AB ekonomisine Çin kıskacı

Dr. Yaşar Aydın / Evangelische Hochschule Hamburg
3.03.2018

2018 yılı başında yayınlanan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde Rusya ve Çin’in Amerikan çıkarlarını ve değerlerini tehdit eden revizyonist güçler olarak tanımlanması ABD ile bu ülkeler arasında uzun sürecek bir güç kavgasına işaret ediyor. Ancak dikkatlerden kaçsa da şu anda bir başka çıkar çatışması ve güç mücadelesi Çin ile Avrupa Birliği arasında yaşanıyor.


AB ekonomisine Çin kıskacı

Batı dünyası 20. yüzyıl sonuna Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı’nın dağılmasının getirdiği bir iyimserlik havasında ve özgüvenle girdi. ABD dünyada liberal demokrasiyi, hukuk devletini ve insan haklarını hakim kılacak ve çatışmaları sonlandırarak dünyada barışı gerçekleştirecekti. 20. yy. sonları ve 21. yy. başı ABD’nin sınırlarını belirlediği ve kurallarını koyduğu tek kutuplu bir dünya düzeni kurma çabalarına sahne oldu. Bu dönemde ABD, önünde durulamaz tek süper güç olarak algılanıyor, dünya düzeninin ise tek kutuplu bir yönelim içinde olduğu varsayılıyordu. Ancak bu iyimserliğin sonu beklenmedik bir biçimde geldi. 2001 11 Eylül terör saldırıları ve savaş (2003) sonrası Irak’ta istikrarın bir türlü sağlanamaması ABD hegemonyası ciddi biçimde sarstı.

Öte yandan Rusya 2000’li yılların ortalarından itibaren ABD’nin inşa etmek istediği hegemonyayı ve tek kutuplu bir küresel düzen kurma tasarısını açıktan sorgular oldu. Çin ise ABD’nin siyasi hegemonyasına itiraz etmeksizin ekonomide ABD’ye rakip olacak biçimde hızla büyümeye devam etti. Bu süreç içerisinde dünya ekonomisinin ağırlık merkezi Atlantik bölgesinden Asya-Pasifik bölgesine kaydı. 2016 yılı rakamlarına göre dünyanın GSYH’sının üçte-biri Asya-Pasifik bölgesinde üretilmektedir.

Dönemin ABD başkanı Barack Obama’nın 2011 yılında ABD’nin artık Asya-Pasifik bölgesine odaklanacağını deklare etmesi, Çin’in bu bölge-deki siyasi nüfuzunu ve askeri etkinliğini artırması, ABD ile Çin arasındaki güç kapışmasının bu bölgede cereyan edeceği öngörüsünü güçlendirdi. Bu da Çin’in Avrupa üzerindeki güç mücadelesini dikkatlerden kaçırdı.

Günümüzde Avrupa üzerinde üç küresel gücün kapıştığını gözlemlemekteyiz: ABD, Rusya ve Çin. Özellikle Çin, AB içindeki etkinliğini hem iktisadi hem de siyasi bakımdan artırmakta ve serbest ticarete dayalı küresel liberal ekonomik sistemin hamisi olarak öne çıkmaktadır. Devlet başkanı Xi Jinping, Ocak 2017’de Davos’da Dünya Ekonomik Forum’unda yaptığı konuşmasında şöyle demişti: “Bizim küresel ticareti geliştirmemiz, ticaret ve yatırımların liberalleşmesini hızlandırmamız ve korumacılığa hayır dememiz gerekiyor”.

İpek Yolu projesi

Çin’in küresel süper güç olma amacıyla uyguladığı strateji içinde “Tek Kuşak, Tek Yol” (“One Belt, One Road”) olarak da adlandırılan ipek yolu projesi önemli bir yer tutmaktadır. İpek Yolu projesi iki somut hedefi içeriyor: Çin’i karayolu üzerinden Avrasya kıtasıyla, deniz yoluyla da Güney Asya, Afrika ve Güney Avrupa kıyılarıyla bütünleştirmek. Bunun için bir trilyon dolarlık bir yatırımla demiryollarından, petrol ve doğalgaz boru hatlarından, elektrik yüksek gerilim hatlarından, telekomünikasyon bağlantılarından, konteyner terminalleri ve limanlardan oluşan devasa bir ağ oluşuyor.

