ABD dış politikasından bir şey ‘beklemek'

Prof. Dr. Metin Aksoy / Selçuk Üniversitesi Rektörü
6.02.2021

Biden dönemi ABD dış politikasından Trump dönemine kıyasla ciddi kırılmalar ve yapısal değişiklikler yerine söylem ve eylem bazında ABD'nin küresel imajını iyileştirmeye yönelik girişimleri beklemek daha makul gözükmektedir. Bush sonrası Obama'dan beklenilen ve fakat Obama'nın ortaya koyduğu politikalar göz önüne alındığında belki de ABD dış politikasından bir şey "beklemenin" bizatihi kendisinin hatalı olduğunu anlamak gerekmektedir.


ABD dış politikasından bir şey ‘beklemek'

20 Ocak'tan itibaren küresel siyaset gündeminin en temel konusunu Biden döneminde ABD dış politikasına dair beklentiler oluşturmaktadır. Bu temelde yapılan analizlerin ekseriyetinde ise NATO, AB, Rusya, Çin ve Ortadoğu alanları öncelenmektedir. Bunun en temel sebepleri ise bahse konu alanların ABD dış politikasının küresel seyri noktasında kapsayıcı bir çerçeve sunması ve Trump döneminde bu alanlarda atılan adımların "tartışmalı" nitelikleriyle Biden dönemine miras kalmasıdır. Bu alanlara geçmeden önce ABD dış politikasının "yeni" dönemine dair yapılan analizlerin bir kısmına içkin olan noktanın altını çizmek gerekmektedir. Bu nokta da farkında olmadan ABD hegemonyasına yapılan söylemsel ve akademik katkıdır.

Zira yapılan analizlerin bir kısmında Biden'ın kişiliği ve kariyeri, ABD siyasal sisteminin dış politika konusunda hareket alanı tanıdığı kurumların örgütsel psikolojileri, Amerikan toplumunun sosyo-politik koşulları ve ABD'nin jeopolitik kaygıları gibi ABD ile ilgili neredeyse her bileşen üzerinde durulmaktadır. Ancak bütün bir analizi yalnızca ABD menşeli bileşenlere dayandırmak dünyanın geri kalanını edilgen bir niteliğe büründürme tehlikesini taşımaktadır. Bu ise küresel siyaseti ABD'nin domine ettiği şeklindeki gizli bir imadır. Nihayetinde varılan nokta ise -reelpolitikte öyle olsun veya olmasın- ABD'nin hegemon güç olduğu bir dünyanın söylemsel ve akademik inşasına bir katkıdır. Dolayısıyla yapılan analizlerde ABD dış politikasının manevi motivasyonlarından biri olan ve ABD'yi küresel siyasette ayrıksı bir pozisyona yerleştiren "ABD istisnacılığı"ndan kaçınmak gerekmektedir.

Girift küresel siyaset

Bunun için yapılması gereken ABD dış politikasının yöneldiği diğer küresel siyaset aktörlerine de hayat vermektir. Çünkü günümüzde küresel siyaset hiçbir aktörün eylem ve söylemlerine indirgenemeyecek kadar girifttir. Hatta küresel siyaseti incelerken hangi analiz düzeylerinin ve analiz birimlerinin kullanılacağı meselesi de tartışma konusudur. Dolayısıyla Biden dönemi ABD dış politikasına dair temel alanlara değinirken ABD'yi küresel siyaseti kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışan bir aktör olarak ve ABD dış politikasının yöneltildiği aktörleri de benzer bir şekillendirme girişimine sahip aktörler olarak yani birlikte değerlendirmek gerekmektedir. Böylesi bir yöntemin ilk sonucu ise dış politikaya dair detaylı bir analizden ziyade küresel siyasetin giriftliğine ve dolayısıyla mutlak olarak öngörülemezliğine uygun şekilde genel eğilimleri barındıran bir analizdir.

Beklenti, karşı beklenti

Bu çerçevede ABD dış politikasının olası seyri ile birlikte bu politikanın yöneleceği uluslararası aktörlerin bu yönelmeye ilişkin karşı adımları ve tepkileri birlikte ele alınarak analiz yapılmalıdır. Ancak bundan önce Biden döneminde ABD dış politikasının genel seyri üzerine birkaç noktayı tespit etmek mümkündür:

* Biden döneminde kişisel yakınlığa bağlı olarak yürütülen dış politika yerine kurumsal sacayakları bulunan bir dış politika çizgisinin takip edilmesi muhtemeldir. Bu kurumsallığı iki şekilde düşünmek mümkündür. İlk olarak Biden ABD siyasal sistemine içkin olan kurumları dış politika karar alma sürecine daha fazla dâhil edecektir. İkinci olarak ise Biden küresel siyaset noktasında kurumsal müttefiklik ilişkilerini araçsallaştıracaktır.

