7 Haziran: Türkiye’nin tamamlanamayan seçimi

Dr. Murat Yılmaz / Siyaset Bilimci
13.06.2015

Yüzde 41’lik oy oranı AK Parti’nin en zor dönemde dahi kemikleşmiş oy tabanını göstermesi bakımından kayda değerdir. AK Parti, önemli bir sosyolojik ve iktisadi tabana oturmaktadır. Yüzde 41’e rağmen tek başına iktidar olamaması ise AK Parti’nin ‘yeni Türkiye’ ve yeni anayasa ve sistem değişikliği tezlerine ciddi bir alan açmaktadır.


7 Haziran: Türkiye’nin  tamamlanamayan seçimi

30 Mart 2014 yerel seçimler, 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve son olarak 7 Haziran 2015 genel seçimlerinden oluşan 3 turluk “uzun seçim”in üçüncü turu da gerçekleştiği halde, uzun seçim tamamlanamadı, bilakis uzadı... 7 Haziran seçimlerinden sonra hiçbir partinin tek başına iktidar kuramamasının ötesinde, bu Yeni Türkiye’nin ‘kurucu dönemi’nde seçmen karar ver(e)medi ve ‘kuruluş’ tamamlanamadı. Seçimden hemen sonra, erken seçim ihtimalinin bu kadar çok konuşulması da, uzun seçimin tamamlanamadığının bir gösteriyor.

Yükselen kimlik siyaseti

Türkiye, son 13 yılda vesayet sistemiyle mücadele eden bir dönemi yaşadı. Bu dönemin siyasi kutuplaşması vesayet, rejim ve laiklik üzerinden yaşandı. Bu kutuplaşmanın iki tarafı vardı: AK Parti VS CHP. Vesayet sisteminin kurum ve ideolojisiyle giderek güç kaybetmesi ve nihayet yenilmesiyle bu dönemde bastırılan kimliklerin dönüşüne şahit olundu. Bu durum, dünyada Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra yaşanan kimlik krizleri ve çatışmaları gibi, Ortadoğu, Irak ve bilhassa Suriye üzerinden yaşananların bir katalizör işlevi görmesiyle şiddeti artan bir şekilde Türkiye’de etkisini gösterdi. Türkiye ve özellikle AK Parti, bu süreci vesayet sisteminin son çırpınışları içinde fark edemedi. Gezi, 17-25 Aralık ve 6-8 Ekim olayları egemenlik savaşının ekseninde okunurken, bunların ardındaki kimlik politikalarına kapı aralayan sosyoloji ihmal edildi. Bu sosyoloji, Türkiye’deki siyasi kutuplaşmayı veya antagonizmayı kimlikler eksenine taşıdı.

7 Haziran seçimlerinde AK Parti ile CHP’nin oy kaybı ve MHP ile HDP’nin oy arttırmasının arkasında yükselen kimlik siyaseti yer tutmaktadır. Kimlik siyasetinin, Alevi tabanı HDP’ye kaptırmama kaygısıyla 40’ın üzerinde Alevi adayın CHP’de seçilecek yerlerde aday gösterilmesiyle CHP’yi de etkisi altına aldığı söylenebilir. Ancak bu etkiye rağmen, CHP vesayet sistemi dönemindeki kutuplaşmanın ortadan kalkması için azami gayret sarfederek AK Parti’ye yönelik muhalefetini ekonomi ve sosyal devlet alanına hasretti. Böylece kimlik politikalarına savrulmasını şimdilik seçim beyannamesi ve kampanyası şalıyla örttü.