İpek Yolu projesinin amaçları arasında Çin’deki çelik ve çimento üretim fazlasını değerlendirmek ve Çin firmalarının dünya piyasasındaki rekabet gücünü ve kapasitesini önce test etmek, sonrasında ise artırmak da yatmaktadır. Çin artık tekstil, çocuk oyuncağı ve tüketim amaçlı elektronik eşya ihraç eden bir ülke konumundan bilişim teknolojisi ekipmanı, iş makinelerı ve türbinler gibi daha fazla katma değeri yüksek mamuller üretmeyi ve ihraç etmeyi hedefliyor.

Bu projeye yöneltilen eleştirilerin başında, Çin’in İpek Yolu kapsamındaki ülkelere geri ödenme imkanının zayıf olmasına rağmen geniş kredi imkanları sunması gelmektedir. Uzmanların görüşüne göre bu cömert kredi politikasıyla Çin bu ülkelerdeki hammaddelere erişimde kolaylık sağlamayı ve bu ülkelere siyasi olarak nüfuz etmeyi amaçlamaktadır. Dikkat çekilen bir başka nokta ise Çin’in bu yatırımları bahane ederek bu ülkelerde asker bulundurma yoluna gidebileceği. Örneğin Çinli uzmanlar İpek Yolu projesinin güvenliği için Çin Halk Ordusu’nun söz konusu ülkelerde aktif görev almasını öneriyorlar.

Özetle, İpek Yolu projesi Çin’in geleneksel başka ülkelerin iç işlerine karışmama doktrininden uzaklaştığını gösteriyor. Çin’in küresel bir güç olma yolunda attığı adımlardan biri de küresel kurumlarda etkinlik elde etmek ve alternatif kurumlar oluşturmak. Örneğin BRİCS ülkeleriyle hayata geçirilen New Development Bank ve Asya Altyapı ve Yatırım Bankası. Diğer adım ise AB içinde etkinlik oluşturma, özellikle de Doğu ve Güney Avrupa ülkelerine yönelik nüfuz altına alma çabalarıdır. Çoğunluğu Orta ve Güney Avrupa devletlerinden oluşan 16 devlet (“16 artı 1” inisiyatifi) ile sıkı ticari ve siyasi işbirliği içinde olan Çin, bu ülkeleri AB politikalarına karşı harekete geçirebilmeyi de başarmaktadır. Örneğin 2016 yılında Macaristan, bir deniz mahkemesinin Çin ile ilgili kararı hakkındaki –Çin’in eleştirildiği– bir AB deklarasyonunu bloke etmişti.

Çin’in agresif stratejisi

Çin’in küresel süreçleri ve uluslararası siyaseti belirleyen bir aktör ve süper güç olma yolunda uyguladığı bir başka yöntem ise doğrudan sermaye yatırımlarını stratejik bir biçimde devreye sokmak. Bu bağlamda Çin’in, bir süredir AB içinde, sanayii ve ekonomi için hayati önem taşıyan iktisadi teşekküllere iştirak etme çabası içinde olduğu görülüyor. Almanya’da siyasi çevrelerde ciddi bir rahatsızlık uyandıran bu yöndeki son gelişme devlet şirketi State Grid Corporation of China’nın (SGCC) Alman elektrik şebeke firması 50Hertz’in yüzde 20’sine ortak olmak istemesi.

AB içinde elektrik ağları, santraller, gaz, su ve telekomünikasyon şebekeleri kritik altyapı tesisleri olarak değerlendirilmektedir. Bunlar ulusal ekonominin kan damarları ve sinir sistemi olarak düşünüldüğünden bu alanlardaki yabancı sermaye katılımı, hukuki sınırlamalara dahildir. Alman 50Hertz şirketi de kritik altyapı tesisi olarak değerlendirilmektedir. SGCC ise sıradan bir yatırımcı değil, arkasında Çin devleti olan genişlemeye aç bir dev ve Çin’in 2025’de kilit branşlarda dünya liderliğini elde etme hedefine yardım ediyor. Bundan dolayı bu şirketin robotik grubu KUKA’yı devral-ması Alman hükümetince engellenmişti.

