ABD karşıtlığının nedenleri

Dr. Ramazan Akkır / Siyaset Bilimci
4.02.2017

Gerektiğinde darbeye zemin hazırlayan, gerektiğinde şiddet, anarşi ve terör sarmalına Türkiye’yi itmekten çekinmeyen gerektiğinde de taşeron kuvvetleri üzerinden darbeye müracaat eden ABD, aba altından sopa göstermekten öte uluslararası ilişkilerini revize etmelidir.


ABD karşıtlığının nedenleri

Türkiye’de ABD karşıtlığının yükselişte olduğu ve bu karşıtlığın ABD’yi rahatsız ettiği malum. Araştırmalara göre, ABD karşıtlığı yüzde 70’in üzerine çıkmış durumda. Bunun en önemli nedenleri ise, ABD’nin Suriye’de terör örgütü PKK/YPG’yi desteklemesi ve FETÖ liderinin iadesi konusunda gönülsüz davranması. Bunun yanı sıra, ABD’nin Türkiye ve dünya üzerindeki “görünmez eli”nin hinterlandının oldukça geniş olması, siyasal ve toplumsal olaylarda ABD’nin payının göz ardı edilememesi ve Pax Americana’nın iflas etmiş olması gibi nedenler karşıtlığın meşru gerekçesini oluşturuyor.

Türkiye özelinde, ülkenin tarihi dönüm noktaları olan 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 15 Temmuz ve hemen hemen her şiddet ve terör olayında ABD’nin doğrudan veya dolaylı etkisi hissedilmiştir. Neredeyse Truman Doktrini’ne kadar geri götürülebilecek bu sarmal ilişki, tarihin karanlık yanını oluşturuyor. Yakın tarih, ABD’nin gerektiğinde orduyu kullanarak, gerektiğinde de şiddet ve terörü tırmandırarak Türkiye’yi dizayn etme çalışmalarının örnekleriyle doludur. ABD, dönemsel olarak farklılaşmakla beraber Türkiye’de, bazen darbe şartlarını olgunlaştırmış, bazen terör ve şiddeti önlenemez biçimde tırmandırmış, bazen de taşeron örgütleri veya ileri karakolları vasıtasıyla darbeye teşebbüs etmiştir. Kısacası, ABD’nin herhangi bir ülkeye karşı olan rahatsızlığı, o ülke içindeki icraat haritasının yelpazesini geniş tutmasını beraberinde getirmiştir.

ABD’nin darbe kozu

Yakın tarihimizde yaşananları kısaca hatırlayalım; öncelikle 27 Mayıs darbecilerinin idam etmiş olduğu Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun tanıklığına müracaat edeceğim. Zorlu, ABD’nin Menderes liderliğindeki Türkiye’den duyduğu rahatsızlığı şöyle anlatır: “En büyük hatamız, kayıtsız şartsız Amerika’ya tabi olmamız… Adnan Bey ısrarlarım karşısında Sovyetlerle ekonomik alanda işbirliği yapılmasını ve üçüncü dünya ülkelerinin lideri durumunda bulunan Hindistan ile ilişki kurulmasını kabul etti. Ben de Başbakan Menderes’in Moskova’yı resmen ziyaret etmesi için gerekli girişimlerde bulundum. Bu girişimlerin özellikle Amerika’yı rahatsız ettiğini biliyorum.”

ABD’de oluşan bu rahatsızlığın faturası Türkiye’ye kesilmiş ve 27 Mayıs darbesi olmuştur. ABD’nin uydusu olmaktan çıkmaya çalışan Menderes ve arkadaşları bu çabalarının bedelini canı ile ödemiştir. Neden mi bunu söylüyorum? “Ben MİT müsteşarlığı yapmadım, CIA’in şube müdürlüğünü yaptım” diyen Fuat Doğu gibi 27 Mayıs Darbesi’nin kilit isimleri, hep Pentagon patentlidir. Darbenin kudretli albayları Pentagon’un rahle-i tedrisatından geçmiş kimselerdir. Darbeden sonra Faruk Ateşdağlı’nın Milli Emniyet Hizmetleri (MAH) başkanlığına getirildiği ayrıca hatırlanmalıdır.