Muhalefet, bir yandan kimlik politikalarıyla diğer yandan CHP’nin ekonomi ve sosyal devlet odaklı kampanyasıyla AK Parti’nin toplumsal, siyasal ve iktisadi alanını daraltmayı amaçladı. AK Parti ise bu daralmayı aşacak bir siyasi strateji ve kampanya geliştiremedi. AK Parti, 13 yıldır hükümette olmanın sorumluluk duygusuyla ekonomi ve çözüm süreci başta olmak üzere birçok alanda bir siyasi parti olarak kendi önceliklerini esas alan bir politika geliştirmekten kaçınarak genel denge ve menfaatleri düşünen bir politika izledi. Ekonomi ve çözüm sürecinde dar bir alana hapsedilmesi, kimlik politikalarıyla oy havuzu daralan AK Parti’nin ekonomide büyüme ve sosyal devlet uygulamalarıyla oy verebilecek seçmene yönelmesini engelledi.

Sistem değişikliği ihtiyacı

AK Parti bu temel eksikliğin yanında verdiği egemenlik savaşının kaçınılmaz hasarları telafi edememek, genel başkanın değişmesi, teşkilatlarda yenilenme ve üç dönem kuralıyla yaşanan değişim mecburiyetinin de maliyetleriyle karşılaştı.

Bu değişim, bir dinamizm yerine bir rehavet ve atalet duygusu oluşturdu. Buna AK Parti genel merkezinin strateji üretme kabiliyetinin geçmiş seçimlere nispetle olağanüstü düşmesi, kampanya sürecinin eski renk ve şevkinde olmaması ve medyanın bütün bunları görmek yerine “meleklerin cinsiyetini tartışan” yayın politikası eklenince AK Parti’nin siyasi kapasitesi düştü. Sonuçta tek başına iktidarı kaybetse de, onsuz iktidar kurulamayacak yüzde 41’lik bir AK Parti oyu ortaya çıktı.

Yüzde 41’lik oy oranı AK Parti’nin en zor dönemde dahi kemikleşmiş oy tabanını göstermesi bakımından kayda değerdir. AK Parti, önemli bir sosyolojik ve iktisadi tabana oturmaktadır. Yüzde 41’e rağmen tek başına iktidar olamaması ise AK Parti’nin yeni Türkiye ve Yeni Anayasa tezlerine ciddi bir alan açmaktadır. Eğer muhalefet buradan AK Parti karşıtı bir koalisyon çıkaramazsa, AK Parti’nin bu durumdan istifade ederek seçmene, siyasi tezler sunması ve bunu ekonomik uygulamalarla desteklemesi mümkündür. AK Parti, kimlik politikalarına teslim olmadan kimlik meselelerini çözecek bir politik perspektif inşa edebilirse, kimlik politikalarının sınır ve zararları asgariye indirilerek genel seçmene hitap edilebilir. Bu bakımdan 7 Haziran seçimleri, uzun seçimin karar bağlayacağı konuların yeni seçime sarktığını gösteriyor.

Seçmen, yeni seçimde siyasi partilerin 8 Haziran’dan itibaren sergilediği performansa göre bir karar verecek. Bu bakımdan siyasi liderler ve siyasi partiler 7 Haziran sonrası muhtemel erken seçim baskısını üzerlerinde hissederek siyaset yapacaklar. Bu bakımdan koalisyon tartışmalarında ve pozisyonlarında çok enteresan savruluşlar ve kompozisyonların çıkması kuvvetle muhtemeldir. Böylece meydanlardaki siyasetten kulis siyasetine geçildiği, bu bakımdan da siyasi liderlerin ve kurmayların strateji ve taktik kabiliyetlerinin ehemmiyet kazandığı bir dönem ortaya çıkacaktır.

