ABD seçimleri ve İslamofobi

Dr. Murat Güzel / Yazar
28.05.2016

ABD’nin üzerine kurulduğu taşlar yerinden oynamıştır. Bunun sonucunda ise, bazı aday adaylarının seçim kampanyalarında etnik-dini azınlıklara ve kadınlara karşı kullandığı faşist söylemler kamusal meşruiyet kazanmıştır. Trump’ın, sistemin ayarlarını bozma pahasına pragmatik yaklaşımlarla oluşturduğu söylemleri hiçbir şekilde kabul edilemez.


ABD seçimleri ve İslamofobi

Sükûnet hızlı bozulur fakat yavaş yavaş tekrar yerine gelir, der Lao Tzu.

 ABD’de bu yıl yapılacak olan başkanlık seçimleri için yarışan bazı başkan aday adaylarının seçim kampanyalarında kullandıkları pervasız söylem, adeta ülkenin sükûnetine göz dikmiştir. Bu nedenle, bu yıl yapılacak seçim, ülkenin üzerine kurulduğu değerlerle imtihanı noktasında kuruluşundan beri ilk defa bu kadar önem arz etmektedir.

ABD’nin üzerine kurulduğu taşlar yerinden oynamıştır. Bunun sonucunda ise, bazı aday adaylarının seçim kampanyalarında etnik-dini azınlıklara ve kadınlara karşı kullandığı faşist söylemler kamusal meşruiyet kazanmıştır. Bunun yanı sıra, bazı adayların söylemleri daha önce “marjinal” olarak nitelendirilmesine rağmen şu anda önemli destek görmektedir.

ABD halkının özellikle Ortadoğu’da İslam adını üstlenen terör örgütlerinin yükselişine dair kaygıları, ülkenin güney sınırlarının kontrol edilemezliği ve ABD halkının Washington’a olan güveninin azalması gibi daha birçok neden,  bu seçimde seçmenin Amerika tarihinde ilk defa bu kadar uç isimlere yönelmesine sebep olmaktadır. Bu olağanüstü durum sonucunda ise, ABD’de, Cumhuriyetçilerin önemli bir kısmı daha sağa kayarken, Demokratlar içerisinde de belli bir ölçüde sola doğru kayış yaşanmıştır.

Sanders’ın başarısı

Sosyolojik bir değişime karşı durmak şüphesiz ki zordur, hatta çoğu zaman imkansızdır. Bu bağlamda Bernie Sanders’ın seçimlerde, özellikle Demokrat seçmen içerisindeki genç ve çalışan sınıfı arkasına alarak gösterdiği başarıyı çok iyi analiz etmek gerekmektedir. ABD’de, ülke politikasında belirleyen bir rol alan lobilere ve büyük şirketlere karşı savaş açan Sanders, bu söylemi ile yüzde 3’lerde kalacağı tahmin edilirken, yüzde 40 oranında Demokrat parti tabanından destek aldı. Bu sonuçlara binaen Sanders’ın seçim kampanyasında kullandığı söylemlerin seçmen tarafından güçlü bir karşılık bulması sonucunda, bu söylemlerin ilerleyen yıllarda Washington tarafından daha fazla ciddiye alınacağını söyleyebiliriz.

Simsar refleksi

Cumhuriyetçi partinin aday adayları arasında ise durum Demokratlardan daha karışık. Milyarder işadamı Donald Trump ve -ABD’nin kuruluş değerleri ve azınlıklar için- Trump’dan daha tehlikeli olan Teksas senatörü Ted Cruz, Batı ve Doğu dünyasında patlayan her intihar bombasının, her kesilen kafanın ABD halkının içine düşürdüğü korkuyu ve güvensizliği kıvrak bir simsar refleksiyle sandığa yansıtmayı başarmıştır.

Trump tüccar bir adam. Hem de bir kaç kez batıp tekrar çıkmayı başarmış bir tüccar. Seçmenin bu korkularının arasına çok iyi bir tezgah açtı. Meksika ile ABD arasına duvar öreceğini, Müslümanları ABD’ye almayacağını söyleyerek ya da kendi seçim masraflarını başka şirketlerden ve lobilerden para almadan devam ettirerek, halkın kaygılarını sandığa taşımayı başardı.

Trump’ın sözcülüğünü yaptığı nefret politikası, kendi tabanı tarafından ciddi bir destek görmesine rağmen, ülkenin içerisinde ve hatta diğer kıtalarda birçok ülkede rahatsızlığa sebep oluyor. Avrupa’da bazı ülke liderleri Trump’la ilgili alaycı bir tavır kullanırken, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, yaptığı seyahatlerde özellikle Müslüman ülke liderleri tarafından kendisine Trump hakkındaki kaygıların dile getirildiğini söylemiştir. Fakat şunun bilinmesi gerekmektedir ki Trump kaygısı, esas, ülkenin değerleri noktasında daha büyük ve gerçek bir tehlike olarak karşımıza çıkıyor. Şüphesiz ki bu söylem, Cumhuriyetçi tabanın önemli bir kısmının teveccühünü kazanmış olsa dahi, partinin elitleri bu durumdan bir hayli rahatsız. Partinin önde gelen isimleri, Trump’ın söyleminin Cumhuriyetçi Parti’yi temsil etmediğini öne sürerek, bu faşist söyleme sahip çıkmak istemiyor.

