ABD, Orta Doğu ve her zamanki 'derin endişeler'

Prof. Dr. İsmail Şahin / Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi
4.02.2023

Blinken, İsrail ve Filistin'de gerçekleştirdiği temaslarda, "mevcut gidişatla ilgili derin endişeler" duyduğunu ifade etmekten ileriye gidemedi. Zaten Blinken'ın çantasında, İsrail-Filistin anlaşmazlığına yönelik "gerilimi azaltma" çağrısının ötesinde, yeni bir girişim bulunmuyordu.


ABD, Orta Doğu ve her zamanki 'derin endişeler'

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Dışişleri Bakanı Antony Blinken Mısır, İsrail ve Filistin ziyaretlerinden oluşan Orta Doğu turunu 31 Ocak'ta tamamladı. Dışişleri Bakanı'nın Orta Doğu ziyareti, bölgede gerilimlerin yükseldiği, çatışmaların arttığı bir döneme denk gelmesi bakımından önem arz ediyordu. Aslında Blinken'in ziyaret turunun alışılagelmiş sözlerin tekrarından öteye geçmeyeceği, bölgedeki gelişmeleri yakından takip edenlerin ortak görüşüydü. Öyle de oldu.

Yine gerilimi azaltma çağrısı yapıldı

Blinken, İsrail ve Filistin'de gerçekleştirdiği temaslarda, "mevcut gidişatla ilgili derin endişeler" duyduğunu ifade etmekten ileriye gidemedi. Zaten Blinken'ın çantasında, İsrail-Filistin anlaşmazlığına yönelik "gerilimi azaltma" çağrısının ötesinde, yeni bir girişim bulunmuyordu. Blinken'in Mısır'la başlayıp İsrail ve Filistin'le devam eden ziyaretinin odağında, Mısır ve İsrail arasındaki barışın ve iş birliğinin sürdürülmesi, İbrahim Anlaşmaları'nın genişletilerek korunması, Filistin meselesinde İsrail'in güvenliğini tehlikeye atmadan iki devletli çözüm fikrinin ayakta tutulması ve İran'ın nükleer programı gibi önemli konular yer alıyordu.

Blinken'in yaptığı açıklamalar dikkate alındığında ABD yönetiminin en büyük endişesi, Filistin'de sıcak çatışmaların yeniden başlayarak bölgede ciddi bir istikrarsızlığa yol açması. Aslında bu, uzak bir ihtimal değil. Nitekim İsrail'de 1 Kasım 2022'de yapılan erken genel seçimde, eski başbakan ve muhalefet lideri Netanyahu'nun başını çektiği sağ bloktaki partiler, 120 sandalyeli Meclis'in (Knesset) 64'ünü kazanmış ve ardından ülke tarihinin "en sağcı" hükümetlerinden biri işbaşına gelmişti. Nihayetinde İsrail'de radikal sağcı bir hükümetin kurulması başta Filistin olmak üzere tüm bölgede taşları yeniden yerinden oynatabilir. Blinken'ı Ramallah'ta ağırlayan Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın da benzer kaygıları taşıdığı, toplantı sonrası yaptığı açıklamalardan rahatlıkla anlaşılabiliyor.

