ABD ara seçimleri gelecek için ne söylüyor? Kutuplaşma tam hız

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / İstanbul Nişantaşı Üniversitesi
12.11.2022

ABD seçmeni Cumhuriyetçi Parti'yi tamamen bir Trump partisi olarak görmek istemiyor. Kutuplaşırken kutuplaşmanın üstüne çıkabilecek daha az saldırgan, daha normal ve genç alternatiflerin önünü açmaya çalışıyor. Seçmen adına sağduyulu bir davranış ama ne Trumpizm ölmüş görünüyor ne de kutuplaşma atmosferi.


ABD ara seçimleri gelecek için ne söylüyor? Kutuplaşma tam hız

ABD ara seçimleri, şüphesiz tüm Dünya'nın merakla izlediği bir seçim oldu. Seçim öncesinde Cumhuriyetçi Parti'deki hâkim beklentiye göre ABD bir Cumhuriyetçi zafere, Cumhuriyetçi Parti'nin sembol rengine, kırmızıya atfen kullanılan bir kızıl dalga hatta kızıl tufana hazırlanıyordu. Bu beklentinin iki önemli nedeni olduğunu söyleyebiliriz; öncelikle ABD'de son iki yıldır inişli çıkışlı giden işlerin özellikle de yüksek enflasyon ve suç oranlarının faturasının Biden ve Demokrat Parti'ye kesileceği düşünülüyordu. Söylemek gerekir ki Trump'ın iktidarda olmadığı bir dönemde seçmen davranışını "kutuplaşma eğiliminden" ziyade iktisadi durum gibi siyaset yapım/karar alım süreçler ile alakalı gerçek konuların belirlemesi ve sıradan halkın hem Kongre'de hem de yürütmede söz sahibi partiyi dengelemesi beklentisi kağıt üzerinde olağandışı bir beklenti olarak durmuyordu. Üstelik seçimler öncesi Washington'da konuşma şansı yakaladığımız Demokrat Parti destekçileri de aynı endişeleri dillendiriyorlardı.

Demokrasiye adanan seçim

Cumhuriyetçi Parti adayları seçim kampanyaları boyunca, Biden yönetimi altında son kırk yılın en yüksek enflasyon oranının yaşandığını bağıra bağıra söylediler, artan suç oranı ile Biden'ın açık kapı politikası ile ortaya çıkan mülteci sorunu arasında bağlantı kurdular, Amerikan halkının Biden dönemindekinden daha iyi bir eğitim sistemine layık olduğunu söylemekten geri durmadılar.

Yani ABD ekonomisinin iyileşmesi, ABD'nin genç, çalışan, iş sahibi kesimine yatırım yapılmasını ön plana çıkartan klasik Cumhuriyetçi Parti anlayışını Trump'ın sermaye dostu, mülteci düşmanı söylemi ile birleştirdiler. Bu birleşimin Kovid 19 durgunluğunu hala aşamamış tüketiciye ve tüm konuşmaları benzin fiyatı ile başlatan sıradan Amerikalıya cazip gelmesi aslında normaldi. Gel görelim, Cumhuriyetçi zaferin zafer gibi görünmesini sağlayacak asıl faktörün, Trump'ın seçmeni Cumhuriyetçi eğilime ya da Trumpizme döndürme motivasyonu olduğunu da kimse yadsıyamaz. Trumpizm, tamamen popülist bir heyecan dalgasından ibaret olmasa da siyasette bu tür bir heyecanı kontrol etmenin getirisini hepimiz Trump'ın Başkanlığa yükseliş ve düşüş sürecinde gördük. Nitekim Demokrat Parti, Trump'ın yasaları aşan siyasi kimliğine karşı bu seçimi demokrasinin ve özgürlüğün korunmasına adamıştı. Demokrat adaylar ve Biden demokrasi konusunu güvenlikleştirdi, kürtaj hakkı dahil belirli özgürlük meselelerini kültür savaşlarının merkezine oturtmayı başardı. Böylece "yasa ve düzen" sloganı üzerinden banliyölerde "güzel Amerikan rüyasını" sürenlerin korkularına hükmetmek isteyen Cumhuriyetçileri dengeleyebileceklerini gösterdiler.

