ABD dünyayı B planına mı hazırlıyor?

Oytun Orhan / ORSAM Araştırmacısı
27.02.2016

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ateşkes başarılı olmazsa Suriye’de B planının ülkenin bölünmesi olabileceğini söyledi. Bu açıklamanın iki anlamı olabilir. ABD ya kötü senaryoyu gösterip tarafları barışa zorlamaya çalışıyor ya da kendini ve dünyayı B planına hazırlıyor.


ABD dünyayı B planına mı hazırlıyor?

Suriye’de halk ayaklanması başladığında herkesin beklentisi Esad rejiminin çok da uzun olmayan bir sürede değişeceği yönündeydi. Tunus, Mısır ve Libya’da yaşanan değişimin Kuzey Afrika ile sınırlı kalmayacağı, Ortadoğu’daki otoriter yönetimlerin yıkılarak yerine demokratik siyasi yapıların ortaya çıkacağı düşünülüyordu.

Suriye’de halk ayaklanması, 2011 yılının ortalarından itibaren silahlı direniş boyutuna geçmeye başladı. Suriyeli muhaliflerin silahlanmasına paralel olarak Esad yönetimi güç kullanımını artırdı. Temmuz 2012’de Suriye rejiminin kalbinde muhaliflersaldırdı. Ulusal güvenlik binasının hedef alındığı saldırıda üst düzey yetkililer hayatını kaybetti. Ülkede güç dengesi rejim aleyhine değişiyordu ve rejimden kopuşlar artmaktaydı. Rejim yanında yer alan aktörler de kademeli olarak verdiği desteği artırmaya başlamıştı. İran ve vekilleri somut olarak sahada Suriye ordusunun operasyonlarına destek verirken Rusya siyasi ve diplomatik alanda imkanlarını rejim lehine seferber etmeye çalışıyordu. Bu dönemde muhalifler Suriye Başkanlık Sarayı’nı hedef alacak kadar tehdit oluşturuyordu. Ancak rejim Şam’ın ele geçmesine engel olarak savunma aşamasını atlatmayı başardı ve sonrasında saldırı aşamasına geçti.

Kontrol edemezsen yok et

2013 yılı başlarında Hizbullah’ın iç savaşa doğrudan müdahil olması ile Suriye’de askeri dengeler kritik biçimde değişmeye başladı. Rejim ise artık karadan giremediği bölgeleri havadan rastgele bombalamaya dayalı bir taktik geliştirdi. Çok sayıda sivil kaybı, yoğun göç dalgaları gibi ağır insani sonuçları olan bu yöntem, rejimin kontrol edemediği bölgeleri insandan arındırma amacına hizmet ediyordu. Buna karşın hem siyasi hem de askeri Suriyeli muhalifler arasındaki bütünlük sorunu aşılamıyordu. Aynı durum muhalifleri destekleyen dış aktörler için de geçerli idi. Muhalifleri destekleyen her ülke Esad sonrası Suriye’de kendi yakın çalışabileceği aktörlerin etkili olmasını istiyordu ve desteğini bu gruplara sunuyordu. Bu da muhaliflerin zaten kendi aralarındaki rekabet ve ideolojik farklılıklardan kaynaklanan ayrımı derinleştiriyordu.

Esad yönetimi izlediği askeri strateji ile ülkede bir “azınlıklar ittifakı” yaratmak, Sünni nüfusu olabildiğince radikalize etmek, toplumu etnik ve mezhepsel temelde bölerek azınlıkların güvenlik kaygısı üzerinden meşruiyet sağlamak çabası içinde oldu. Gerek rejimin çabaları gerekse kimi muhalif grupların kontrol sağladığı bölgelerde iyi sınav verememesi ve en önemlisi DAEŞ’in Suriye iç savaşına dahil olması bu stratejinin sonuç vermesini sağladı. Özellikle DAEŞ’in ortaya çıkışı rejimin hem iç hem de dış meşruiyet arayışlarına önemli katkı sundu. Artık rejim hem Suriyeliler hem de uluslararası topluma “teröristlerle savaştığı” argümanını daha güçlü savunabilirdi. DAEŞ’in ortaya çıkışı ile rejimin pozisyonunun güçlenmesi ve 2013 yılından itibaren muhaliflerin askeri olarak zayıflamasına rağmen Suriye’de rejim ve DAEŞ dışında üçüncü bir alternatif her zaman varlığını korumaya devam etti.