* Trump döneminde takip edilen ve "Önce Amerika" mottosu ile karşılık bulan kısmi izolasyonizm yerine Biden'ın ABD'nin küresel liderliğine vurgu yapması beklenmelidir. Ancak demokrasi ve insan haklarının yaygınlaştırılması ekseninde yoğunlaşacak olan bu küresel liderlik iddiasının Trumpizm sebebiyle aldığı darbe düşünüldüğünde bunun pek de kolay olmayacağı açıktır.

* Biden'ın Trumpizm heyulasını bertaraf etmek için ABD iç politikasına yer yer ağırlık vermesi durumu ABD'nin müttefik devletler ile ilişkilerini Trump öncesi seyrine oturtma gerekliliğini beraberinde getirmektedir. Bir başka deyişle Biden Batı ittifakı kurumları (NATO ve AB) ile ABD ilişkilerini yeniden sağlamlaştırmak durumundadır.

Atmosfer farklılaştı

* Biden iç politikada olduğu gibi dış politikada da Trump'ın yarattığını iddia ettiği tahribatı gidermek durumundadır. Bu haliyle Biden dönemi Bush sonrası Obama dönemi ile benzerlik gösterecektir. Zira Bush döneminde küresel düzeyde artan ABD karşıtlığı Obama figürü ile düzeltilmeye çalışılmıştı. Ancak Biden döneminin "üçüncü Obama" dönemi olarak adlandırılması da mümkün değildir. Çünkü Biden'ın karşı karşıya olduğu küresel siyaset atmosferi Obama'nınkiyle farklılaşmaktadır.

* Son olarak Biden dönemi ABD imajının rehabilitasyonu açısından Obama dönemine benzediği kadar ABD'nin küresel çıkarlarının uygulanması bakımından ve özellikle ABD dış politikası için hayati nitelik arz eden alanlar açısından Trump dönemi ile de benzeşecektir. Ancak burada Biden ile Trump arasındaki farklılığı söylem ve eylem tonlaması belirleyecektir.

Tüm bu tespitlerden sonra ABD dış politikasının küresel seyrinin hatlarını çizebilecek alanlar açısından mikro değerlendirmeler yapmak mümkündür.

Kaybedilen mevziler

Rusya ve Çin: Trump dönemindeki kısmi izolasyonizm ve "Önce Amerika" mottosu Rusya'nın Suriye, Doğu Akdeniz, Güney Kafkasya ve Karadeniz eksenlerinde ABD tarafından çok fazla rahatsız edilmeden hareket alanını geliştirmesi ile sonuçlanmıştı. Buna karşılık Biden'ın Batı ittifakı kurumları üzerinden (NATO ve AB) Rusya'nın önünü kesmeye çalışması beklenebilir. Buna yönelik adımların atılmasının ve bahse konu aktörlerin Rusya'ya doğru genişlemelerinin ise Rusya nezdinde askeri güç kullanımı dâhil olmak üzere ciddi bir tepkiyle karşılanacağını düşünmek için Kırım'ın ilhakını ve 08.08.2008 tarihli Rusya-Gürcistan savaşını hatırlamak yeterlidir. Bununla birlikte Biden'ın Trump döneminde kaybedilen jeopolitik mevzileri geri alması veya en azından Rusya'yı durdurması kısa vadede gerçekleşmesi mümkün olmayan bir politik yönelimdir.

Trump döneminde ABD'nin Çin'e karşı Tayvan kartını kullanması, Çin ile ABD arasında yaşanan ticaret savaşları ve Trump'ın Covid-19 pandemisi nezdinde "Çin virüsü" ifadesini kullanması ABD-Çin ilişkilerini gerginleştirmişti. Tayvan meselesinin Çin'in kırmızı çizgilerinden biri olduğu ve yaşanan ticaret savaşlarında ABD ekonomisinin üstlendiği maliyet göz önüne alındığında Biden'ın ABD-Çin hattında aksi bir kırılma yaratması pek mümkün gözükmemektedir. Ancak eylem ve söylem tonunda Çin ile düşmanlıktan ziyade rekabet eksenine kayılması ihtimali yüksektir. Düşmanlık ile rekabet arasındaki en temel nüans ise ilkinin kuralsız ve yıkıcı ikincisinin ise taraflarca zımnen veya açık kabul edilmiş kurallarının olmasıdır.

AB ve NATO: ABD-AB ilişkileri Trump döneminde ciddi yaralar almıştı. Zira Trump İran ile nükleer anlaşma ve gümrük vergileri gibi konularda AB ile ters düşmüş böylece Rusya ve Çin'in küresel manevra alanlarının artmasına karşılık AB ve NATO kısmen hareketsiz kalmıştı. ABD dış politikasında hem ülke içi kurumsallığı hem de müttefik ilişkilerini yeniden rayına oturtma amacı güdeceğinin sinyallerini veren Biden döneminde ABD-AB ilişkilerinde olumlu bir seyir gözlemlemek mümkündür. Bu durum AB'de artan ve ABD'nin küresel liderlik iddiasına ters düşen aşırı sağ eğilimler ile Brexit gibi AB'den kopmalar göz önüne alındığında Biden için bir olasılık değil gereklilik halini almaktadır. Benzer şekilde örneğin Doğu Akdeniz'de NATO çatısı altında müttefiklik ilişkisi bulunan devletlerin karşı karşıya gelmesi de Biden'ı ivedi bir şekilde bu aktörler nezdindeki ABD müttefiklik ilişkilerini yeniden tesis etmeye zorlamaktadır. Öz bir şekilde ifade etmek gerekirse Biden bu aktörler nezdindeki ABD liderliğini canlandırmak mecburiyetindedir. Her ne kadar örgütsel bazda hem AB hem de NATO Biden'ın bu eğilimine olumlu tepki verseler de Trump döneminde ABD ile müttefikleri arasına ekilen güvensizlik tohumları ve bu durum hasebiyle müttefik devletlerin kendi başlarının çaresine bakma yönünde meyletmeleri (self-help) göz önüne alındığında Biden'ın beklediği çözüm umduğu kadar ivedi olmayabilir.

