7 Ağustos Mutabakatı sonrası Suriye’de Türkiye ve ABD nerede?

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi İİBSF Dekanı, CEMES-Akdeniz Güvenliği Merkezi Başkanı
11.08.2019

Ankara elindeki Fırat’ın doğusuna operasyon opsiyonunu daima hazır tutacak. Belki de bu sebeple uzun bir aradan sonra ilk kez Ankara ve Washington’dan aynı açıklama geldi. Demek ki ABD, mutabakatın nasıl işleyeceğini meraklı gözlerle takip eden Moskova’nın varlığının farkında.


7 Ağustos Mutabakatı sonrası Suriye’de Türkiye ve ABD nerede?

Türkiye, uzun bir süredir güney sınırlarından kendine yönelen tehditleri sınırlarının ötesinde durdurup bertaraf edebilecek güçte olduğunu, bu konuda kararlılığını defalarca vurgulayarak ifade ediyordu. Bu bağlamda son dönemde önemli gelişmeler de yaşandı. Bilindiği gibi Ankara, PYD/PKK’nın Irak’tan kopartılması için bir yandan Pençe Harekatları başarıyla devam ettirilirken, diğer yanda Bağdat ve Erbil ile siyasi ve diplomatik düzeyde Türkiye’nin aleyhine gelişmelere müsaade edilmeyeceğinin garantileneceği bir anlayış birliği geliştirilmeye çalışılıyor. 

Rahatsızlığın üç ayağı 

Türkiye-Irak yakınlaşmasının, Ankara’nın Erbil’de artan etkisinin ve bu hat üzerinden Suriye’deki PKK/PYD hattının sıkıştırılabilecek olma olasılığının rahatsızlık yarattığını da gördük. Bu rahatsızlık, Ankara Suriye’de Fırat’ın doğusundaki PYD tehdidine son vermek üzere ABD ile sürdürdüğü diplomasinin işlemediği noktada askeri olarak harekete geçmek üzere hazırlıklarını tamamlamasıyla daha da artmıştı. Hatırlanacaktır, Ankara Fırat’ın doğusuna yönelik askerî harekât konusundaki karalılığını son MGK toplantısında resmen ilan etmiş, hatta MGK kararlarında zikredilen “barış koridoru” isminin düzenlenecek operasyonun adı olabileceği basında zikredilmişti. Keza Ankara’da ABD ve Türkiyeli yetkililer arasında güvenli bölge pazarlıkları sürerken, Cumhurbaşkanı Erdoğan 11. Büyükelçiler Konferansı’nda, Türkiye’nin Pençe Harekatıyla PKK’yı Irak topraklarından söküp atmakta olduğunu söyleyerek “Suriye’de de aynı çıbanbaşını yok etmeye kararlıyız” vurgusunu yapmıştı. Sonuçta Türkiye’nin sınırda kolordu büyüklüğünde bir askeri yığınak yaptığı da sır değil. Ankara’nın sınır ötesi terörle mücadele gücü ve kararlılığından hissedilen rahatsızlığın üç ayağı var. 

İlk ayak, ABD’nin Türkiye karşısında ana strateji olarak belirlediği Ankara’nın tehditler aracılığıyla caydırılması stratejisinin artık işlemediğinin bilinmesi. S-400’lerin Ankara tarafından Rusya’dan tedarikinin Amerika’nın tüm çabalarına rağmen gerçekleşmiş olması Amerikan caydırıcılığını Fırat’ın doğusunda konuşlandıran Amerikan askerlerinin etine-kemiğine indirmiş durumda. Üstelik ABD, Türkiye’nin sadece siyasi caydırıcılığının değil S-400’lerin konuşlandırılmasına uygun olarak belirli alanları rakip kuvvetlere kapatma gücünün yani sınır ötesi tek başına hareket edebilme yeteneğinin artığının da farkında. Bu, haritadan ülkeleri bombalayarak silmek istemediği için uluslararası sorunlarla boğuşmak durumunda kaldığını arada Afganistan idi, Kuzey Kore idi kamuoyuna duyuran ABD liderliği için zor bir durum. 

ABD’nin rahatsızlığı

İkinci ayak, ABD’nin PYD/PKK sonrası bir stratejiye henüz hazır olmamış olması gerçekliğinin bir yansıması. ABD şu ana kadar PYD gibi küçük revizyonist aktörlerden kendi varlığına sağladıkları meşruiyet dışında pek bir yarar görmedi.

