ABD ve İsrail Ortadoğu saatlerini yeniden ayarlamalı

Prof. Dr. Nurşin A. Güney / Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi İİSBF Dekanı
16.12.2017

Ankara’nın Soçi sonrası İstanbul’da İİT’de kazanmış olduğu diplomatik zafer Rusya ve hatta ABD ile yapacağı pazarlıklarda elini güçlendirecek. Trump’ın kararına karşı, teşkilatı âtıl kılmak isteyen Suudi Arabistan ve İsrail’in tüm olumsuz girişimlerine rağmen bir hafta zarfında İstanbul’da toplanan İİT’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önerisiyle Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olarak 48 İslam ülkesi tarafından kabul edilmiş olması Türkiye’nin İslam camiasında artan ağırlığını kanıtlamış oldu.


ABD ve İsrail Ortadoğu saatlerini yeniden ayarlamalı
Geçtiğimiz hafta ABD Başkanı Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını ilan etti. Trump’ın “bir görsel politik şov” haline getirdiği Kudüs kararının ilanı, bugüne kadar geçerli olan tüm BM kararlarını yok saymakla kalmıyor aynı zamanda Clinton’dan itibaren ABD karar alıcılarının Ortadoğu barış sürecinin mimarı olmak için izledikleri temkinli politikayı da tersine çeviriyor. Dolayısıyla Trump’ın kararı sadece dünyada büyük tepki uyandırmadı aynı zamanda Amerika’da da bir tartışmanın başlamasına neden oldu: Trump, neden Kudüs meselesinde diğer ABD Başkanlarından farklı bir tutum sergilemişti? 
 
Bu soru ile karşılaşan uzmanlar genelde iki nedenin altını çiziyor: İlk neden meşhur İsrail lobisi ile ilgili. Amerikan siyasetinde İsrail lobisinin ağırlığı ve nüfuzu biliniyor. Söz konusu lobinin ABD çıkarlarına her zaman hizmet etmediği de… İsrail lobisinin nüfusunu kendisinin ve sıkıştırılmış ailesinin siyasi geleceğini kurtarmak için kullanmak isteyen Trump’ın Kudüs kararını, siyasi bir faydacılıkla, çok da düşünmeden aldığını söyleyen ve sayısı hiç de az olmayan bir kitle var. Bu çerçeveden bakıldığında Trump, Kudüs kararı ile yalnızlaştığı siyasette İsrail lobisi ile bir ittifak oluşturuyor ve çeşitli vesilelerle (Rusya ile ilişkiler, Flynn olayı, Siyahi öfke vb) aşınmış meşruiyetini Uluslararası Hukuk açısından meşru olmayan bir karar üzerinden pekiştirmek istiyor. Diğer bir bakış açısına göreyse İsrail lobisinin yanında ABD Başkanını bu kararı almak konusunda motive eden, bazı Cumhuriyetçi Evangalist siyasetçilerin örtülü desteği. Bu kesimin öncelikli hedefinin, Ortado-ğu’da ABD’nin aleyhine gelişebilecek olası jeopolitik kaymaları önlemek için bölge-de bazı radikal düzenlemelerin yapıl-ması olduğu biliniyor. Gerçi Evangelist Cumhuriyetçiler Ortadoğu’ya bakarken kılavuz olarak Washington’un Orta-doğu’yla ilgili değişmez prensiplerini alıyorlar. Dolayısıyla Evangelist, Cumhuriyetçi, Pentagoncu vs farklı biçimlerde, farklı kılıkların içinde Ortadoğu’ya yönelik aynı Amerikan politikasının bize gösterdiği, Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in hakimiyetine veren planı ABD’nin mutfağında pişen bu stratejik pastanın üzerindeki kremadan başka bir şey olmadığı.
 