Normalleşme arzusu

Aslında seçim öncesi atmosfer Biden ve Trump'ın 2024 seçimleri için kaderlerini belirleyecek bir referandum görünümündeydi. Bu nedenle bugün bu yazı yazılırken ortada duran belirsizlik ortamında (neredeyse kafa kafaya giden seçim sonuçları ve Kongre'yi kimin kazandığının hala belli olmadığı gerçeği karşısında) yorumcular ne diyeceklerini şaşırdılar. Sonuçta, ABD halkı ne Biden'ı cezalandırdı ne Trump'ı ödüllendirdi. Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti arasında büyük bir kayış gerçekleşmedi. Seçmen, ilgili partilerin genel felsefesi ve duruşu altında konsolide oldu ama ABD'nin yeni normallerinin tartışıldığı bir dönemde daha normal bir ABD siyaseti istediği mesajını vermekten de geri durmadı. Bu seçim ABD siyasetinde yeni normalin ne olduğunun tartışıldığı bir dönemde gerçekleşiyordu. Amerikalıların artan enerji faturaları nedeniyle araba kullanmaktan endişe etmeleri, kültür savaşlarının merkezindeki banliyölerin bu endişe ile sınanması aslında yeni bir durumdu. Diğer yandan Elon Musk gibi yeni zenginlerinin sosyal medya gibi sokağa etki edebilecek mecraları ele geçirip seçimlerde açık bir biçimde taraf tutmaları da bir başka yeni normaldi. Bu iki yeni normalin çakışması, göreceli fakirleşme ve taraftar zenginlerin siyasi kutuplaşma üzerinden geleceğe yatırım yapmaları, ABD halkını uçlara itebilirdi. Oysa seçimlerde biraz da bu aşırıcı uçların, aşırıcılığın sembol figürlerinin reddedildiğini gördük.

Bu noktada en büyük yarayı Trump'ın kendisinin aldığını görüyoruz. ABD halkı ilginç bir biçimde Trumpizmi, Trump'ın kimliğinden kopartmaya, Trumpizm'i çılgın ve saldırgan bir başkan adayının kişisel duruşundan Cumhuriyetçi ideolojinin bir varyasyonu haline getirmeye çalışıyor. Bu mesajı da Trumpist söylemi benimseyen ama Trump ile arasına belli bir mesafe koyan adayları destekleyerek yaptı. Tam tersi, Trump'ın bizzat destek verdiği, siyasi halkasının bir parçası olarak gördüğü adayların seçimi kaybettiğini görüyoruz. Açıkçası pek çok yorumcuya göre Dr. Oz'un Fetterman karşısında kaybetmesinin en önemli nedeni de buydu. Seçmen Cumhuriyetçi Partiyi tamamen bir Trump partisi olarak görmek istemiyor, kutuplaşırken kutuplaşmanın üstüne çıkabilecek daha az saldırgan, daha normal ve genç alternatiflerin – örneğin Cumhuriyetçiler adına Florida valisinin, Demokratlar adına California valisinin, önünü açmaya çalışıyor. Seçmen adına sağduyulu bir davranış ama ne Trumpizm ölmüş görünüyor ne de kutuplaşma atmosferi. Evet yaşanılan bir kızıl tufan, bir kızıl dalga değil ama kızıl dalganın önünde devasa bir mavi set de kurulmuş değil. Hatta Trump'ın yara aldığı bir atmosferde Cumhuriyetçiler, Temsilciler Meclisini ele geçirmeye çok yakınlar. Senato'daki durum hala oy sayım işlemlerinin sürdüğü ve seçimin yenileneceği eyaletlere bağlı yani Cumhuriyetçiler Kongre'yi kontrol de edebilirler, kaçıracaklarsa da kıl payı kaçıracaklar. Capitol Hill baskını gibi çok tartışmalı bir sürecin isteyerek ya da istemeden tarafı olmuş bir siyasi duruş için bu önemeli bir siyasi başarıdır. Demokrat Parti ise mavi eyaletlerde oyunu konsolide ettiği gibi, ABD'nin çok da güçlü olmadığı bir dönemde siyasi yarışı kaybetmemeyi başardı. Bu da azımsanmayacak bir başarı. Sözün özü, 2024'de kimin ABD'de başkan olacağı hala belirsiz ve ABD seçmeni umutsuzca "güleryüzlü, daha yumuşak yeni bir Trump" ve "halka daha yakın, aklı başında, daha genç, daha çekizi yeni bir Biden" arayışı arasına sıkışmış durumda. Sonuçlar, Cumhuriyetçi ve Demokrat Parti içerisinde liderlik sırasını bekleyenler için umut verici ve ders çıkarıcı türden.