ABD’nin siyaseti ipotek altına alma girişimleri bununla sınırlı kalmamış, gerektiğinde hükümetleri düşürme yoluna başvurulmuştur. Çünkü hükümetleri düşürmenin yöntemi darbeyle sınırlı değil. 12 Mart muhtırasına giden süreçte Demirel hükümetinin düşürülmesi bunun örneğidir. Muhtıra sürecinde yaşananları Demirel hükümetinde Dışişleri Bakanlığı yapan İhsan Sabri Çağlayangil şöyle anlatır: “Ben Dışişleri Bakanı’ydım. Amerikan Büyükelçisi bana geldi. ‘Sayın Demirel’e lütfen söyleyiniz. Sizde nerede ne kadar haşhaş ekiliyorsa, biz onun parasını peşin verelim, ekimi durdursunlar’ dedi. ‘Peki, söylerim’ dedim. Sayın Demirel’e söyledim. Aldığım cevap şöyleydi: ‘Bizim 20 ilimiz ve çevresinde haşhaş ekliyor. Bizde ismini afyondan alan il var. Bunu yapamayız ama ekim alanlarını giderek daraltabiliriz.’ Gittim, Amerikan elçisine söyledim. Bana, ‘Beni bir kere de bu konuda başbakanınızla görüştürebilir misiniz?’ dedi. ‘Peki, söylerim’ dedim. Gittim Sayın Demirel’e yine söyledim. Demirel kabul etti. Görüşüldü. Aynı cevabı verdi Sayın Demirel. Bu görüşmeden sonra Amerikan Büyükelçisi ‘Çok yazık, bundan çok fena neticeler doğacak’ dedi. Çok fena neticeler belli oldu. Üç ay sonra bizim hükümetimiz düşürüldü.”

12 Mart muhtırasında imzası olan ve bir dönem CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilen Orgeneral Muhsin Batur, ABD’nin etkisini veya muhtıraya olan katkısını itiraf eder: “12 Mart’tan sonra bazı siyasilerimiz ve düşünürlerimiz olayın oluşumunda dış etkenlerin ve hatta CIA gibi dış örgütlerin, haşhaş gibi konuların rolünün olduğundan bahsettiler… Bu yönlendirmede ajanlar, ajan provokatörler ve hepsinden önemlisi basın yayın yolu ile propaganda ve istenilen ortamın oluşması sağlanabilir. Bu elemanlar 12 Mart ortamının yaratılmasında kullanılmış olabilir.” Bu ortam Demirel’in istifası ile sonuçlanmıştır.

‘Türkiye yangın duvarı’

Demirel’in boşalttığı alanı doldurmak CHP’li Nihat Erim’e düşecektir. Erim, 12 Mart Muhtırası’nın başbakanı olarak tarihe geçecektir. Erim’in ABD ziyareti sırasında Richard Nixon’un ona karşı sarf ettiği sözler, 12 Mart Muhtırası’nın gerekçesini gözler önüne serer niteliktedir: “Türkiye bir yangın duvarıdır. Onu yıktırmamak için her şeyi yaparız.” Tıpkı 27 Mayıs darbesindeki gibi Türkiye’nin Sovyet Rusya bloğuna kayma endişesi, ABD’nin Türkiye’de darbe düzeneğini harekete geçirmesine neden olmuştur.

