ABD Paralel Yapı’nın ‘güvenli üssü’ mü?

Murat Yılmaz / SDE Siyaset Koordinatörü
3.01.2015

Türkiye’de 7 Şubat MİT operasyonu ve 17-25 Aralık siyasete müdahale operasyonlarıyla asimetrik mücadelenin dozu arttıkça, otonom yapının güvenli üs bölge ve uluslararası haminin korumasına ihtiyacı artıyor. Bu ihtiyaç ise otonom yapıyı, uluslararası güçlerle daha fazla yakınlaşmaya sürüklüyor. Türkiye’deki her kayıp, otonom yapıyı yurt dışında bunu telafi etmek kaygısıyla uluslararası güçlerle daha yakın ilişki kurmaya sürüklüyor.


ABD Paralel Yapı’nın  ‘güvenli üssü’ mü?
Siyasi mücadeleyi meşruiyet sınırlarının dışına taşıyan ve asimetrik mücadeleyi tercih eden bir örgütün yurt dışında “güvenli üs” ihtiyacı duymaları kaçınılmazdır. “Güvenli üs” bölgeleri ise kaçınılmaz bir şekilde, başka bir takım ülkelerde veya başka ülkelerin kontrolleri altındaki bölgelerde olabilir. Bu durum, bu örgütün “güvenli üs” bölgesindeki güvenini sağlayan ülke veya güçle ilişkilerinin mahiyetini ehemmiyetli hale getirir. Burada artık bir tür “uluslararası ittifak” söz konusudur. Asimetrik mücadeleyi tercih eden örgütün kendi ülkesinde mücadele ettiği siyasi güç aleyhine, güvenli üs bölgesinde güveni sağlayan güç veya ülke lehine bir ilişki kurması neredeyse kaçınılmazdır. Bu ilişki sisteminde, güvenli üs bölgesi tahsis eden ülkenin gücü nispetinde bir hiyerarşi ve hatta giderek emir-komuta ilişkisi oluşması kaçınılmazdır. Bu ilişki tarzı ve hiyerarşide örgüte talimat veren pozisyonda olan ülkenin ihtiyaçları giderek örgütün amaç, ideoloji ve toplumsal tabanının önüne geçebilecektir. Üstelik bu ülke, uluslararası siyasette örgüt kurma veya kurulmuş örgütleri kullanma suretiyle kaos, kargaşa, darbe, iç savaş marifetiyle siyaset mühendisliği yapmak hususunda tecrübe ve know-how bilgisine sahip dünya çapında bir ülkeyse, örgüt ne yaparsa yapsın bu istikamete sürüklenmekten kurtulamayacaktır.
 
Asimetrik mücadele
 
Örgüt bu hususta direnirse, lider kadrosunun değişmesi veya bölünerek kadroların yeni kurulan bir örgüte devşirilmesi galip ihtimaldir. Örgütün yöneticileri de bu ihtimali bildikleri için, “suyu geçene kadar ayıya dayı deme” fehvasına sığınarak örgütün amaç, ideoloji ve toplumsal tabanını talileştirebilirler. Zaten örgütün bir kere kurulduktan ve gayrımeşru mücadele alanına girdikten sonra bizatihi örgütün yaşatılması amaç, ideoloji ve tabanın önüne geçen bir beka sendromu haline gelmesi kaçınılmazdır. Artık örgütün kendini devam ettirmesi her şeyden ehemmiyetlidir ve bunun için şeytanla dahi ittifak kurabilecek bir zihniyet ve kurmay heyeti oluşmuş durumdadır.
 
Asimetrik mücadelenin “tabiat kanun”larının, Türkiye’deki asimetrik mücadelelerde geçerli olmaması düşünülemez. Nitekim Türkiye siyasi tarihinde bu yönde birçok örnek bulmak mümkündür. Türkiye’de siyaset alanını daraltan vesayetçi sistem ve soğuk savaştaki kontrgerilla tatbikatı boyunca daraltılmış meşru alan dışına çıkan ve asimetrik mücadeleye yönelen birçok örgüt ve akımdan bahsetmek mümkündür. Bu örgüt ve akımların hatıraları, bu asimetrik mücadelenin tabiat kanunlarını teyit eden birçok örnekle doludur. Türkiye, vesayet sitemini tasfiye eder ve meşru siyaset alanını genişletirken bu asimetrik mücadele kültüründen gelen akım ve kadroları rehabilite etmek ve meşru siyaset katılmalarını sağlamak gibi zor bir problemi de çözmek zorundadır. Çok uzaklara gitmeden sadece PKK ve Hizbullah üzerinde düşünmek bile bu problemin büyüklüğünü ortaya koymaktadır.
 
