AB Türkiye’yi ne kadar daha bekletebilir?

Prof. Dr. SELAHATTİN BEKMEZ / Gaziantep Üniversitesi Öğretim Üyesi
19.01.2013

Rehavete kapılmadan ve AB’ye kızmadan sabırla yola devam etmek gerekiyor. AB’ye öfkelenip, reformları askıya almak veya yavaşlatmak tarihi bir hata olacaktır.


AB Türkiye’yi  ne kadar daha bekletebilir?

Son birkaç haftadan beri, Avrupa Birliğinin Türkiye’ye olan ilgisinin arttığını görüyoruz. Bu ilginin Türkiye’nin karakaşına ve karagözüne olan hayranlıkla ilgili olmadığını da çok iyi biliyoruz. Örneğin, Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle “Biz Avrupalılar Türkiye ile açılmamış olan başlıkları 2013 yılının ilk yarısında müzakereye açmalıyız, aksi halde yakın gelecekte bizim Türkiye’ye olan ilgimiz, Türkiye’nin bize olan ilgisinden çok daha fazla olabilir” şeklinde açıklamalarda bulunuyor. Westerwelle’nin bu sözleri, birkaç yıl öncesine kadar Türkiye’ye imtiyazlı ortaklık önerisinde bulunan Almanya Başbakanı Angela Merkel tarafından da kabul edilmiş olmalı ki, Merkel son günlerde Türkiye’nin gelişmekte olan ekonomisinden övgüyle bahsediyor. Öyle ki, on yıl önce IMF kıskacında olan Türkiye’nin artık kendi ayakları üzerinde durmaya başladığını ve ekonomisi kötüye giden Yunanistan’ın Türkiye’yi örnek alması gerektiğini vurguluyor ve hatta AB müzakere sürecinde yeni başlıklar açılması için Türkiye’ye destek verebileceklerini ifade ediyor.

Benzer bir tavır, diğer muhalif olan Fransa tarafından da gösterilmeye başlanıyor. Doğrudan üyelikle alakalı olması hasebiyle, Nicholas Sarkozy döneminde bloke edilmiş olan beş başlığın ikisi üzerinde Türkiye ile müzakerelere başlanabileceği, dönem başkanlığını devralacak olan İrlanda’ya iletilmiş gözüküyor. Ayrıca, Avrupa Parlamentosu Liberal Grup Başkan Yardımcısı Lambsdorff, Türkiye’nin Avrupa Birliği’nden uzaklaşmaması gerektiğini ve uzaklaşma eğiliminin Türkiye’nin küresel cazibesini kaybettireceğini vurgulayan demeçler vermeye devam ediyor. Peki, “bayram değil, seyran değil” dedirten bu ilginin sebebi nereden kaynaklanmış olabilir?

Avrupa durdu, Türkiye büyüyor

Sebepleri çok uzaklarda aramaya gerek yok aslında. Bu konuda, sosyal ve ekonomik açıdan iç dinamizmini yitirmiş, kültürel açıdan yozlaşmış ve kendi ifadeleriyle “Türkiye’yi dışlayacak enerjimiz kalmadı” diyebilen bir AB’nin sosyo-ekonomik göstergelerine bakmak yeterli olacaktır. Örneğin, ekonomik canlanmayı sağlayacak önlemler ve finans sektörünü rahatlatacağı düşünülen destekler, AB ülkelerinin birçoğunda kamu maliyesi dengesinin bozulmasına neden olmuş ve ekonomide çok daha derin yaralar açmıştır. Bu yaralar kamu borç stokunu ve bütçe açıklarını artırmış, büyüme performansını azaltmış ve artan riskler dolayısıyla kredi notlarının düşmesine ve borçlanma maliyetlerinin yükselmesine neden olmuştur. 2010’da Avro bölgesinde Genel Devlet Brüt Borç Stoku/ GSYİH oranı yüzde 85 civarında iken bu oran 2011’de yüzde 90’a ulaşmış ve 2012 yılı sonunda bu oranın daha da artacağı gözlenmektedir. Düşünebiliyor musunuz, AB ülkelerinin ortalama büyüme oranı 2011 için sadece yüzde 1,5 olarak gerçekleşmiştir. Hatta AB’nin önde gelen ülkelerinde bu oran daha da aşağı seviyelerde ye alıyor.