ABD’nin Türkiye’deki icraatlarından bir diğeri de darbeye zemin hazırlatmak ve taşeronlarına darbe yaptırmaktır. “Şartların olgunlaşmasını bekleyen” Kenan Evren, 12 Eylül 1980’de emir-komuta hiyerarşisine uygun olarak yönetime el koymuştur. CIA’in Ankara şefi Paul Henze’in dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter’a darbeyi “Bizim çocuklar yaptı” sözleriyle haber vermesi, ABD’nin 12 Eylül Darbesi’yle olan semiyotik ilişkisini ortaya koyması açısından oldukça manidardır. Aslında daha da ilginci, üç bin Amerikan askerinin Anvil Express tatbikatı harekâtı için aynı dönemde Trakya’da bulunuyor olmasıdır. 

Olağan şüpheli ABD

Bunun yanı sıra, 1970 sonrasında siyasal ve toplumsal alanda yaşanan kaosun arkasındaki görünmez el, yine ABD olmuştur. Şiddet ve terörün tırmandırılmasında, Alevi-Sünni çatışmasının derinleştirilmesinde, sağ ile solun birbirine karşı kışkırtılmasında, 1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’nda göstericilerin üzerine kurşun yağdırılmasında ‘olağan şüpheli’ hep ABD olmuştur.

12 Eylül darbesinin bir diğer boyutunu da 1979-1981 yılları arasında CIA’in bakanlığını yapmış olan Stansfield Turner’in anlattıkları oluşturmaktadır. Esra Tüzün, Babıali’den medyaya uzanan Emeç ailesinin kızı Leyla Tavşanoğlu (Emeç) ile olan konuşmalarını “Manşet Yalısının Kızı” ismiyle kitaplaştırdı. İlginç anekdotlarla dolu... Leyla Emeç, 1980’de Tahran’da ABD Büyükelçiliği’nde rehin tutulan Amerikalıların kurtarılması için “Kartal Pençesi” operasyonunu yapan ve fakat başarısız olan Amiral Turner ile arasında geçen bir konuşmayı şöyle nakleder: “Nasıl yaptınız, daha doğrusu nasıl yapamadınız, böyle bir başarısızlık neden?” diye Turner’e sordum. “İran’da rehin tutulan elli iki Amerikalıyı kurtarmak için başlattığımız bir operasyondu” diyerek konuşmasına başlayan Turner, şöyle devam eder: “4 Kasım 1979’da rehin alınmışlardı ve zaman hızla ilerliyordu. Biz başlangıçta rehineleri kurtarmak için helikopter göndermeyi planladık. İncirlikten kalkacak helikopterler, Van hava sahasından İran’a girip sonra da geri dönecekti. O kadar dil dökmemize rağmen sizin liderleri bir türlü ikna edemedik. Ecevit de Demirel de direndi.” Türk liderlerle anlaşamayan ABD’li yetkililer, Basra Körfezi’nden helikopter göndermeye karar verir. Fakat çöl fırtınasına yakalanan helikopterlerden biri Elburuz dağlarını aşmaya çalışırken düşer, bir diğeri de iniş sırasında yere çakılır. Öcünü alma konusunda her zaman usta olan ABD, büyük bir hezimet yaşar ve sekiz askerini daha kaybeder. Başarısızlığını itiraf eden Turner, Leyla Emeç’e “Aynı sene 12 Eylül’de ne oldu biliyor musun?” diye hatırlatmada bulunur.

Türkiye’de yükselmeye devam eden ABD karşıtlığının nedeni ABD’nin dış politikasında ve gücünü konsolide etmek için gayri nizami harp tekniklerine başvurmasında yatmaktadır. Gerektiğinde darbeye zemin hazırlayan, gerektiğinde şiddet, anarşi ve terör sarmalına Türkiye’yi itmekten çekinmeyen gerektiğinde de taşeron kuvvetleri üzerinden darbeye müracaat eden ABD, aba altından sopa göstermekten öte uluslararası ilişkilerini revize etmelidir. Ancak Donald Trump’un başkanlık koltuğuna oturur oturmaz Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımaya çalışması, iyimser olmayı zorlaştırmaktadır.

[email protected]