Tehdit algısı değişti

2015 yılı başında askeri dengeler muhalifler lehine değişmeye başladı. Bunun en önemli nedeni muhaliflere dış desteğin artması ve muhaliflerin çatı oluşumlar altında birlikte hareket etmeyi başarması oldu. 13 farklı muhalif grubun oluşturduğu Fetih Ordusu İdlib şehir merkezini ve kırsalının büyük bölümünü rejimden almayı başardı. Bu gelişme rejimin, Rakka’yı DAEŞ’in almasından sonra, bir vilayet merkezinin tamamını kaybettiği ikinci örnek oldu. Muhalifler Halep merkez ve kırsalı, Dera ve çevresi, Şam kırsalında da bazı ilerlemeler sağladı. Bu gelişmeler esasen rejimin de savaşı askeri olarak kazanmasının artık mümkün olmadığını anlamasını ve siyasi çözüme daha samimi yaklaşmasını sağlayabilirdi. Ancak bu dönemde zemin kazanan diğer iki yapı DAEŞ ve YPG oldu. DAEŞ Haziran 2014’te Irak’ta Musul’u ele geçirerek bir anda geniş bir coğrafyayı kontrol eden bir örgüt konumuna yükseldi. Irak’taki askeri, mali kazanımlarını Suriye’ye tahvil eden DAEŞ, ülkenin kuzey hattında ilerlemeye başladı. Bu dönemde dünya kamuoyunun geneli açısından Suriye’de öncelikler ve tehdit algılamaları değişmeye başladı. 2014 yılının son çeyreğinde Suriye’ye ABD öncülüğünde uluslararası müdahale gerçekleşti ancak bu müdahale iç savaşın başından bu yana herkesin beklediği gibi rejime karşı değil DAEŞ’e karşıydı. DAEŞ ile mücadele için oluşturulan koalisyon ve müdahalenin Suriye askeri sahasında kazananı rejim ve YPG olurken muhalifler kaybeden tarafta yer aldı. ABD ve Batı DAEŞ’e karşı mücadelede tek güvenilir yerel ortak olarak Suriye Kürtlerini temsil iddiasında olan YPG’yi seçti ve YPG bu dönemde kontrol ettiği alanı genişletti, Kürt nüfusun yoğun yaşadığı yerlerin dışında Türkmen ve Arap coğrafyalarına doğru bir gelişim sergilemeye başladı. Ayrıca DAEŞ ile mücadele üzerinden bölgesel bir aktöre dönüşme imkanı elde etti. Ortamı iyice karmaşıklaştıran gelişme 2015 yılının sonlarında ortaya çıktı. Rejimin giderek zayıfladığı bir ortamda  Rusya iç savaşa müdahil olma kararı aldı. Bu hamle askeri dengeleri yeniden rejim lehine dönüştürdü ve yoğun Rus hava desteği altında rejim ve müttefikleri Lazkiye kırsalı, Halep kırsalı, Dera çevresinde hızlı ilerleme kaydetti. En önemli gelişmelerden biri de rejimin Halep’i kuşatması ve Türkiye sınırına doğru ilerlemesi oldu.

Suriye iç savaşı 2016 yılı başı itibarıyla çok taraflı, çok değişken, karmaşık ilişkiler ağına sahip, dış etkinin çok yoğun olduğu siyasi tarihin belki de en karmaşık sorunlarından biri haline geldi. Mevcut durumda Suriye’de kabaca dört cepheli bir iç savaş ve coğrafi bölünmeden bahsetmek mümkün: Rejim, muhalifler, DAEŞ ve YPG. Bu aktörler arasında DAEŞ ve YPG nispeten kendi içinde bütünlük arz etmekte. Buna karşın rejim ve muhalifler sınıflandırmasında bütüncül bir yapıdan bahsetmek mümkün değil. Rejim dendiğinde Rusya, İran ile birlikte yerel milis güçler ve Lübnan, Irak, Afganistan gibi ülkelerden gelen yabancı savaşçıların oluşturduğu milis güçleri bu kampa dahil etmek gerekmekte. Muhalif kanat ise daha karmaşık bir nitelik arz ediyor. Birçok bölgede muhalifler birlikte hareket etse de aralarındaki ittifak kırılgan. Bu çatı altındaki gruplar arasında liderlik, bölge kontrolü, kaynakların paylaşımı, ideolojik farklılıklardan kaynaklanan rekabet yaşanabilmekte. Ancak yine de ortak tehdide karşı uzun yıllardır birlikte mücadele vermeye devam ediyorlar.