Rakamlara Türkiye ekonomisi açısından bakıldığında, 2011 özel tüketim ve sabit sermaye yatırımları kaynaklı yüzde 8,5’lik büyüme oranı ile Türkiye, dünyanın en hızlı büyüyen ülkeleri arasındadır. Bu durum birçok sektörde canlanma sağlamış ve yüksek katma değer artışlarına sebep olmuştur. Küresel ölçekteki belirsizlikler nedeniyle ekonomik faaliyetler 2011 son çeyreğinden başlayarak yavaşlama eğilimine girmiş olsa da 2012 son çeyreğinde tekrar düzelme eğilimleri görülmüştür. Dünyanın başına bela olan işsizlik oranı Türkiye’de 2009’da yüzde 15 civarında iken 2012 ikinci çeyreği sonunda yüzde 9 seviyelerine gerilemiştir. Uluslar arası İşgücü Örgütü verilerine göre Türkiye 2009’dan bu yana işsizlik oranını en hızlı şekilde azaltan ülke konumuna gelmiştir. Kişi başına düşen milli gelirdeki kayda değer artışları ve gelir dağılımındaki iyileşmeleri de dikkate aldığımızda Türkiye’nin son on yıldaki ekonomik performansının azımsanmayacak kadar başarılıdır.

Lokomotif ülke hız alıyor

Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye olan ilgisinin artmasındaki neden, sadece Türkiye’nin mevcut ekonomik göstergelerindeki iyileşmeler de değildir. Esas ilgi (ve aynı zamanda kaygı) gelecekle ilgili projeksiyonlardan kaynaklanmaktadır. Şöyle ki, merkezi Londra’da bulunan Ekonomi ve İş Araştırmaları Merkezi (Economic and Business Research Center) tarafından yayımlanan “Dünya Ekonomi Ligi” tablosuna göre, 2012 yılında Türkiye 17. sırada yer almasına rağmen, OECD’nin 2011-2060 yılları arası için yapmış olduğu tahminlere göre, ortalama büyüme hızında dünyada yedinci sırada yer almaktadır. Türkiye’nin bu yıllarda ortalama olarak yüzde 2,9 büyüyeceği tahmin edilmektedir. Daha enteresan olan aynı dönem için büyüme ortalaması beklentisi 2,8 olan Brezilya’yı, yüzde 2,7 olan Arjantin’i, yüzde 2,1 olan ABD’yi, yüzde 2,1 olan İngiltere’yi, yüzde 1,9 olan Rusya’yı, yüzde 1,3 olan Japonya’yı ve yüzde 1,6 olan Fransa’yı geçmesi beklenmektedir. İngiliz The Guardian Gazetesi Türkiye ekonomisinin 2050’de Avrupa’nın başlıca ekonomilerinden birisi olacağını ve dolayısıyla Türkiye’nin kıymetinin bilinmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu tahminler, AB ülkelerini tedirgin ettiği kadar böylesi bir gücü kendi bünyelerine katma isteğini de ortaya koymaktadır. Yaşlanmış nüfusa sahip olan Avrupa’nın hatırı sayılır ülkeleri, şu an için elzem olmasa bile, üretken ve dinamik nüfus yapısıyla gelecekte lokomotif olabilecek bir ülkenin göz ardı edilmemesi gerektiğinin bilincine varmış bulunmaktadır.

Avrupa ve geleceğin Türkiye’si

Ayrıca sadece ekonomik açıdan değil siyasi olarak da artık Türkiye’nin bölgesel bir güç olduğu anlaşılmıştır. Avrupa, Arap Baharı ile birlikte Türkiye’ye olan ihtiyacının daha da arttığını fark etmiştir. Tahrir meydanındaki mitinglerde Mısır’lıların kendi bayraklarının sayısı kadar Türk bayrağı dalgalandırmaları, Türk yetkililerin Ortadoğu ülkelerinde coşkuyla karşılanması, demokrasi ve insan hakları bakımından Türkiye’nin bölgede örnek bir Müslüman ülke olması, Avrupa’nın göz ardı edemeyeceği önemli gelişmelerdir.

Peki, Türkiye ne yapmalı? Rehavete kapılmadan ve AB’ye kızmadan sabırla yola devam etmek gerekiyor. AB’ye öfkelenip, reformları askıya almak veya yavaşlatmak tarihi bir hata olur. Bazı kesimlerce ortaya atılan, Türkiye kendi reformlarını belli ölçüde gerçekleştirdi ve dolayısıyla artık AB’ye ihtiyacı kalmadı gibi argümanların dikkate alınmaması gerekiyor. Bu bağlamda “böylesi bir görüşü savunanlar hem saf, hem dar kafalıdırlar” diyen Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schultz ile aynı görüşteyim. Bu düşünceye sahip olanlar saftırlar, çünkü Avrupa piyasalarına erişimin Türkiye’ye katacağı katma değerin farkında değiller; dar kafalıdırlar çünkü AB’nin ekonomik olduğu kadar siyasal bir dönüşümü de içerdiğini idrak edemiyorlar. Türkiye kendi iç dinamiklerini dikkate alarak, reformlardaki kararlılığını kendi takvimi çerçevesinde yürütmeye devam etmelidir.

[email protected]