Üstelik ABD-DAEŞ ilişkisi ne kadar muğlaksa Suriye özelinde PYD-DAEŞ ilişkisi de o kadar muğlak. Özellikle de PYD/PKK kadrolarının paniğe kapıldığı dönemlerde; çünkü böyle dönemlerde PKK, DAEŞ ile savaşamayacağı yolunda açıklamalar yapıyor ki bu bugüne kadar PYD/SDG -ABD ilişkisini DAEŞ ile savaş üzerinden kurgulamış Washington DC için iyi haber değil. Ancak yine de ABD, 1990’lardan beri çok yatırım yaptığı PKK’nin Amerkanlılaştırılmasını PYD ile başarmış hissediyor ve bunun dışındaki stratejik kurguları da (Arap NATO’su vb) başarısız olduğundan PKK/PYD’den henüz vazgeçmiş değil; Membiç Mutabakatı’nın işlememe sebeplerinden biri de buydu. ABD, Membiç’teki sivil yönetimin PKK’sızlaştırılmasına direndi. Üçüncü ayak, ABD’nin tüm Ortadoğu politikasında yaşadığı çıkmazla ilgiliydi. ABD’nin Ortadoğu politikası üç taktik hedef belirlemiş görünüyor; Rusya’nın kazanımlarından dışlanması, İran’ın kazanımlarından dışlanması; Katar, Türkiye gibi direnç gösteren aktörlerin caydırılması. Şimdiye kadar bu taktik hedeflerin hiçbiri başarılı olmadığı gibi bu hedeflere angaje edilmiş müttefiklere de bir yarar sağlamadı. Hatta, ABD’nin başarısızlık halinin uzamasının yaratacağı risklerin büyüklüğünün (Hürmüz’de yaşanacak tanker savaşları, Ankara’nın Fırat’ın doğusuna tek başına müdahalesi vb) ABD’nin yanında yer alan sadık müttefiklerini bile tedirgin ettiği, bu yüzden ünlü küre kuşağında delikler açıldığı biliniyor: Mısır, Arap NATO’su fikrini reddetti, Abu Dabi ve Dubai arasındaki çatlak malum, geçtiğimiz günlerde BAE ve İran arasında diyalog yeniden başladı, Rusya Doğu Akdeniz’de Türkiye ile enerji işbirliği yapabileceğini açıkladı filan. Kısaca, Washington ABD’nin bölgeye empoze kuşak ekseni başarısız oldukça, bu başarısızlığın riskleri görünür hale geldikçe, bölgede başka eksenler oluşturabilecek aktörler ve bunun için potansiyel var oldukça karşıt bir işbirliği cephesiyle karşı karşıya kalabileceğinin bilincinde. Bu nedenle Türkiye’nin Rusya’ya kaybedilmemesi, hele ki Astana süreçleri işlerken, ABD için hala en önemli ama dillendirilmeyen maddelerden biri olarak gündeminde duruyor ki, S-400 meselesinde ABD’nin yaşadığı başarısızlık, Türkiye Rusya arasındaki işbirliğinin İdlib’de yaşanan sorunlara rağmen devam etmesi, S-400’lerin engellenmesi için ABD’nin kullandığı tehdit ve yaptırım dilinin Türkiye kamuoyunda bir karşılığının olmaması Washington’un elini Ankara karşısında kısıtlıyor. 

Bu resim, 7 Ağustos’un hemen öncesi gördüğümüz resimdi. ABD’nin Ortadoğu politikası artık pek sürdürülebilir değil ama ABD’nin eli de kendi politikalarının başarısızlığı nedeniyle daralmış durumda. Bu nedenle S-400’lerin Türkiye’ye gelmesi halinde ABD-Türkiye ilişkilerinde pazarlık masasının tekrar kurulacağını, ABD’nin Ortadoğu’da elini genişletme çabasına Ankara ile yeni bir diyalog oluşturarak başlamak isteyebileceğini düşündüğümü ifade ediyordum. Bu düşünce, bir arzudan ya da bir iyi okumadan ziyade Türkiye’nin caydırıcılığına S-400’lerin sağlayacağı katkının sahada yansımasını bulmadan önce masanın harekete geçeceği beklentime dayanıyordu. Zaten, işaretler de bize ipuçlarını veriyordu. Önce pek çok uzmanın çok gergin geçeceğini düşündüğü Osaka Erdoğan-Trump görüşmesinde, ABD başkanı, Türkiye’nin S-400’leri edinmesini haklı bulduğunu açıkladı; sonra ABD, S-400’leri F-35 projesindeki tehditle de savuşturamayacağını anlayınca tehdit dilini ve yaptırım beklentisinin dozunu sürekli düşürdü. En son Pompeo, S-400’lerin paketinde kalması durumunda Türkiye-ABD ilişkilerinde bu meselenin çok büyük sorun yaratmayacağı mealinde bir şeyler söylüyordu. Daha önemlisi, ABD-Türkiye pazarlıkları, S-400’ler geldi, paketinin bağı çözüldü/çözülmedi noktasından hızlı bir şekilde Fırat’ın doğusunda güvenli bölge kurulması noktasına evirildi. 