Trump ve Biden'ın bundan sonraki siyasi kararları ne olursa olsun ABD'de rekabettin Parti içinde de artığı bir döneme gireceğiz. Bu nedenle ABD dış politikasında ne değişir sorusu hem önümüzdeki 2 sene için hem de 2024 sonrası için soruluyor. Kongre'de hâkim parti el değiştirirse elbette retorik düzeyinde yürütmeye yönelik eleştirinin düzeyi artabilir, ancak seçimlerin bu kadar başa baş gittiği bir süreçten sonra kutuplaşmayı aşırı keskinliğe taşıyacak bir eleştiri dozu da beklemiyorum. Dahası ABD'nin dış politikası çıkarları çerçevesinde aynı kalacaktır. Yani Cumhuriyetçiler de Demokratlar da direksiyonda olsa ABD'ye yönelik sınamaların ve bu sınamalara verilen yanıtların özü değişmeyecek. Zaten bu nedenle 2022 Seçimlerinde dış politika alışıldığı yerine, yani sahne gerisine çekildi.

ABD dış politikasında değişim olur mu?

Temelde kampanyalar süresince yegâne dikkat çeken dış politika konusu Çin ve Beijing ile rekabetin geleceğiydi. Meselenin seçmenin önüne gitmesinin temel nedeni ise bu rekabetin ABD ekonomisini doğrudan etkileyen bir yönü olması. Bu noktada seçmen için müjdeli haber vermek zor. Cumhuriyetçilerin Çin ile başlattığı ticaret savaşı iyi sonuç vermemişti hatırlanacaktır. Demokratlar ise Çin'i çevreleyecek ittifak ve işbirlikleri için kesenin ağızını açmışlardı. Gerçi Asya bazlı bazı politikaların istihdamdaki olumlu süreci desteklediği de söylenebilir ama sonuçta rahatlıkla Amerikan seçmeninin vergileri müttefiklerin silahlanması için harcanıyor diyebiliriz. İşin en zor kısmı tüm bu yatırımın sonuçları konusunda emin olamamak. ABD'nin son iki ayda yayınladığı stratejik dokümanlara baktığımızda Çin'in yükselişinin engellenmesi konusunda Washington'un umutsuz olduğunu görüyoruz. Bu nedenle hedefledikleri Çin'in sınırlanması ve dengelenmesi. Bu noktada maliyeti esas belirleyecek olan Çin'in gücünün neye yetip yetmeyeceği. Şimdilik Beijing'in küresel yönetişimden kopmaması- örneğin Xi'nin G20 toplantısına katılması- ABD adına rahatlatıcı ancak bu rahatlatıcı unsur Asya'da rekabetin geleceği ve ABD seçmeninin cebine yüklenecek maliyet konusunda bize de Washington'a da hemen hemen hiçbir şey söylemiyor.