Amaç aynı, yol farklı

Ortadoğu: Biden döneminde ABD'nin Ortadoğu politikasının ana hatlarını ise iki aktör ve bir mesele üzerinden değerlendirmek mümkündür: Suudi Arabistan, İran ve Arap-İsrail ihtilafı. İlk olarak Biden'ın ABD'nin küresel liderliği ve demokrasi ile insan haklarını yaygınlaştırma misyonu göz önüne alındığında ABD'nin Suudi Arabistan ile ilişkilerini gözden geçirmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Bu noktada ABD dış politikasında Trump döneminde Suudi Arabistan ile inşa edilen kişisel yakınlık ilişkileri terk edilerek kurumsal düzeyde ilişkiler tercih edilebilir. Ancak bu farklılığa rağmen ABD'nin askeri-sınai kompleksi noktasında iyi bir pazar olan Suudi Arabistan'ın tümden göz ardı edilmesi mümkün gözükmemektedir. İkinci olarak Biden'ın İran'ı Trump'ın aksine dışlayarak değil uluslararası sisteme entegre ederek etkisizleştirmeye çalışması beklenebilir. Hâlihazırda Biden'ın İran ile nükleer müzakerelere dönüş sinyali vermesi bu tespiti doğrulamaktadır. Bu çerçevede dikkat edilmesi gereken husus Biden ile Trump'ın aynı amaca farklı yollardan gitme arayışlarıdır. Çünkü bölgede İran'ın etkisizleştirilmesi İsrail'in güvenliğini arttırıcı bir etki yapabileceği gibi yine bölgedeki Rusya varlığını da kısmen azaltabilecektir. Bu durumda ABD'nin İran'ı uluslararası sisteme entegre ederek etkisizleştirmeye çalışması Rusya'nın İran'ı temkinli olması konusunda telkin etmesi halinde başarısız olabilir.

Barış mümkün mü?

Son olarak ABD'nin son dönem İsrail politikası ve bu çerçevede Arap-İsrail ihtilafına yaklaşımı Biden'ın kısmen restore edebileceği bir mahiyettedir. Çünkü Trump döneminde ABD Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımış, ABD büyükelçiliğini Tel Aviv'den Kudüs'e taşımış ve İsrail'in Golan Tepeleri'ndeki varlığını kabul etmişti. Biden'ın bu politik atmosferi tersine çevirmesi zor olmakla birlikte ABD'nin Arap-İsrail ihtilafını kalıcı barışa dönüştürme ve arabulucu bir pozisyona bürünme yönündeki küresel imajını destekleyici girişimlerde bulunması muhtemeldir. Ancak iki devletli çözümü destekleme, Filistin'e yapılan ve fakat Trump döneminde aksayan ABD yardımlarına devam etme gibi adımların Trump'ın politikasını görünürde yumuşatmaktan öteye gidemeyeceği aşikârdır.

İmaj iyileştirme çabası

Dolayısıyla Biden dönemi ABD dış politikasından Trump dönemine kıyasla ciddi kırılmalar ve yapısal değişiklikler yerine söylem ve eylem bazında ABD'nin küresel imajını iyileştirmeye yönelik girişimleri beklemek daha makul gözükmektedir. Bush sonrası Obama'dan beklenilen ve fakat Obama'nın ortaya koyduğu politikalar göz önüne alındığında belki de ABD dış politikasından bir şey "beklemenin" bizatihi kendisinin hatalı olduğunu anlamak gerekmektedir. Zira neredeyse barış havarisi statüsünde yüceltilen Obama döneminde göçmen yasası en katı haliyle uygulanmış, ABD bir başka egemen devletin topraklarında (Pakistan) gizli operasyonlar gerçekleştirmiş ve Obama'nın beysbol sopasıyla Beyaz Saray'da verdiği pozlar küresel siyasetin dizaynında bir tehdit unsuru olarak servis edilmişti. Hal böyleyken küresel siyasetin daha adil ve adaletli işlemesi açısından "beklemek" yerine değişen koşullar ekseninde pro-aktif adımlar atmak bu meyanda bir küresel siyaset tahayyülü bulunan tüm devletlerin ortak aklı olmalıdır.

[email protected]