Güvenli bölgeden siyasi beklenti  

Bilindiği gibi Türkiye güvenli bölge önerisini Suriye savaşı başladığı günden itibaren farklı amaçlarla dillendirmiş, bu öneri muhatapları tarafından destek görmediğinde de Kuzey Suriye’de oluşturulmak istenilen terör koridorunu kıracak de-facto bir güvenli bölgeyi sınırlı bir alanda Suriye’nin kuzeyinde gerçekleştirdiği askeri operasyonlarla (Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı) aslında sağlamıştı. Türkiye-Rusya işbirliğinin, Ankara’nın kararlılığının ve askeri kabiliyetlerinin neticesinde daha önce DEAŞ ve “Rus PYD”si diye adlandırılan unsurlardan belirli bir alan temizlenmiş, dolayısıyla gözler ABD’nin ve Amerikan destekli PYD unsurlarının kontrolündeki Membiç ve Fırat’ın doğusundaki hatta dönmüştü. Bugün kamuoyunda bir “oyalama taktiği” olduğu düşünülen Membiç Mutabakatı da o dönemde gündeme gelmişti. Aslında mutabakattaki maddeler, özellikle de sivil idarenin PKK’dan arındırılması ve diğer yerel unsurlar aracılığıyla yerel yönetimin götürülmesi, eğer işleseydi, Ankara tarafından Fırat’ın doğusu için bir model olarak düşünülüyordu. Zira, Fırat’ın doğusunun PYD/PKK’dan arındırılması terör kuşağı hayalinin sadece tamamen rafa kalkması anlamına gelmiyordu, aynı zamanda Ankara’ya karşı oluşturabilecek siyasi projelerin bir gün mutlaka rafa kalkacağını dosta-düşmana gösteren siyasi caydırıcılığın son adımı olarak düşünülüyordu. Zaten bu sebeplerle de ABD-Türkiye hattında bir nevi güven artırıcı işbirliğine dönüşebilecek Membiç Mutabakatı kağıt üzerinde kaldı. 

Bugün de Türkiye, Fırat’ın doğusundan kendisine yönelen PYD tehdidini- ve bunun üzerinden ABD’nin desteklediği PKK devletçiği ile karşı karşıya kalma ihtimalini- ortadan kaldıracak bir güvenli bölge istiyor. Ankara’nın ABD’li muhataplarıyla yaptığı görüşmelerde bu tür bir bölge fikrini sıklıkla dillendirdiğini ancak yanlış anlamaları önlemek için bu fikri üç şarta bağladığı (32 km derinlikte, kontrolünün TSK tarafından sağlandığı ve ÖSO unsurlarının da yerel güvenlikte söz sahibi olduğu) biliniyor. Ayrıca Ankara, PYD’nin sınırımızın yanı başında bulunan askeri teçhizatının bir an önce dağıtılması konusunda son derece ısrarcı olmuştu. ABD ise, 7 Ağustos 2019 tarihli mutabakata kadar Ankara’nın talepleri karşısında 9-15 km derinliğinde bir alan önerisiyle masaya geliyordu -ki bu aslında PYD unsurlarının korunması anlamına geliyordu. Aslında 5-7 Ağustos tarihleri arasında süregiden pazarlıklar esnasında Ankara’nın geri adım atmadığı, ABD’nin de Fırat’ın doğusuna konuşlandırdığı kendi askeri üzerinden sağladığı – maliyeti ABD için de çok yüksek- caydırıcılıktan şimdilik vazgeçmediği görülüyordu. Bu açıdan pazarlığın odağının PYD’den, Türkiye-ABD caydırıcılığının karşılıklı olarak işlediği bir noktaya kaydığını da gözlemlemiştik, zaten bu nedenle ABD Savunma Bakanı Esper’in açıklamaları dikkatimizi çekmişti: Esper, Washington’un Türkiye’nin tek taraflı bir askerî harekât yapmasını kabul edilemez bulduğunu açıklarken, konuşmasını Ankara’yla bir uzlaşmaya varmayı umduklarını söyleyerek bitirmişti. Sözün özü, ABD, caydırıcılığından vaz geçmiyor ama Türkiye ile Fırat’ın doğusunda askeri olarak karşı karşıya gelmeyi de göze alamıyordu. Her şeyden önce, iki NATO ülkesinin Suriye’de askeri olarak karşı karşıya kalması NATO’nun güvenirliliğini ve güvenliğini çok olumsuz etkileyecek bir gelişmeydi. Hele ki Rusya’nın Kuzey ve Doğu Avrupa’ya yaptığı sınırlı baskı hala NATO üzerinden caydırılırken, hele ki Rusya Doğu Akdeniz’de NATO’nun güney sınırında dururken. Kimse, ABD de dahil olmak üzere, bugünlerde NATO’yu öldürmeyi düşünmüyor; ayrıca hiç kimse ABD de dahil NATO’ya öldürücü vuruşu vururken, Karadeniz-Akdeniz geçiş rejimlerinde, Ege’de ve Doğu Akdeniz’de askeri/siyasi gücü ile, Kürecik’te konuşlanmış ve kabiliyetleri açısından büyük önemdeki NATO radarlarıyla Türkiye’yi kaybetmeyi dahi aklına getirmek istemiyor. Kısaca, ABD için 7 Ağustos öncesi durum bir nevi siyasal çıkmazdı. Bu hesap ve değerlendirmeler sonucunda, Washington Ankara’nın Fırat’ın doğusuna yönelik olası bir askerî harekâtını durdurabilmek için diplomasi alanında uzlaşmayı mantıklı buldu ve böylece 7 Ağustos Mutabakatının da önünü açtı. Aynı dönem, Ankara için ise farklı bir resim olduğunu ortaya koyuyor. Ankara’daki hiç kimse ABD’nin caydırıcılığının maliyetini küçümsemiyor, keza Ankara’da NATO’nun ölümünü bekleyenler de yok, ama ABD için ortaya çıkan üzücü çıkmaz bugün Türkiye için Ankara’nın pazarlık gücünün artması anlamına da geliyor. Ankara, bu nedenle 7 Ağustos Mutabakatının önünü bir fırsat olarak değerlendirerek açtı. 

