Bir ‘devrim’ tiyatrosu olarak Gezi / 68'den Gezi'ye kaybetmenin diyalektiği

Ercan Yıldırım / Yazar
2.06.2018

CHP’nin “devlet partisi” kimliği Gezi sonrasında yerini neoliberal solun Suriye sonrası Ortadoğu’su için referans teşkil edecek donelere bıraktı. HDP ile içli dışlı tutum, mezhep kimliğinin ulusalcıları bile kovan kuvvetli etkisi Türkiye’nin geleceğine yönelik büyük bir yarık oluşturdu.


Bir ‘devrim’ tiyatrosu olarak Gezi / 68'den Gezi'ye kaybetmenin diyalektiği

68 ile Gezi olayları iki sahicilik örneğidir; 68, başka bir dünyanın mümkün olduğunu sahiden ispatlamak isteyenlerin katıldığı bir hareket iken Gezi, neoliberal akıştan pay almanın mümkün olabileceğini kanıtlamak isteyenlerin sahici kalkışmasıydı.

Gezi’den 68 çıkarma ayinleri düzenleyenlerin birbirine zıt dünyalardan, iki farklı sahicilik jargonundan söz ettiğini bilmemelerinin, dünyayla kurdukları suni ilişkiyle, Türkiye ve sosyalizme bağlanan ideolojik düzlemin öykünmecilikte kilitlenmesiyle güçlü bir bağı var.

68’e giden yollar, sosyalizmi Kemalizmin payandasına vererek döşendi. En Stalinisti bile Kemalistlerin İslami olanı geriletmesini aydınlık, ilericilik ve sosyalist devrim aşamalarından biri görüyordu.

Devrim ve metod tartışmaları altında sahicilik belki de en çok bizim eski mesleğimiz kültürde kendine yer buldu, giyim-kuşam, yeme-içme, cinsellik-kadın meselelerinde… Hippi kıyafetlerinden-stilinden nefretimiz kadınsılığın lümpen–taşralı erkeklik öğretisiyle çakışmasından kaynaklanmıyordu sadece, hippi zihniyetinin ortalama Türk kimliğini tehdit eden bir yanı da vardı; sahicilik en çok hippilere yakıştı, dünyayı değiştirme en çok hippi tarzında karşılık buldu, enteresan değil mi “mükemmel orta” unisex yaşam tarzından endişe etti!

Gezi ise 68’in ürettiği neoliberal sol üzerinden yükseldi, içinde ne sınıf kavgası, ne proleter öncülük ne de devrim barındırıyordu. Sırtını enternasyonalizmi biçen Kürt milliyetçiliğine yaslayarak ilerleyen bir sahicilikten bahsediyoruz... Alabildiğine kentli, alabildiğine küçük burjuva, uçsuz bucaksız bir neoliberal söylem vahası içinde devrim tiyatrosu…

Türkiye’de 68 sonrasında yeni bir sol hareket gelişti; fakat bu 60’lara ruhunu veren yaklaşımlardan enikonu farklıydı. İsmet Özel’e, “tez kızaran güllerden kendini sakın” dizelerini yazdıran yeni yaklaşımlar, “tarlası çoktan sürülmüş” ortam, yepyeni yüzler sol hareketi devralmıştı.

“Akredite olan” yeni sol, Keynes sonrası dünyaya Hayek ile birlikte uyandı.

68’in muhalefet imkanları Anadolu’daki büyük müesses nizamın zıttı hassasiyetleri yeni bir dille piyasaya sürdü; aradaki marjinalize olma, 70’lerin sağ-sol çatışmasında silaha sarılma dönemini atlayınca ortaya Lgbt-i hakları, feminizm, çevrecilik, etnik-mezhep-gayri müslim haklarını savunan kelimenin tam anlamıyla kırma bir sol çıktı. İktidara talip, Türkiye’yi dönüştürme iddiasındaki anti-Sovyetik hatta askeri mihver alan yaklaşımların tersine tuttukları her eylemi ve kişiyi kahramanlaştıran bir anlayış gelişti. 68 romantizmi Che imgesini destekleyecek şekilde Deniz Gezmiş-parka-postal üçgeniyle tamamlandı. Sistem karşıtı hareketler için 68 dünyada bir milattı, Türkiye’de 68’i milat alabilecek ortam gelişmedi, tam tersine 27 Mayıs miladını reddeden mirasyedilik ortaya çıktı. Belki de Gezi’den 68 ruhu çıkarmak isteyenler ‘milat’ arayışını da tamamlamak, sonuçlandırmak istiyordu.