Çin menşeli şirketlerin enerji sektörünün önde gelen şirket ve gruplarındaki katılım oranları İngiltere’de yüzde 34’ü, İspanya’da yüzde 23 ve 25’i, İtalya’da yüzde 35 ve 40’ı, Yunanistan’da ise yüzde 24’ü bulmaktadır. Christian Hirte (Alman Parlamentosu Stok İşlemler Alt Komisyonu üyesi) Çin’in kritik önem taşıyan altyapılara yöneldiğine işaret ediyor. Yine uzmanların değerlendirmelerine göre, Çin daha şimdiden elde ettiği katılımlarla AB içindeki kritik iktisadi teşekküllerde ciddi bir ağırlığa sahiptir.

Bertelsmann Vakfı proje yöneticisi Cora Jungbluth’a göre, yüzde 10’u geçen katılımların arkasında iktisadi motisvasyondan ziyade siyasi strate-jik hedefler yatmaktadır. Jungbluth’un söyledikleri OECD ve Unctad’ın yapmış olduğu tanımla da örtüşmektedir. Ancak halihazırdaki Alman Dış Ticaret Yasasına (Außenwirtschaftsgesetz) göre Alman hükümetinin yüzde 25’in altındaki katılımlara müdahale etmesi imkansız. Dolayısıyla Alman-ya ile Fransa çareyi AB genelinde yeni bir düzenlemede görüyor. Ancak AB Komisyonu’nun bu türden doğrudan sermaye yatırımlarının daha sıkı denetime tabi tutma çabalarına rağmen Çin ile yoğun ticari ilişkiler içinde olan Macaristan gibi ülkeler buna sıcak bakmıyor.  Çin’e karşı rahatsızlığını açıkça ifade eden bir başka ülke ise Fransa. Cumhurbaşkanı Makron, Avrupa’lı firmaların Çin pazarına girişlerinin hala tatmin edici boyutta olmadı-ğına dikkati çekmişti Ocak 2018’deki Çin gezisinde. Makron yaptığı diğer bir açıklamasında ise, İpek Yolu projesinin geçtiği ülkeleri vasal devlet statüsüne düşüren bir hegemonya yolu olmaması gerektiğini ifade etmişti.

Çin ile AB arasındaki iktisadi rekabetin şiddetlendiğini gözlemliyoruz. Çin devlet yönetiminin korumacılığa karşı çıkışı ise sözde kalmaktadır; Çin piyasasına girişte Avrupalı ve Amerikalı şirket ve yatırımcıların karşılaştığı engellerin aşılacağına dair bir emare de henüz yok ortalıklarda. AB’nin ise hem iç bütünlüğünün ve çıkar birliğinin zayıf hem de Çin’in birçok hükümet üzerinde etkin olmasından dolayı gerekli önlemleri alması zor gözüküyor. Burada yapısal bir sorun ile de karşı karşıyayız: Otoriter rejimler karar verme sürecinde demokratik yönetimlere nazaran daha esnek ve hızlı hareket etme imkanlarına sahipler. Bu da AB’nin karar verme süreçlerini gözden geçirmesini gerekli kılmaktadır. Türkiye açısında bakacak olursak; İpek Yolu projesinden ve Çin’in tartıştığımız siyasi nüfuz politikalarından çıkarılması gereken temel ders şu: Çin Avrasya bölgesinde kendini bir hegemon olarak konumlandırmak istiyor, ekonomik alanda ise son derece agresif ve bencil bir strateji güdüyor. Artı gerek ABD gerekse AB’nin sahip olduğu hukuki ve demokratik mekanizmalardan da tamamen yoksun.

[email protected]