Ateşkesin başarı şansı

Rejim cephesi Rusya’nın savaşa müdahil olması ve kısa sürede askeri ilerleme sağlanmasını takiben iç savaşı kazanabileceği konusunda motive oldu. Kuzeyde Halep ve İdlib’i ele geçirip güneyde de Ürdün sınırına ulaşabilirse kısa vadeli hedefine ulaşacağını düşünecektir. Bu süreçte rejim ve Rusya’nın gerçekleştirmek istediği Suriye’de DAEŞ dışındaki alternatifleri ortadan kaldırarak dünyayı “rejim ya da DAEŞ tercihine zorlamak” olacak. Tam da bu nedenle Rusya ve rejim, muhalif bölgelere yoğunlaşmaktadır. Muhalifler son dönemde geriliyor olsa da kısa vadede Halep ve İdlib’i elde tutup Rus saldırılarının yarattığı ivmeyi kırmaya çalışacaktır. Eğer bu dalgayı da atlatabilirlerse her geçen sürenin kendi lehlerine işleyeceğini düşüneceklerdir. YPG hedefi en net aktörlerden biri. İç savaşın başından bu yana Türkiye-Suriye sınırı boyunca uzanacak, mümkünse Akdeniz’e çıkışı olan bir bölge oluşturmaya odaklanmış durumda. Bu hedef açısından önünde Azaz-Cerablus arasında kalan hat kaldı. Türkiye baskısı nedeniyle Kobane tarafından ilerleyemeyen YPG Rusya desteği ile Afrin tarafından Azaz’a ulaşmaya çalışmakta. Ancak bundan sonraki aşamada şimdiye kadar birçok bölgede işbirliği yaptığı rejim ile rekabete girmesi söz konusu olabilir. Her iki taraf da Azaz’daki muhalifleri ortadan kaldırıp DAEŞ ile sınır olmaya çalışmaktadır. DAEŞ ile sınır bir kere oluşturuldu mu DAEŞ bölgesine ilerlemenin önünde ne meşruiyet ne de askeri destek sorunu kalmayacağını bilmektedirler. Suriye’nin doğusunda geniş bir coğrafyayı kontrol eden DAEŞ ise muhalifler ve rejim arasındaki çatışmalardan faydalanarak Halep ve çevresinde ilerlemeye çalışacaktır.

Askeri sahadaki gelişmelere paralel olarak ABD ve Rusya uzlaşısına dayalı olarak siyasi çözüm çabaları da hız kazandı. Siyasi çözümün aciliyet kazanmasındaki en önemli neden Suriye krizinin artık Batı’yı doğrudan tehdit eder bir hale dönüşmesi oldu. Mültecilerin Avrupa’ya akını ve DAEŞ’e bağlı yabancı savaşçıların Avrupa’da gerçekleştirdiği terör saldırıları Batı’nın Suriye sorununu artık daha fazla kendi bölgesinde sınırlandıramayacağını anlamasına yol açtı.

Buradan hareketle yürütülen çabalar neticesinde Suriye’de tarafların 27 Şubat’ta ateşkes konusunda anlaştığı açıklandı. Ateşkese DAEŞ ve El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi dahil edilmedi. Bunun dışında hangi grupların terör örgütü hangilerinin ılımlı muhalefet olduğu konusunda belirsizlik devam ediyor. Bu belirsizlik de ateşkesi çok kırılgan bir hale sokuyor. ABD ve Rusya ateşkes süresinde DAEŞ ve El Nusra’ya karşı operasyonların devam edeceğini belirtiyor. Ancak İdlib başta olmak üzere pek çok yerde El Nusra ve muhalifler hava operasyonuyla ayırt edilemeyecek kadar yakın birbirine. Bu ayrımın nasıl yapılacağı büyük bir soru işareti. Bunun yanında özellikle kuzey cephesinde savaşan bazı grupların Rusya tarafından terör örgütü tanımına dahil edilerek saldırıya maruz kalması ateşkesi hem muhalifler hem de Türkiye dahil birçok bölge ülkesi açısından anlamsızlaştıracaktır. Suriye’de bir tarafın zor yoluyla kendi planını dayatma imkanı ortadan kalkmıştır. Eğer gerçekten siyasi çözüm ve ateşkes olacaksa güç yolu ile barışı dayatmaktan ziyade bütün tarafların hassasiyetlerini dikkate alan bir orta yol bulunması gerekiyor. Eğer bütün taraflar ateşkes konusunda samimi ise bir şans var. Ancak ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ateşkes başarılı olmazsa Suriye’de B planının ülkenin bölünmesi olabileceğini söyledi. Bu açıklamanın iki anlamı olabilir. ABD ya kötü senaryoyu gösterip tarafları barışa zorlamaya çalışıyor ya da kendini ve dünyayı B planına hazırlıyor.