Gezi olayları sol harekete hatta muhalefetin tamamına ilham veremediği gibi bir model de sunamadı. Gezi’yi milat kılmak, Gezi’nin açtığı yoldan yeni tür sosyalizm çıkarmak yerine pop-militanlığı besleyen damara kan takviyesi yapıldı. Sonuçta Gezi romantizminin arkasının gelmemesi, onu nirengi noktası almak isteyenleri hayal kırıklığına uğrattı; zira “Gezi unutuldu” yakınmaları metodik muhalefet tarzından çıkıp “belirli gün ve haftalar” etkinliklerinin konusu haline gelmesiyle ilgiliydi. 

Sol, Kürtçülüğün kanatları altında serpilme imkanı ararken 90’lardaki neoliberal siyasal söylemin gölgesinde gelişti; çokkültürlülük, çoğulculuk ve bir arada yaşama teorilerinden patikaya sızmaya çalışan yeni sol Tayyip Erdoğan’ın 2011 sonrasındaki manevrasıyla kendini bir anda şarampolde buldu.

Belki de hazırlıklı oldukları için Kürtçülüğün himayesinde 68 romantizminin alt yapısını tamamlayacak teorik aparatları geliştirmekte gecikmediler. Sol popülizm yerine kurama dayalı içe kapanma zaman zaman şaşkın devrimci diyalektiğe otursa da devrimci-önleyici şiddet, antagonist siyaset, mikro milliyetçilik kanallarından iz aramaya koyuldu.

HDP projesi, Rojava, müştereklik fikrinin ürettiği komünal parçacıklardan bir bütün oluşturma gayretleri “büyük resme” takıldı. Kendini sürekli marjinal kanallara, aurasız tikelliklere atan sol ne devrim, proleter öncülük, yeni bir Türkiye ve dünya tezlerini ne de gölgesinde serpildiği neoliberal etkilerin kıta Avrupası’nda umut ilkesine bağlanan komünist çıkışı Türkiye’de üretebildi, sahiplenebildi.

68’den Gezi’ye romantik militanlık

68 gibi Gezi de Türkiye’yi sosyalizme hatta sola açacak imkanlar dairesinde yeni bir siyasal ark açamadı.

Gezi sadece CHP liderinin 68’den bozma romantik eylemlerine ilham olabildi. Çünkü dünyada 68, sahiciliğini farklı bir dünya hedefinden alıyordu, Türkiye’de “akredite olma”ya odaklanmıştı, çünkü Gezi kapitalizm-neoliberalizm dışı bir dünyayı değil tam tersine orada yer almayı, kadim devlet katlarında yer kapma endişesini öne çekiyordu.

Kentli küçük burjuva Gezi’yi kpss olmadan devlete yerleşmek, lümpenize olmuş orta-üst kesim ise küresel finansa bağlılığını göstermek için kullandı. Elde kala kala Koç yoldaşlığı kaldı.

68’in de Gezi’nin de sloganları, hedefleri “arzuların gıdıklanması”na yönelikti, tutkuları şelaleye dönüştürme, arzuları özgürleştirme bir yönüyle neoliberal küresel kültürün sola derin tesirini de açıklıyordu. Arzularını özgürleştiren küçük burjuva romantizmi akabinde 68-Gezi olaylarından bir paradigma inşa edememe eleştirisini yapıyor, yazıklanma etiğini yine kendilerine has kadife sesli duygusallıkla ikame ediyorlardı.