 Cumhuriyetçi Parti’den Meclis Başkanı Paul Ryan, Trump’ın söylemine en sert tepki gösteren isimlerdendi. Ryan, “Bu parti ön yargılara yem edilmemeli. Biz, bütün insanların yaratıcı ve bizim devletimiz karşısında eşit olduğuna inanırız. Eğer birisi bizim partimizden aday olmak istiyorsa bu değerleri kabul etmelidir” demişti. Barack Obama’ya karşı Cumhuriyetçilerin adayı olarak yarışmış olan Mitt Romney de aynı şekilde Cumhuriyetçi tabana seslenerek Trump’a destek vermemelerini istemişti. Fakat görünen o ki, Trump kendisine yapılan bütün çağrılara rağmen, ABD değerlerini yerle bir ederek kontrol edilemez bir şekilde emin adımlarla yoluna devam ediyor.

Müslümanlara yönelik tehdit

Cumhuriyetçi Parti’nin kaygılarını bir tarafa koyacak olursak, Amerika’da dini bir azınlık olarak Müslümanlar, Trump söyleminin temel malzemesi olarak karşımıza çıkıyor. “Müslümanlar ülkeye alınmasın”, “Müslüman mahallelerine kamera yerleştirilsin”, “Müslümanlar bize savaş açtı” gibi her gün yeni bir İslamofobik söylemle ortaya çıkan Trump’ın yükselişinin özellikle Müslümanlara yönelik doğrudan bir tehdit olarak algılanması gayet normaldir.

Fakat ABD’deki durumu, sadece İslamofobinin artışı olarak okumak yetersiz kalmaktadır. Meclis Başkanı Ryan’ın sözüne geri dönecek olursak, aslında sorun sadece Müslümanlara karşı nefret değildir; ABD’nin üzerine kurulduğu değerleri sarsan ve farklı olanın toplum içerisinde ötekileştirilmesini engellemeyi amaçlayan değerlerin sarsılmasının sonucudur. Müslümanlara karşı gelişen bu sürecin temel sebeplerini görmemek bizi kırılgan bir refleksle meselenin tamamını görmekten alıkoyacaktır.

Toplumun ayarlarıyla oynamak

Şunun da altını çizmek gerekmektedir ki, ABD’de Müslümanlar, diğer azınlık dini gruplar içinde, Yahudilerden sonra en eğitimli ve profesyonel pozisyonlarda olan gruptur. Fakat, bu büyük potansiyelin  etkin hale geçemeyişi sonucunda, Müslümanlar kendilerine karşı üretilen söylemler karşısında güçsüz kalmaktadır. Trump’ın pragmatik amaçlarla toplumun ayarlarıyla oynaması hiç bir şekilde haklı gösterilemez. Fakat meseleyi Trump’ın üzerinden tartışmak da Müslümanları ve diğer etnik grupları bir yere götürmez. Bu noktada, söylemin muhataplarından biri olan Müslümanlar, üzerine düşeni yaparak, bu söyleme malzeme olmamalıdır. Ortadoğu ve Batı dünyasında patlayan bombalar, Trump gibi simsarların ellerine kozlar veriyor. Müslümanlar, sadece kuru kuruya ABD’yi eleştirmekten ya da Trump gibilerin eline malzeme vermek yerine, ABD eski başkanlarından Nixon’un danışmanı Robert Dickson Crane’nin de dediği gibi İslam medeniyetinden ve inanç siteminden de etkilenen ABD’nin üzerine kurulduğu evrensel değerler ve  medeniyet değerlerine katkı sağlayabilir. Bu katkı onların varlıklarını sistem içerisinde garantiye almakla birlikte, siyasal bir güce de dönüşebilir. Bu noktada Amerika’daki Türkler üzerinden konuşacak olursak gündelik hayatta temsiliyet ve siyasal katılım anlamında durumlarının ülkedeki diğer Müslümanlara göre daha vahim olduğunu görmekteyiz.

Türklerin arada bir de olsa bazı önemli dergilerin veya gazetelerin yaşam sayfasında kişisel seviyedeki başarı hikayeleri ile karşımıza çıkması gurur verici. Fakat bu tür haberlerle  yetinmeyip,  gerek sivil toplum anlamında gerekse bu ülkenin değerlerinin ayakta tutulması anlamında bireysel olarak değil, toplumsal olarak çok daha aktif olmalılar. Çünkü bu seçimler bize sistemin ve daha önemlisi sistemin dayandığı ve kurucu babaların temelini attığı, evrensel, insani ve demokratik değerlerin  sallanması durumunda altında kalacak ilk grubun Müslümanlar ve Türkler gibi etnik gruplar olduğunu  göstermektedir.

Trump’ın söylemiyle yükselişte olan nefret ve korku, Amerikan sistemi içerisindeki bir virüs gibidir. Müslümanların ve etnik grupların belini kırmayı hedefleyen bu virüs, nefret söylemiyle karşılaşan grupların sistemin dışına çekilmesiyle kendini daha da güçlendirmektedir.

Trump’ın, sistemin ayarlarını bozma pahasına pragmatik yaklaşımlarla oluşturduğu söylemleri hiçbir şekilde  kabul edilemez. Ama bu söylemin muhatabı olan Müslümanlar ve diğer etnik gruplar, duygusal bir refleks göstermekten ziyade, özeleştiri yaparak Trump’ın oluşturduğu söylemin temel sebeplerini görmeli. Özellikle Müslümanlar, İslamofobiye nasıl malzeme oldukları ve buna karşılık nasıl bir duruş göstereceklerine dair muhasebelerini yapmalı. Bu bağlamda Müslümanların sergileyeceği duruş, içinde bulunduğumuz negatif atmosfere rağmen gelecek adına daha etkili bir başlangıç olabilir.

[email protected]