal ve ekonomik olarak da ayağa kalkmasına öncülük etti. Bu süreçte devletin gücü, milletin iradesiyle birleşerek hayatın yeniden yeşermesini mümkün kıldı.
Elbette, bu kadar büyük bir yıkımın ardından toparlanmak yalnızca fiziki yapıları ayağa kaldırmakla mümkün değildi. İnsanların yaşadıkları kayıplarla baş edebilmesi, yeniden hayal kurabilmesi ve geleceğe güvenle bakabilmesi için kapsamlı bir sosyal iyileşme süreci de gerekiyordu. Bu noktada devletin sadece inşaatla değil, insanla da ilgilenen bir yaklaşım benimsemesini zorunlu kıldı. Kurulan psikososyal destek merkezleri, taşradaki en küçük yerleşimlere kadar uzanan mobil sağlık ve danışmanlık ekipleri, kadınlara ve çocuklara özel destek programları bu sürecin temel yapı taşlarını oluşturdu. Eğitimden istihdama, sağlıktan sosyal hizmetlere kadar her alanda yürütülen bütünleşik politikalar sadece şehirleri değil, insanların umutlarını da yeniden inşa etti.
Yine de Türk milleti açısından "evin" sadece dört duvardan ibaret olmayışı; aidiyetin, güvenin, huzurun ve geleceğe dair umudun sembolü olması; inşa faaliyetlerinin insanların geleceğe dair umutlarını büyük oranda şekillendirmesinde etkili oldu. Bu derin kültürel ve manevi değeri gözeten Türkiye Cumhuriyeti Devleti de sadece bina yapmakla kalmayarak milletin değerlerine inanarak ve onları yaşatarak bir yaklaşım benimsedi. Henüz acılar çok tazeyken dahi, ilk konutların temelleri atıldı ve şehirlerin yeniden ayağa kalkacağı mesajı açık ve güçlü bir biçimde verildi. Afetten yalnızca aylar sonra bile insanlar şehirlerinde yeniden bir hareketlilik, bir sahiplenme ve kararlılık duygusu hissettiler.
Devletin tüm kurumlarıyla sahada olması ve afetzedelerin yanında kararlı bir şekilde durması bu inancın yeniden yeşermesinde, belirleyici rol oynadı. En zor zamanlarda bile yalnız bırakılmadığını gören vatandaşların devletine olan güveni tazelendi. Bu sürecin başarısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğindeki güçlü ve koordineli yönetim anlayışı kritik bir etkiye sahipti. Devletin tüm kurum ve imkanları birbirini tamamlayan bir bütünlük içinde hareket ederek barınmadan eğitime, sağlıktan sosyal desteğe kadar her alanda kesintisiz hizmet sundu. Bu çok yönlü seferberlik, sadece teknik bir yeniden inşa süreci değil, aynı zamanda moral ve psikolojik açıdan bir yeniden ayağa kalkışın da temel dinamiği oldu.
Afet sonrasında liderlik ve sahici birliktelik
İnşa ve ihya sürecinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan aldıkları yetkiyi güçlü bir iradeyle sahaya yansıtan ilgili bakanların liderlikleri de belirleyici oldu. Özellikle Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, depremin ardından sergilediği kararlı ve aynı zamanda babacan duruşla halkın güvenini kazandı. Kurum'un liderliğini ortaya koyduğu iki somut örnek, devletin afet sonrası süreci nasıl ciddiyetle ele aldığını göstermesi açısından dikkat çekiciydi. Bunlardan ilki, deprem bölgesindeki müteahhitlerle yapılan bir toplantıda beton fiyatlarının olağanüstü yükseltilmesine karşı "gerekirse çelik yapılara geçeriz" çıkışıyla kriz ortamını fırsata çevirmeye çalışanlara karşı devletin güçlü duruşunu göstermesidir. Bu net duruş, piyasa aktörlerine devletin vatandaşın mağduriyetine göz yummayacağı yönünde açık bir mesaj olmuştur. İkinci örnek ise şantiye ziyaretlerinde "24 saat esasına göre çalışacaksınız; hak edişlerinizi işinizi bitirdikten bir gün sonra alacaksınız" diyerek müteahhit firmaları hız ve ciddiyet konusunda uyarmasıdır. Bu tavır, sadece bir yönetim anlayışının değil, aynı zamanda devletin afetin yaralarının yavaşça sarılmasına asla müsaade etmeyeceğinin ilanıdır.
Bu kararlı liderlik çizgisi ile devletin sahadaki "babacan yüzü" de milletin gönlünde ayrı bir yer edinmiştir. Anahtar teslim törenlerinde, yeni evlerine kavuşan ailelerin yaşadığı duygu seli, çocukların, yaşlıların, kadınların devlet yetkililerine kendi ailelerinden biriymiş gibi sarılması, bu sıcak ilişkinin en samimi göstergelerinden biridir. Bu anlar, devlet ile millet arasında sadece bir hizmet ilişkisi değil köklü, sahici ve duygusal bir bağın da yeniden tesis edildiğini ortaya koymuştur.
Sayıların ötesinde: Dayanışma ve kararlılıkla geleceğe yürüyüş
Duygusal yoğunluğu yüksek bu başarı hikâyesinin rakamlarla desteklenmesi, ortaya konan çabanın büyüklüğünü daha somut ve etkileyici biçimde gözler önüne sermektedir. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum'un açıklamalarına göre, bugün deprem bölgesinde günde 550, saatte ise 23 konut inşa edilmektedir. Bu dev projelerde yaklaşık 200 bin emekçi, işçi, mühendis ve mimar, afetzede vatandaşların yuvalarına bir an önce kavuşması için gece gündüz demeden görev yapmaktadır. 6 Eylül 2025 tarihinde Malatya'da düzenlenen törende de 300 bininci konutun anahtarı teslim edilmiştir. İletişim Başkanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre ise yıl sonuna kadar 358 bin 859 konut, 31 bin 307 iş yeri, 62 bin 187 köy evi olmak üzere toplam 452 bin 983 bağımsız bölümün teslim edilmesi hedeflenmektedir. Bu sayılar yalnızca bir inşa faaliyetini değil, devletin milletiyle kurduğu güçlü bağın, verdiği sözü yerine getirdiğinin ve sergilediği kararlı duruşun da göstergesi olmuştur.
Sonuç olarak 6 Şubat depremleri sonrasında yaşanan büyük yıkım, milletin dayanışma ruhuyla ve devletin güçlü ve kararlı liderliğiyle aşılmaya başlanmıştır. Sadece şehirlerin değil, hayatların ve umutların da yeniden inşa edildiği bu süreç, Türkiye'nin kriz anlarında nasıl topyekûn bir seferberlik ortaya koyabildiğinin en somut göstergesi olmuştur. Depremin acısı hâlâ taze olsa da ortaya konan irade ve yürütülen çalışmalar sayesinde geleceğe dair güven duygusu yeniden inşa edilmiştir. Bu büyük mücadelenin her bir adımı, bir yandan kayıpların hatırasına saygı duruşu niteliği taşırken, diğer yandan daha dirençli, daha adil ve daha yaşanabilir şehirler için atılmış güçlü bir adımdır.