68 olayları gibi Gezi de solu, sosyalizmi Kemalizmin yedeğine aldı. Sosyalistler, demokrasi ve laiklik konusunda CHP ulusalcılarının reflekslerini kazandı. Fakat kabul etmek gerekir ki CHP’nin “devlet partisi” kimliği Gezi sonrasında yerini neoliberal solun Suriye sonrası Ortadoğu’su için referans teşkil edecek donelere bıraktı. HDP ile içli dışlı tutum, mezhep kimliğinin ulusalcıları bile kovan kuvvetli etkisi Türkiye’nin geleceğine yönelik büyük bir yarık oluşturdu. Gezi sosyalizm için milat olmasa da etnik-mezhep merkezli yeni siyasal ayrışmalarda CHP’yi “büyük resme” iddialı şekilde ekledi. 68 ve Gezi, Türkiye’de sosyalizmin alternatif olma imkanlarını yok ettiği gibi neoliberal karşıtı bir cephenin kurulma ihtimalini heba etti.

Hele Gezi... Gezi’deki Zizek’in deyimiyle “maaşlı burjuva olma” aşkı, devleti talep eden girişimler 68’in bir anlamda devamı olarak kapitalist işleyişi kırmak yerine onarmaya matuf olarak gelişti.

Arzularını konfora ve konformizme odaklayan sosyalizm küresel finansın Türkiye şubesi olarak Suriye-Irak merkezli klan devletlerin, Kürt devleti ihtimalinin taşıyıcılığını üstlendi.

Gezi’den geriye sosyalizm açısından Türkiye’ye yönelik yeni odakların birleştirici ve romantik provasıyla sistem dışı alternatiflerin imkansızlığı fikri kaldı.

Gezi safları belirginleştirdi

Gezi olaylarının siyasetin, düşüncenin ve ideolojilerin akışlarını çok da belirlediğini söyleyemeyiz. Belki en çok Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konumu açısından tesirli oldu; Gezi’nin “ilk üç günü” retoriği üzerinden sempatik yakınlıklar kuran İslami kesim “mesele ağaç değil anlamadın mı” gerçeği üzerinden net ayrışmalar yaşamak zorunda kaldı. Gezi hayat tarzı ve kimlik kamplaşmalarını siyasal alanda belirginleştirirken seküler-dindar dikotomisini mutlaklaştırdı. İslami kesim sol-Kemalist ittifakların kendilerinde beka sorunu açacağını tecrübe etti. Esasında gerek AB konusunda gerek çözüm süreci, etnik-hayat tarzı ayrışmalarında son derece ılımlı davranan Erdoğan’ı süreçten koparmak için Gezi taifesi elinden geleni yaptı, milli–yerli bloku kurmaya, kamplaşma siyasetini ikameye Geziciler neden oldu. Türkiye’de İslamcılığın, dindar kimliğin kamuda “iktidar” olmasına karşı kin ve nefret besleyen kesimlerin belki uzun 90’lar ve AK Parti’nin iki dönemindeki ittifakının bir stratejik manevra olduğu, İslami tezlerin karşısında durulmasına rağmen Erdoğan karizması ve İslami dilin millet nezdindeki meşruiyetinin “kullanılmaya” çalışıldığı bu süreçte anlaşıldı.

Gezi’den sonra İslamcılık, uhdesindeki ümmetçilik formasyonuyla bağlantılı olarak etnik eğilimlere olan sıcak temasını bütünüyle kaldırdı, İslamcılık tarihle, toprakla, bayrakla, Türklükle mesafesini Gezi ile kapattı. Gezi ve arkasından 15 Temmuz İslamcı düşünceyi tekeline alan “etnik İslamcı şahsiyetler”in uzaklaşmasına, İslamcılığın milliliğe, ülkücülüğün de ulusalcılıktan uzaklaşıp milliyetçiliğe / İslami olana yakınlaşmasına vesile oldu.

Böylece Meşrutiyet dönemindeki ideolojilerin İslam-cılık ortak paydasındaki görüş birliğine de yeniden dönülmüş oldu. 60’ların İslam sosyalizmi, 2000’lerin İslami sol gibi yaklaşımları, İslamcıların “romantik devrimcilik” öykünmeleri - hülyaları, devlet ile rejimi eşitleyip vatan kavramına düşmanlıkları Gezi-FETÖ kalkışmalarıyla sona erdi.