Müttefikler önemli

Seçimler öncesi ve sonrasında Ukrayna Savaşı ABD'nin gündeminde değildi. Dolayısıyla Ukrayna-Rusya siyasetinde gelecek iki sene boyunca gerçek bir dönüşüm-değişim beklentisi içerisine girmek gerçekçi olmaz. Ukrayna krizinin gerçek mimarlarından birinin ABD olduğu düşünüldüğünde Washington'da iktidar ve muhalefetin bu konuda bu kadar sessiz olması dışarıdan gözlemciler için şaşırtıcı olabilir. Bu sessizliğin temel sebebinin krizde ABD için gerçek bir kayıp üzerinden çıkmaz aşamasına gelinmemesi olduğunu söyleyebiliriz. Ukrayna Savaşının ve bu savaşın güçlendirdiği küresel enerji krizinin ABD ekonomisini zorladığı bir gerçek. Ama elbette ABD'de kimse soğukta titreyeceğini filan düşünmüyor, anıtlar ışıklandırılmaya devam ediyor ve tüketici kapanan işletmelerin yanıbaşında faaliyet gösteren dükkanlardan alışveriş yapmaya devam ediyor. Seçmen davranışını etkileyen ve 2024'de de etkilemeye devam edecek esas endişe kaynağı 2023'de başlayacağı düşünülen iktisadi durgunluk. İstihdam rakamlarının iyi olması tam bir ümitsizliğin yaşanmasını engelliyor ama herkes ABD'nin küresel enerji piyasalarını etkileyecek kadar aktif olması gerektiğini düşünüyor. Küresel enerji piyasalarını, arz ve fiyatlandırmayı etkileyecek aktif dış politika seçenekleri konusunda ise ABD, elinin çok güçlü olduğu bir dönemde değil maalesef. Bir yerleri işgal etmek, bir petrol ülkesinde darbe filan yapmaya çalışmak için uygun bir atmosfer yok. Washington revizyonist büyük güç olma ağırlığından nihayet Rusya'nın küçük saldırganlığı sayesinde kurtuldu. Bu avantajı dişlerini ve pençesini göstererek yok etmek istemiyor haliyle. Hem daha uygun atmosferin olduğunu düşündüğü dönemde Venezüela'da bile iktidarın değişmesini sağlayamamıştı. Bugün AB liderleri neredeyse tüm üretici ülkelerin kapısını arşınlarken Washington Avrupalıları ürkütmeden birilerini deviremez. Bu nedenle Beyaz Saray, Riyad'ı tehdit eder şekilde sert bir uyarı tonu benimsediğinde yanında yöresinde pek bir destekçi bulamadı. ABD LNG'si hala hem Avrupa hem Asya piyasaları için çok önemli bir araç ama işte küresel piyasada diğer üreticiler de ABD LNG'sinin geleceği için uygun koşulların oluşması için yani fiyatlandırma için kritik önemde. Dolayısıyla ABD, OPEC partnerleri dahil enerji üretimi ve taşınmasında kilit veya potansiyel önemde olacak aktörleri kendisiyle birlikte hareket etmeye ikna etmek zorunda. Washington'un dün ektiği dikenler bugün konu müttefikler olunca yoluna çıkıyor elbette. Fakat itiraf etmek gerek ABD'yi tek zorlayan kendi güvenilmez politikalarının müttefikler nezdinde yarattığı hayal kırıklığı değil. ABD'nin Rusya ve Çin'le mücadelesinde ne kadar ileri gidebileceğini, ne yapıp yapamayacağını gözlemleyen ve fırsatları değerlendiren Türkiye gibi bölgesel güçler büyük güçler karşısında belirli bir hareket serbestliği kazandı.

ABD-Türkiye ilişkileri

Bu noktada ABD'nin Türkiye politikasının nasıl şekilleneceği de merak konusu. 2024'e kadar Biden'lı yıllar devam edecek. Ankara'nın Pelosi'nin aşırılıkları yerine Beyaz Saray'daki mevcut yönetimi muhatap alma politikasının siyasi açıdan ne kadar mantıklı olduğunu da bu seçimlerle beraber bir kere daha gördük. Amerikan siyasetinin geleceği şimdilik normalleşmeden yana. Bu çerçevede Biden döneminde Türkiye-ABD ilişkileri mükemmel bir ortaklık portresi çizmese de normalleşme potansiyelini ön planda tutmaya devam etti. Bu potansiyel 2024'e kadar görünür tutulmaya devam edecek zira Washington nezdinde Türkiye çok önemli bir ülke ve asla ve asla Rusya'ya kaptırılmamalı. Türkiye'nin sadece Asya ve Avrupa arasında haritada bir nokta olarak görülmediğini de bilmeliyiz. Türkiye Asya'dan Afrika'ya stratejik bağlantılar ve irtibat ağları üzerinde kısmi kontrol stratejisi izleyebilen bir aktör. Washington bu çerçevede Türk Dünyası Teşkilatı'nın hızla kurumsallaştığını, KKTC'yi gözlemci ülke olarak kabul ederek sisteme bir mesaj verdiğini gözden kaçırmıyordur. Bu nedenle Yunanistan'a verilen tüm desteğe ve Rusya-Türkiye ilişkilerine yönelik tüm eleştirilere rağmen ABD yönetimi Türkiye'yi kaybetmemeye çalışacak. Dolayısıyla ikili ilişkilerde sert ve yumuşak söylemlerin yan yana gideceği, zarar kontrolünün hiç elden bırakılmayacağını var sayabiliriz. Bu durum Ankara için Ukrayna krizi sonrası ortaya çıkan fırsatları değerlendirme kabiliyeti olduğu için "gölge etme, başka ihsan istemem" dileğine verilmiş olumlu bir mesaj. 2024 sonrası Beyaz Saray'da kimin oturacağı ve hangi parti ideolojisini temsil edeceği elbette bu iki yıllık dönemde ikili ilişkilerde gözlemleyeceğimiz olumlu durgunluğu etkileyecek ama unutulmamalı ABD gölge etmez/edemez, Türkiye önüne çıkan fırsatları değerlendirirse iki yıl sonra Washington karşısında gücü daha da artmış bir Ankara bulacak.

[email protected]