Enerji haritası masaya
 
Washington uzun bir süredir bölgede Amerika’nın kontrolünün (olaylar, çıkarlar, zihinler ve tabi ki başta hidro-karbon olmak üzere kaynaklar üzerin-deki kontrolünün) en maliyetsiz biçimde kurulması için bir dizi politikayı devreye soktu, tesadüf bu ya; bu bir dizi politika da İsrail’in güvenliğini kuv-vetlendiriyordu. Bu ABD-İsrail çıkarının uyumuna yegâne gölge çok kuvvetli olmasa da Obama döneminde düştü. Aslında 2003 Irak müdahalesinden itibaren sonra da Arap Baharı ile Arap devletlerinin birer ikişer çökmesi, terörizmle parçalanması, darbelerle tekrar kurulan devletlerin maaş ödeyemez halde güçsüz kalması Tel Aviv açısından büyük bir sorun değildi; nasılsa Iron Dome işliyor, İsrailliler de sığınak-silah altı arasında gidip gelebiliyordu. Bu nedenle rakip Arap devletlerin birer birer çaptan düşmesi, hatta bir ölçüde silahsız hale gelmesi İsrail açısından rahatlatıcıydı. Lakin, aynı süreç, terö-rizmin artmasına, sokakların radikalleşmesine ve İran’a da özellikle Irak-Suriye-Lübnan hattında alan açtı. Açılan bu alanı kendi lehine döndürebileceğini düşünen Obama yönetimi de İran ile “yapıcı bir diyalog” içerisine girmeye karar verdi. İran’ın iddialı politikalarının cesaretlendirilmesi Trump yöne-timi için büyük bir hataydı. İran’ın direniş cephesi olarak görülen Tahran-Hizbullah hattında tüm kontrolü ele geçirmesi İsrail’i tehdit ediyordu. İsrail’in sa-vunma kapasitesi düşünüldüğünde tehdidin askeri açıdan ciddiyetini tartışabiliriz elbet-te; keza saldırı kapasitesinin asimetrik unsurlar ve niyet gibi faktör-lerle beraber okunması gerektiğini söyleyecekler de çıkacaktır. Burada amacımız bu tartışmaya girmek değil. Sadece iki hususun altını çizelim: İsrail’deki şahin anlayış da Trump ve çevresindeki stratejik akla benzer bir düşünce silsilesini takip ediyordu ve saldırı-savunma dengesinden ziyade İran’ın ABD’nin devletleri çözdüğü, belirli kesimleri terörize ettiği bir hat üzerinden Doğu Akdeniz’de etkisini artırması, aslında, hem Washington’u hem de Tel Aviv’i rahatsız ediyordu.
 
İşte, ABD Başkanı bu hatayı telafi etmek amacıyla, yönetiminin ilk senesinde önce 2015 tarihli nükleer anlaşmayı uzat-mayarak bu konudaki sorumluluğu Amerikan Senato’suna attı; sonra da İsrail’in güvenliğini garanti altına alacağına inandığı, İran tehdidini önemseyen bazı Arap ülkeleriyle yeni bir ittifak kuşağı oluşturmak istedi.  
Washington aslında Suudi Arabistan, BAE ve Mısır’dan oluşan ve İsrail’in eklemlenebileceği bu yeni kuşakla Ortadoğu’da bir taşla birkaç kuş vur-mayı amaçladı. Kuşların en görüneni, ağacın en görünen dalına kurulmuş İran ile ağacın bir orası-na bir burasına hızla konup konup kalkan Rusya idi. Ama Beyaz Saray-Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon’u birleştiren başka bir amaç daha vardı ki bugün Trump’ın Kudüs siyasetini açıklamamızı çok daha kolaylaştırıyor: Sünni Arap Dünyası’nın hem de bazı Arap devletlerini öne sürerek parçalanması. İslam dünyasının parçalı yapısı 1980’lerden itibaren ABD yanlılığı-karşıtlığı, mezhepçi siyaset, yoksulluk-fakirlik hatları üzerinden zaten sınanıp duruyordu, ancak enerji kaynakları, para ve çeşitli nedenlerle radikalleşme gücüne sahip olabileceği fark edilen Sünni Arap dünyasının ehlileştirilmesi önem taşıyordu. Bu Ortadoğu’nun bölgesel direncinin kırılması siyasası özellikle gelecekte Körfez’den Mısır’a yani Doğu Akdeniz’e, oradan Güney Kıbrıs ve Yunanistan’a uzatılacak hatta enerji-para transferinin ABD ve İsrail kontrolünde kalmasının da bir garantisiydi. Ağaçtaki görünür kuşa, İran’a ve uçup uçup konan kuşa, Rusya’ya iki taş da buradan gelsin. 
 