Fikri altyapısı kurulamayan, refleksleri hala 70’lerin tutumlarına göre gelişen milli-yerli söylemin 24 Haziran’dan sonra merkeze yerleşmesi için toplumu, Türkiye’yi kapsayan, İslami olana daha ağırlık veren dili kurması gerekecek.

Millet meşruiyetinde şiddetin yerinin olmadığı 68’de, Gezi’de, terör meselesinde, HDP’nin Türkiye sathında gerçekçi varlık gösterememesinde, FETÖ’nün reddedilmesinde kendini çok net gösterdi. Gezi-hendek çatışmaları-FETÖ darbe girişimleri kerim devlet idealinin zaman zaman güçlü devlet biçimine evrilmesi gerektiğini açıklasa da Türk milleti tehditlerin kalkmasından sonra aynı tavrın devamına sıcak bakmadığını da gösterdi.

Enteresan bir özgürlük fikri var millet bağının; kontrolü kendinde tutan, sınırlarını çizebilen, sağlam bir lidere bağlılığını bildiren kerim devlet içindeki kapışmalarda ayakta kalanı seven bir özgürlük anlayışı… Çok kültürlü olmayı zenginlik sayabilen İslam-Türk-ehli sünnet-gazaya oturan millet bağı, hoşgörü gösterebilecek üstünlük, özgüven ve otoriteye sahip olmak istiyor… Dış tehditlere karşı bağını sıkılaştırırken değişimi, eleştirmeyi kendi iç bünyesindeki çatışmalarda arayıp halletmeyi, “içerdeki hainlerle” uğraşarak dinamik, zinde, uyanık kalmayı üstün tutan bir millet bağı…

Gezi iktidar-milli birlik-özgürlük konularında millet bağı için yepyeni ufuklar açmayı başardı ama aynı zamanda millet gerçeğinin küresel kapitalizm ve küresel medeniyet açısından bağımlılığını da kanıtladı. “Memleket gerçekleri” Gezi üzerinden yeniden tanımlandı, yüzleşme ve yenilenme sürecine girdi. Belki burada en dikkat çekici taraf toplumun kariyerist tutumunun geçerli en yüce değer/erdem haline gelmesi oldu.

Gezi taraftarlarıyla karşıtları arasındaki örtüşme konforlu, rahat, sabit gelir arayan gerektiğinde lümpenizmi kullanmaktan çekinmeyecek kitlelerin, gençlerin varlığı üzerinde oldu. Toplumun zaman zaman kin biriktirmesi, ihtiyaçlarını nefret üzerinden en yakınındakine bile göstermesi hala Türkiye’de düşüncenin, ideolojilerin, sanat ve edebiyatın içinden çıkamadığı, geriden takip ettiği bir konu. Aslolan hala küresel medeniyetin iktisadi şartlarını Türkiye’de gösterebilmek…

Sınıf çatışmaları da kimlik kavgaları da, seküler-dindar dikotomisinin aynı havzada buluşması da yüksek gelir, müreffeh hayat tarzı üzerine odaklanıyor. Gezi’yi destekleyen ya da karşı çıkan kesimlerini örtüştüren taraf, sahicilik barındıran tek yön yüzleşme kültürünü, toplum ve millet bağına taşıyabilme potansiyeli oldu. Yüzleşmeyi başarsak da toplum olarak hesaplaşmayı hala gerçekleştiremiyoruz, itham etme, yaftalama, şiddet açlığını kolayca ve kontrolsüzce sergileyebiliyoruz. Halbuki hikmet, erdem, sahicilik millet bağımızın ana unsurlarıdır.

Dünya sistemi kabuk değiştirirken varlığımızı devam ettirebileceğimiz zemin küresel iktisadi mekanizmanın ayartıcı çağrılarına vereceğimiz cevapta, yüzleşme ve hesaplaşma etiğini harekete geçirebilme yeteneğimizde yatıyor.

[email protected]