AK Parti’nin ödevi

7 Haziran seçimlerinde kısmen hükümet sistemi, baraj meselesi üzerinden de seçim sisteminin tartışıldığı söylenebilir. Yeni dönemde seçim sisteminin öncelikle değişmesi, hükümet sistemi tartışmalarının bu dönemde bir değişiklikle sonuçlanmaması muhtemeldir. Ancak HDP’nin seçim başarısı ve bilhassa Doğu ve Güneydoğu’da aldığı oy miktarı, muhtemel koalisyonun başarısızlığı ve siyasi istikrarın bozulması ihtimali hükümet sistemi tartışmalarının kapısını daha şiddetli bir şekilde aralanmasına yol açacak gelişmeler olarak kaydedilmelidir. Bu dönem bir bakıma parlamenter siteme verilen belki de son kredi olarak da yorumlanabilir. Eğer muhalefet partileri başkanlık karşıtı kampanyalarından sonra bir koalisyon çıkaramaz veya koalisyon başarısızlıkla hele de krizle sonuçlanırsa bu parlamenter sistemin başarısızlığı olarak yorumlanacaktır. Keza muhalefet seçim öncesinin karşıtlık ve kutuplaştırma pozisyonu değiştirmez, yüzde 41 oy almış olan tek Türkiye partisi olan AK Parti’yi dışlama ve yüzde 52 oy alarak halkın ilk seçtiği Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan aleyhtarı kampanyayı devam ettirirse ciddi bir açmazla karşılaşacaktır. Bu açmaz, yüzde 13’lük bir partinin dışlamadığı bir siyasi kompozisyonda yüzde 41 ve 52 oy almış siyasi aktörlerin dışlanmasının mümkün olamayacağı ve bunun seçmen nezdinde büyük reaksiyon doğurması kaçınılmaz olacaktır. Kaldı ki muhalefet bunu yapabilecek homojenlikten ve ortak paydadan mahrumdur. Muhalefetin yani CHP, MHP ve HDP’nin her ortak hamlesi kendi içlerinde öngörülmeyen boyutta iç çatışma ve kırılmalara yol açabilecektir.

AK Parti’ye gelince, vesayetçi rejimin 1.0’lık sürümüne karşı 2.0’lık sürümüyle 3 Kasım 2002’de tek başına iktidara gelen ve 13 yıl zarfında vesayet rejimini yıkan ve muhalefet dahil bütün Türkiye’yi değiştiren parti yeni bir sürüm üretmek zorunda. Kurumsallaşmayı başarmak, iç tartışmalarının kendi başarılarının başarısızlık halinde algılanmasına yol açmasını engellemek ve iyi bir iletişim stratejisi kurmak AK Parti’nin önündeki ödevlerdir. AK Parti Türkiye’nin kriz dönemini başarıyla atlatarak yeni veya değil bizatihi Türkiye’nin ve demokrasinin bir imkan haline gelmesini sağladı. Şimdi bunu yeni krizlere savrulmadan demokratik ve Türkiyeli bir ‘norm’a, normalleşmeye taşımak yüzde 41 oy alan AK Parti’nin ve yüzde 52 oy almış Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sorumluluğunda. Bu sorumluluk, yeni ittifakların kurulması ve muhalefetin bu sürece dahil edilmesi siyasi yeteneğine bağlı.

7 Haziran 2015 genel seçimleriyle Türkiye’nin siyasi evreni geçtiğimiz 13 yıla nispetle değişti. Bu değişimin ana aktörü olan AK Parti olmak üzere bütün siyasi aktörler arasında ‘yeni gerçekliği’ anlayan ve bu gerçeklik zemininde politika üretenlerin önü açılacaktır. Gerçekliği kabul edip yorumlamadan değiştirmek mümkün değildir. Tarihte kalmamak ve tarihi yapmak için siyaset yapmak gerekiyor, en geniş anlamıyla siyaset. Seçimler siyasetle nelerin değişebileceğini bir kez daha gösterdi. Şimdi şunu hatırlayarak siyasete dönmek gerekiyor: “Hiçbir zafer mutlak, hiçbir mağlubiyet nihai değildir.” Türkiye’nin ve demokrasinin bir imkan olmaktan gerçekliğe dönüşmesi ancak siyasetle mümkündür. Aksi halde kimlik politikalarına saplanan siyasi aktörler ve bütün vatandaşlar, bir imkan olarak Türkiye’yi ve demokrasiyi kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Gün her şeye rağmen siyaset diyenlerin günüdür ve yarın geç olacaktır. (Dr. Murat Yılmaz / Siyaset Bilimci SDE İç Politika ve  Demokratikleşme Koordinatörü)

[email protected]