Seçici işbirliğinin önemi
 
Bölgede bu politikaya ikna edilebilecek cephenin ABD’ye güvenlik-finans-meşruiyet hattında sıkı sıkıya bağlı bir ülkeler grubundan seçilmesi tesa-düf değil elbette. Nitekim Rusya-Suriye siyasetinde biraz daha bağımsız takılma emareleri gösteren Suudi Arabistan’a sınırları Obama zamanında hatırlatıldı. Bağımsız davranma işini daha ileri götüren Katar’ın başına neler getirilmeye çalışıldığını da biliyoruz. Katar ablukası bölgesel bir direnişle (İran ve Türkiye) akamete uğratıldığında ABD-Ankara ilişkisinin neden son yıllarda gergin bir seyir izlediği de daha net anlaşıldı. Washington’ın masadaki tek enerji-para-insan haritası Körfez’den Doğu Akdeniz’e uzanmıyor; bir meşum koridor da Irak’tan, Kuzey Irak’a oradan Suriye’nin kuzeyinde PKK/PYD kuşağıyla Akdeniz’e çıkıyor. Nitekim bu hattaki siyasi gelişmelere ne kadar duyarlı olunduğunu İsrail’in biraz fazla hevesle Barzani’nin referandum kararını desteklemesinde gördük. Siyasi hayatı artık sonlanan Barzani’nin “ihanete uğradık” serzenişinden anladığımız kadarıyla kapalı kapılar ardında benzer bir hevesle ABD teşvikini de hissetmiş. ABD, bu hattı; para, silah, eğitim ve tabii ki demokrasi hayali ile besleyerek Tahran’dan Lübnan’a uzanan ve Hizbullah’ın sosyal-siyasal olarak güçlü olduğu direniş cephesini kırmak için kotarmak istiyor ama, bu koridor üzerinden sıkıştırmak istediği diğer bir güç de doğal olarak Türkiye.
 
Astana’da somutlaşan Türkiye, İran ve Rusya seçici işbirliğinin Soçi zirvesinde de devam etmiş olması önemli bir başarıdır  Astana-Soçi işliyor gö-züküyor ve tüm bu nedenlerle Ortadoğu yavaş yavaş Soğuk Savaş benzeri bir kutuplaşmanın içine giriyor. Hemen belirtelim; bu kamplaşmanın iki tara-fında yer alan ülkeler halihazırda katı bir ittifak içinde değiller. Soğuk Savaş dünyasının ideolojik karşıtlığını yaşamıyoruz dolayısıyla kimse kimseyle ideolojik birliktelik içerisinde de değil. Bu nedenle her iki denge grubunda yer alan ülkeler kümesinde zaman zaman kırılma ve kopmalar yaşanabiliyor. Müttefikle-re güvenme konusunda zaten Türkiye’nin endişelerle dolu hatıraları olduğu için Astana-Soçi seçici işbirliğini sürdürme kararlılığı tarafların teminatı ile sürdükçe bu kaygan ortama aktörler katlanabilir, nitekim katlanıyorlar da. Ayrıca ifade edelim Ortadoğu’da siyasi ilişkiler ne zaman kaygan olmayan bir zeminde gerçekleşti ki… 
 