Günümüzde Filistinlileri etkileyen başlıca sorun, İsrail hükümetinin yasa dışı yerleşim yerlerine yenisi eklemek suretiyle Filistin'deki işgalini genişletmesidir. Filistin lideri Abbas da bu konudan şikayetçiydi. Yaptığı açıklamada, İsrail'in işgallerine, yasa dışı eylemlerine, uluslararası kararlara ve antlaşmalara uymamasına uluslararası toplumun sessiz kalmasından yakınıyordu. Abbas'a göre İsrail'in yasa dışı politikaları bir taraftan iki devletli çözüm formülünü baltaladığı gibi diğer taraftan da bölgesel barışa ve istikrara büyük zararlar vermekteydi. Abbas-Blinken görüşmesinde, Abbas'ın öne çıkardığı diğer bir husus da Filistin'in Birleşmiş Milletlere (BM) tam üye olarak kabul edilmesiydi. Bilindiği üzere Filistin uzun yıllardır BM'ye tam üye olmak için haklı bir mücadele veriyor. Filistin'in 2011 yılında gerçekleştirdiği tam üyelik başvurusu BM Güvenlik Konseyi'nde engellenmiş ancak UNESCO tarafından kabul edilmişti. Başvuruya karşı çıkan ABD, bu nedenle UNESCO'ya yaptığı yardımları azaltma kararı almıştı. 2012 yılında ise bu defa BM Genel Kurulu'nda yapılan oylamada Filistin Yönetimi'nin üye olmayan gözlemci devlet statüsü başvurusu kabul edildi. Oylamada 138 ülkenin Filistin lehine 'evet' oyu kullanması, dünyanın büyük çoğunluğunun Filistin'in yanında durduğunu gösteren önemli bir işaretti. ABD yine 'hayır' oyu kullanan 9 ülkenin arasında yer alıyordu. Dönemin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile ABD'nin BM Daimi Temsilcisi Susan Rice'a göre oylamanın sonucu, barış sürecini zedeleyecek talihsiz bir karardı. ABD'nin bir taraftan Filistin'de iki devletli çözümü savunurken diğer taraftan da Filistin'in uluslararası forumlarda, platformlarda ve mahkemelerde eşit bir statü kazanmasına karşı çıkması, izahı pek mümkün olmayan çelişkili bir politikadır. Buradaki en temel sorun, İsrail'in henüz kesinlik kazanmayan sınırlarıdır. Hal böyle olunca hem İsrail hem de ABD Filistin'in BM'de tam üyelik elde etmesine karşı çıkmaktadır. Tel Aviv ile Washington'un öncelikli beklentisi, sınırları belirleyen bir antlaşmanın iki taraf arasında imzalanmasıdır. Bu yüzden Filistin'in BM üyelik sürecine itiraz etmektedirler. Zira böyle bir üyeliğin elde edilmesi, iki ülke arasındaki sınırlara İsrail'in iradesi dışında kesinlik kazandıracaktır. Şurası çok açık ki statüko İsrail'in lehine sonuçlar doğurmakta, zaman Filistin'in aleyhine işlemektedir. Bu nedenle Mahmud Abbas, İsrail'in uluslararası hukuku ihlal eden tek taraflı eylemlerinin tamamen durdurulması için uluslararası toplumdan yardım talep etmektedir.

Bir öneri getirmiyor

Abbas'ın açıklamaları karşısında Blinken'ın verdiği mesaj, bilinenin tekrarıydı. Dışişleri Bakanı, Filistinliler ile İsraillilerin evlerinde, topluluklarında ve ibadethanelerinde güven içerisinde olmalarından yana olduklarını, bundan dolayı da toplumlararası şiddeti tasvip etmediklerini ifade etti. Ona göre öncelikle atılması gereken adım, şiddeti azaltmak ve durdurmaktı. Blinken konuşmasının bir yerinde şöyle diyordu: "Sadece şiddeti azaltmak için değil, aynı zamanda İsraillilerin ve Filistinlilerin aynı haklara, aynı fırsatlara sahip olmasını sağlamak için çabalamaya devam etmek de önemli." Fakat Blinken bu çabanın nasıl olacağından hiç bahsetmiyor. Öte taraftan Blinken, İsrail'in yerleşim yerlerinin genişletilmesi, ileri karakolların yasallaştırılması, yıkımlar ve tahliyeler, kutsal yerlerin tarihi statükosunun bozulması ve şiddeti tahrik etme şeklindeki eylemlerle iki devletli çözüme zarar verdiğini ifade etse de yine bu yasa dışı eylemlere karşı nasıl mücadele edileceği konusunda herhangi bir öneri getirmiyor.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Filistin Devlet Başkanı Abbas ile görüşmesinden bir gün evvel, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Dışişleri Bakanı Eli Cohen ve Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ile bir araya gelmişti. Yapılan görüşmelerde belli başlı satır başları ön plana çıkmıştı. Birincisi, ABD'nin İsrail'in en yakın müttefiki olduğuydu. İsrail Başbakanı Netanyahu, Blinken'e hitaben yaptığı konuşmada şu sözleri kayda geçiriyordu: "Gün geçtikçe büyüyen ortak ilgi alanlarımızı ve ortak değerleri paylaşıyoruz. Bu ittifak, Başkan Biden'ın bağlı olduğu bir şey. Onu 40 yıldır tanırım. O, İsrail'in gerçek bir dostu, bu ittifakın gerçek bir savunucusu, tıpkı sizin gibi." İkincisi, terörle mücadele konusunda iki ülke arasındaki iş birliğinin güçlü bir şekilde devam edeceğine ilişkindi.