Moskova’nın varlığı 

7 Ağustos Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın ifadesiyle Fırat’ın doğusunda gerekli olan ilk adımın atıldığı yani yeni bir müzakere sürecinin başlamış olduğu tarihtir. Üç maddelik mutabakat ( 1- Türkiye’nin güvenlik endişelerinin giderilmesi için alınacak ilk tedbirlerin hızla uygulanması, 2- Güvenli bölgenin tesisinin birlikte koordine edilmesi ve yönetilmesi amacıyla Türkiye’de ortak operasyon merkezinin mümkün olan en kısa sürede kurulması ve 3- Güvenli bölgenin bir barış koridoru olması ve yerlerinden edilmiş Suriyelilerin ülkelerine dönmeleri için her çabanın gösterilmesi) bize belki bundan sonra gerçekleşecek ve Ankara’nın elinin güçlü olduğu pazarlıklar için detaylı bir şey söylemiyor ama iki önemli ipucu veriyor: 1)- Bu mutabakat, belki biçim olarak değil ama ima ettiği siyasal düzenleme açısından Membiç Mutabakatının ötesinde ve 2)- Türkiye “barış koridoru” fikrinden vazgeçmiş değil. Bu da demek oluyor ki, bundan önce, Çekiç Güç, Membiç Mutabakatı gibi deneyimleri yaşamış Türkiye şimdi Washington’un samimiyetini yeniden sınayacak ve Ankara, güvenlik endişelerinin karşılanıp karşılanmasına bağlı olarak da kısa süre içinde ABD karşısındaki duruşunu yeniden belirleyecek. Özetle, Fırat’ın doğusuna yapılacak bir askerî harekât olasılığı şu an için ortadan kalkmışsa da Ankara elindeki bu kıymetli caydırıcılık opsiyonunu olası bir yol kazası karşısında kullanmak üzere her an hazır tutacak. Belki de bu sebeple uzun bir aradan sonra Ankara’dan 7 Ağustos Mutabakatı ile ilgili ne açıklama yapılmışsa Washington DC’den de aynı açıklama geldi. Aslında Beyaz Saray, Savunma Bakanlığı, Pentagon ve Savunma Bakanlığı/Pentagon’un içindeki iç mücadele düşünüldüğünde görmeye alışık olmadığımız bir tablo bu. Demek ki ABD, 7 Ağustos Mutabakatının nasıl işleyeceğini meraklı gözlerle takip eden Moskova’nın varlığının farkında. 

[email protected]