Kayganlığın limitleri konusunda Ankara’yı düşündüren Afrin’deki PYD/PKK varlığı tehlikesinin ciddiliği. Bu nedenle, son Soçi zirvesi sonrası Ankara’nın Rusya ile sürdürdüğü diplomasi trafiğinin Afrin’deki Rus askeri mevcudiyetinin şekillenme-sine nasıl etki edeceği, Türkiye’nin buraya yönelik olası bir askeri harekâtı bakımından kritik önemde. Ankara her platformda PYD konusunda asla taviz vermeyeceğini ve bunun kendisi için bir beka sorunu olduğunu hem ABD’ye hem de Rusya’ya net bir şekilde ifade etti. Moskova’nın son Ankara ziyareti sonrası Suriye Ulusal Kongresi’ne PYD dışındaki Kürtlerin davet edilebileceğini ima etmesi Türkiye’de memnuniyetle karşılandı ve siyasi teminat olarak görüldü. Ancak, Moskova’nın PYD’yi Washington karşısında elinde bir koz olarak tutmak istediği, bu şekilde başka bir dengeleme oluşturduğu da biliniyor. Kısaca bölgede iki kümeli tek bir dengeleme hattı yok, ulusal çıkarların korunması odaklı çoklu dengeleme hatları var. Kayganlığın üstüne istikrarsızlık yaratan bir durum bu. Rusya, Türkiye ve İran’ın tüm bu kayganlık ve istikrarsızlığa rağmen ABD ve İsrail’i bölgede dengelemeye kararlı olduğunu Soçi’de anladık. Öyleyse kilit soruyu soralım mı? Washington, Astana üçlüsünden rahatsız olur da Tel Aviv rahatsız olmaz mı? 
 
Türkiye’nin eli güçleniyor
 
Tel-Aviv’in ABD patentli gerek PKK/PYD kuşağına, gerekse de Suudi Arabistan-BAE-Mısır kuşağına verdiği destek bundan önce de başvurmuş olduğu çevre doktriniyle (periphery doctrine) açıklanabilir tabii. Yakınında olan direniş hatlarını çev-releyen bir kuşağın ittifaklarla yaratılması stratejisi çeşitli dönemlerde çeşitli şekillerde gündeme geliyor ama Trump yönetimi işbaşındayken ortaya çıkan bu yeni versiyon hem karşı kutbunu yaratmış görü-nüyor, hem de Türkiye, Rusya gibi Tel Aviv’in ilişkilerini normalleştirdiği (Ankara) ya da iyileştirdiği (Moskova) aktörleri İran’la yakınlaştırıyor. Bu muğlak strateji şimdi ABD ve İsrail’in oluşturmaya çalıştığı kanal-kuşak-koridor stratejilerinde bir delik daha açtı. Filistin mesele-sinin tarihsel ve bölgesel kimlik açısından Ortadoğu için önemi Ankara’nın aktif siyaseti ile birleşince İİT İstanbul Zirvesi’nde ortak bir karar alınmasını doğurdu. Kararın (Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olarak tanınması) siyasal önemi, yaptırım olsun olmasın, bölgedeki tüm liderlerin ve siyasal hareketlerin üzerinde baskı yaratacaktır. Nitekim toplantıya düşük profilli katılımı seçen Riyad dahi toplantıda alınan kararı olumlayan açıklamalar yaptı. Keza bu sonucu beklerler miydi, bilemiyoruz, Macron ve Mogerini, Trump’a Kudüs kararının geri tepebileceğini hatırlatmıştı.
 
Şüphesiz Ankara’nın Soçi sonrası İstanbul’da İİT’de kazanmış olduğu diplomatik zafer Rusya ve hatta ABD ile yapacağı pazarlıklarda elini güçlen-direcek. Trump’ın kararına karşın bir hafta zarfında İstanbul’da toplanan İİT Zirvesi’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önerisiyle Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olarak 48 İslam ülkesi tarafından kabul edilmiş olması Türkiye’nin İslam camiasında artan önemini/ağırlığını da kanıtlamış oluyor. Üstelik, bu önemli karar İİT’yi âtıl kılmak isteyen Suudi Arabistan ve İsrail’in tüm olumsuz girişimlerine rağmen gerçekleşti. Hem bölgedeki bölünmüşlüğe rağmen bölgeyi ABD/İsrail karşısında bir karar almaktan caydıramayan İsrail’in hem de kuşak/koridor/köprü ittifaklarının her koşulda işlemeyeceğini gören Washington’un ciddi olarak düşünmesi gereken şeyler var. Tel Aviv ve Washington’da “Ortadoğu saatini” kim, hangi el ayarlıyorsa ayarını tekrar yapsın ve unutmasın ayarı bozuk saatle yola çıkılmamalı, yanlış hesaplar yapılabilir, bu hesaplar da bir yerlerden döner. Nitekim Washington’un Kudüs hakkındaki yanlış hesabı bu sefer Bağdat’tan değil ama İstanbul’dan geri döndü. 
 
@nursinguney