İran'ın nükleer programı

Üçüncü konu ise İran'la alakalıydı. Blinken ile İsrailli yetkililer, İran'ın nükleer programı, terörle ilişkisi ve Rusya ile sürdürdüğü iş birliği konusunda ortak kaygılarını masaya yatırdılar. İsrailli yetkililer İran ile Rusya arasındaki ilişkiye değinmezken Blinken'ın, "İran, İsraillilere saldıran teröristleri uzun süredir desteklediği gibi, bugünlerde Rusya'nın günahsız Ukraynalı sivilleri öldürmek için kullandığı İHA'ları tedarik ediyor" şeklindeki açıklaması bir hayli dikkat çekiciydi. Blinken'ın İsrail ziyaretinden öne çıkan bir diğer başlık, İbrahim Anlaşmaları idi.

Bilindiği üzere İbrahim Anlaşmaları'nın amacı, İsrail ile Arap devletlerinin diplomatik ve ekonomik ilişkilerini geliştirmekti. Diğer ifadeyle söz konusu anlaşmalarla Arap-İsrail çatışmasına bir son verilmesi hedefleniyordu. Bu sayede Filistin meselesine daha kolay bir çözüm getirileceği varsayılıyordu.

'Barış çemberi'

İsrail'in bu süreçten oldukça hoşnut olduğu çok açık. Başbakan Netanyahu'ya göre İbrahim Anlaşmaları İsrail'e bir "Barış Çemberi" ihdas etmişti. O yüzden İsrail, Beyaz Saray'ın öncülük ettiği bu sürecin genişleyerek ve derinleşerek devam etmesinden yana. Belki İsrail adına daha önemlisi, Filistin meselesinin Arap dünyasıyla ilişkilerde etken bir faktör olma özelliğini yitirmesiydi. İbrahim Anlaşmaları bunu sağlamıştı. Artık Filistin meselesi, İsrail ile Arap devletleri arasındaki ilişkilerin yönünü belirleyen ana unsur olmaktan çıkmıştı. Şüphesiz bu, İsrail adına büyük bir diplomatik kazanımdı. Şurası çok açık ki ABD, Filistin meselesinde bitaraf değildir. Zaman zaman İsrail aleyhine açıklamalar yapsa da Washington için stratejik ortak olarak adlandırdığı İsrail her daim önceliklidir. Dolayısıyla ABD geçmişte olduğu gibi günümüzde de İsrail'in aleyhine olabilecek hiçbir gelişmeye sıcak yaklaşmayacaktır.

Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın iki günlük Orta Doğu ziyaretinin ilk durağı Mısır'dı. Kahire'de Cumhurbaşkanı Sisi ve Dışişleri Bakanı Samih Şukri ile görüşen Blinken'ın ABD'nin Mısır ile Washington'un stratejik ortaklığının güçlendirilmesinden yana olduğunu ifade etmesi, her şeyi özetleyen bir mesajdı. ABD'nin Mısır'dan bazı beklentileri söz konusuydu. Washington öncelikle Kahire'den Sudan, Libya ve Filistin'de birlikte hareket etmeyi talep ediyordu. Bu bağlamda Libya'da seçimlerin yapılması, Sudan'da sivillerin önderliğinde demokratik bir geçişin yeniden sağlanması, Filistin'de iki devletli çözüm temelinde istikrarın korunması, Amerika'nın Mısır'dan destek istediği konular. Bölgesel sorunların yanında Kahire'ye verilen bir ev ödevi de insan hakları konusunda ilerleme kaydetmesi. Mısır'ın demokratik olarak seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin 2013'te askeri darbeyle devrilmesinden sonra çok sayıda kişi siyaseten tutuklanmıştı. Siyasi tutuklamalardan ötürü Amerika Birleşik Devletleri, insan hakları koşullarının karşılanmadığını öne sürerek Kahire'ye küçük miktarlarda yaptığı askeri yardımları durdurmuştu. Bu nedenle Blinken'in bu ziyarette ABD'nin Mısır'a insan hakları konusunda baskı yapmaya devam edeceğini söylemesi, şaşırtıcı değildi. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de İnsan hakları sorunlarından ziyade Mısır ile ABD arasındaki ilişkilere jeopolitik faktörlerin damga vurmaya devam edeceği çok açıktır.

[email protected]