Klasik askeri darbe, sokak hareketleri ve örgüt kurmak teknolojisiyle içeriden veya dışarıdan siyasete müdahale etmek ve siyaset mühendisliği yapmak know-howunun yeni sürümlerle devam ettiği görülüyor. Bu teknolojinin hala bir çok ülkede iş gördüğü ve göreceği de aşikar. Bu yüzden demokratik hukuk devletini ve anayasal demokrasiyi korumak isteyenlerin, bu teknolojiyle baş edecek demokratik yol ve yöntemlerin üzerinde düşünmeleri elzem. Olup bitenleri görmezden gelmek de, olup bitenlerin arkasındaki asimetrik mücadele teknolojisini teşhis edenlerin komplo teorisyenliğiyle suçlanarak geçiştirilmesi de doğru değil. Burada bu asimetrik mücadele ve örgüt teknolojisinin üzerinde geliştiği sosyolojik yapı ve siyasi kapasite eksikliğinden, İslam dünyasının küresel, bölgesel ve milli problemlerinin ihmal edilmediği geniş bir perspektife ihtiyaç var. 
 
Uluslararası hami 
 
Türkiye halihazırda vesayet sistemini tasfiye ederken demokratik hukuk devletini ve anayasal demokrasisini tam anlamıyla tahkim edememiş bir geçiş sürecini yaşamaktadır. Bölgesel sorunlarla beraber, önceki dönemden müdevver asimetrik mücadele ve örgütler, Türkiye’nin geçiş sürecinde yaşadığı zorlukları arttırmaktadır. Müzakere süreci, diğer asimetrik mücadelelerin meşru siyaset dairesine temellükü bakımından hayati bir tecrübe kıymetindedir. Bu tecrübenin, paralel yapıyla mücadele olarak takdim edilen devlet içindeki otonom yapının tasfiyesi sürecinde de akılda tutulması isabetli olacaktır.
 
Türkiye’de seçimlerle tesis edilmiş meşru siyasi otoriteye karşı asimetrik bir mücadele veren devlet içindeki otonom yapı, liderinin yurt dışına çıkış ihtimaliyle beraber yurt dışında güvenli üs bölgeleri aramaya başlamıştır. Bu arayışın, giderek bir örgüte dönüşen otonom yapıyı güvenli üs bölgesini sağlayan güçle sonu öngörülmeyen bir yakınlaşmaya götürdüğü anlaşılıyor. Türkiye’de 7 Şubat MİT operasyonu ve 17-25 Aralık siyasete müdahale operasyonlarıyla asimetrik mücadelenin dozu arttıkça, otonom yapının güvenli üs bölge ve uluslararası haminin korumasına ihtiyacı artıyor. Bu ihtiyaç ise otonom yapıyı, uluslararası güçlerle daha fazla yakınlaşmaya sürüklüyor. Türkiye’deki her kayıp, otonom yapıyı yurt dışında bunu telafi etmek kaygısıyla uluslararası güçlerle daha yakın ilişki kurmaya sürüklüyor. Uluslararası güçlerle yakınlaşma da otonom yapının Türkiye’deki tecridini güçlendiriyor. Mücadelenin giderek sertleşmesi ve otonom yapının sıklet merkezinin tamamen yurt dışına kaymasıyla fark edilemeyen bu dönüşüm, kısa sürede otonom yapının aleyhine olacaktır. Orta ve uzun vadede ise “paralel evrende yaşayanların fark etmediği tehlikeleri” demokratik siyaseti gözetenlerin ihmal etmemesi gerekiyor. 
 
Meşruiyet kaybı
 
Otonom yapının asimetrik mücadeleden vazgeçerek “Türkiyeli, siyasi ve demokratik” bir siyasi aktöre veya “Türkiyeli, meşru ve sivil” bir sivil aktöre dönüşüm geçirmesinin mümkün olduğu bir perspektifin inşa edilmesi isabetli olacaktır. Türkiye bu şekilde tıpkı müzakere sürecinde olduğu gibi vesayet sistemi döneminin asimetrik mücadeleye besleyen tarihi, siyasi, hukuki ve kurumsal bagajından kurtulabilecek bir gelecek tasavvuru ortaya koyabilir. Asimetrik mücadele sürecinde “örgüt” dışındaki toplumsallığını giderek kaybeden otonom yapının tabanının paralel evrenden normalliğe geçişi ancak bırakılan açık kapı ve müzakere süreciyle mümkün olabilecektir. Asimetrik mücadeleye katılan örgütlerin taban ve kadrolarının meşru siyasete kazanılması, mücadelenin demokratik hukuk devleti standartlarında yürütülmesi ve anayasal demokrasinin inşa edilmesindeki güçlü toplumsal destek bakımından ihmal edilmemesi gerekiyor. Bu tedbir, asimetrik mücadele veren örgüt tabanlarının uluslararası güç merkezlerinin demirbaş listesine kaydedilmesini engelleyecektir.