ABD-Çin rekabetinde askeri yapay zeka sorunu

Dr. Mustafa Tüter/ Akademisyen, Yazar
6.02.2024

Yapay zeka destekli otonom sistemlerin yaygınlaşmasında Çin'in oynayabileceği öncü rolden ABD'nin büyük rahatsızlık duyduğu çok açık. Silahlı drone ihracatında Çin'in dünyanın en büyük satıcısı haline gelmesi, ABD'nin kaygılarını somutlaştıran önemli bir gösterge. Bununla beraber Kızıldeniz'de Husiler'in, Ortadoğu'da ise İran kaynaklı grupların drone saldırıları, ABD'nin ortaya çıkan güvenlik kırılganlığını derinleştiriyor.


ABD-Çin rekabetinde askeri yapay zeka sorunu

Askeri Yapay Zeka (YZ)'da "küçük güzeldir" eğilimi giderek güçleniyor. YZ'nin askeri alanda kullanımı, ABD-Çin rekabetinin kritik bir boyutu haline gelirken devletler daha küçük, az maliyetli ama etkin projelere yöneliyor. Savaşların doğasını değiştiren otonom sistemlerin gelişimi, stratejik ve siyasal karar verme süreçlerini derinden etkileyen birbiriyle bağlantılı pek çok yeni sorunun gündeme getirilmesine yol açıyor. Otonom sistemlerin yaygınlaşmasında ABD'nin ve Çin'in karşıt pozisyonları, farklılaşan çıkarları ve birbirinden bağımsız savunma ve teknoloji işbirlikleri geliştirme çabaları askeri YZ alanında rekabeti daha da hızlandırma eğiliminde.

Otonom sistemlerin yaygınlaşmasında karşıt pozisyonlar

ABD, YZ'yle desteklenmiş otonom sistemlerin yaygınlaşma ihtimalinden hiç hoşnut değil. En temel neden uzun dönemli stratejik çıkarları açısından kritik riskler barındırıyor olması.

Hem Çin'in hem de ABD'nin YZ'nin askeri uygulamalarında odaklandıkları öncelikli alan otonom insansız araçlar ve otonom silah sistemleri. Ekim ayındaki Komünist Parti Kongresi'nde Xi Jinping, Çin'in askeri modernizasyonunun tamamlanması için "insansız ve akıllı savaş yeteneklerinin gelişiminin hızlandırılması" gerektiğini belirtti. Kasım ayında Zhuhai'da gerçekleşen havacılık fuarında ise Çin'in FH 97-A adı verilen drone tipi yeni bir savaş jetini sergilemesi, YZ'yle desteklenen silahlı otonom sistemlerin kullanımının giderek yaygınlaşacağının işaretini verdi. 2023'ün Ocak ayında Çin, dünyanın YZ destekli ilk insansız drone gemisini üretmeyi başardı. Özellikle "drone sürüleri"nin savaşlarda tek bir hedefe doğru koordineli bir şekilde hareket edebilmelerini sağlayan YZ destekli sistemlerin geliştirilmesi çalışmaları devam ediyor. Bu çalışmaların yürütülmesinde Çin'in 2020 yılında benimsediği "askeri-sivil birleşme" politikası yön verici. Sivil droneların geliştirilmesinde elde edilen önemli kazanımların askeri alana taşınması konusunda Pekin yönetiminin kararlı bir politika yürüttüğü görülüyor. "Askeri-sivil birleşme" politikası, sadece ülke içinde yeni endüstriyel ittifakların kurulmasını değil, aynı zamanda Çin'in askeri yeteneklerinin artırılmasına katkı sağlayacak global işbirliklerinin geliştirilmesini de amaçlıyor.

YZ destekli otonom sistemlerin yaygınlaşmasında Çin'in oynayabileceği öncü rolden ABD'nin büyük rahatsızlık duyduğu çok açık. Silahlı drone ihracatında Çin'in dünyanın en büyük satıcısı haline gelmesi, ABD'nin kaygılarını somutlaştıran önemli bir gösterge. Bununla beraber Kızıldeniz'de Husiler'in, Ortadoğu'da ise İran kaynaklı grupların drone saldırıları, ABD'nin ortaya çıkan güvenlik kırılganlığını derinleştiriyor. Büyüyen drone tehdidi karşısında ABD'nin strateji değişikliğine gitmesi gerektiği şeklinde getirilen öneriler, drone saldırılarının arkasındaki network yapılanmalarına odaklanıyor. Ticari veya askeri amaçlı drone üretimi ve edinimi konusunda ABD'nin global drone pazarına yönelik çeşitli kısıtlamalar getirme arzusu içinde olduğu görülüyor. Özellikle drone yazılımlarının yaygınlaşmasının engellenmesinde yaşanan zorluk gerekçe gösterilerek bu alanda en büyük yeteneklere sahip belirli aktörlerin (Çin, Rusya, İran ve Türkiye gibi) kontrol altına alınması girişimlerinin hızlandırılması isteniyor. Taktik droneların tespit edilmesindeki zorluklar nedeniyle "tehdit"in kaynaklarının yok edilmesi yaklaşımı; siber saldırılar, drone üreticilerinin vurulması ve iş istihbaratı yöntemlerinin kullanılması gibi çeşitli askeri-siyasi planlamaları içeriyor.

Askeri-siyasal karar vermede farklılaşan çıkarlar

YZ destekli yeni teknolojiler, savaşların doğasını değiştiriyor. Çin ordusunun tahminlerine göre; geleceğin çatışmaları enformasyon alanının ötesine geçerek otonom ve akıllı sistemlerin etkin kullanıldığı bir alana doğru hızla evrilme eğiliminde. Geleceğin savaşlarının doğasının tamamen değişeceği tahminleri, insan-beyin ara yüzleriyle insan ve makine etkileşiminin geliştirilmesini hedefleyen projelere dayanıyor. Teoride, insan ve makine entegrasyonunun ulaşmaya çalıştığı ana hedef tam otonom robot sistemlerinin geliştirilmesi. Gelinen pratik aşamada savaşlarda otonom sistemlerin kullanımı çeşitli askeri, siyasi ve ekonomik sonuçlar doğurma potansiyeline sahip. Ukrayna ve Gazze Savaşları, geleceğin savaşlarında radikal bir değişim yaşanabileceği izlenimini kuvvetli bir şekilde yansıtıyor. Ancak askeri-siyasal karar verme süreçlerinde üretebileceği sonuçlar açısından bakıldığında halen belirsizlik içeren ve üzerinde durulması gereken iki temel sorun alanı var.

Birincisi; otonom sistemlerde insan-makine etkileşiminde ulaşılmaya çalışılan ideal hedeflerle ilgili. Otonom sistemler üzerinde insani kontrolün sürdürülmesi yönünde yapılan tartışmaların odaklandığı temel kaygılar, karar verme süreçlerinden kaynaklanan risklerin önlenmesini gerekçe gösteriyor. Ama aslında temel sorun YZ'nin karar verme süreçleri üzerindeki dönüştürücü etkilerinin nasıl kullanılacağıyla ilgili. Bu konuda ABD'nin savunduğu yaklaşım YZ'nin doğuracağı negatif etkiler nedeniyle birbirinden ayrılmış insan ve makine gruplarının koordineli bir şekilde çalışmasını sağlamak. Bu yaklaşımın doğuracağı sonuç ise otonom ve akıllı sistemlere geçişin yavaşlatılarak askeri alanda mekanik sistemlerin hakimiyetinin sürdürülmesi. Diğer yandan Çin'in, insan-makine etkileşimiyle ilgili farklı bir yaklaşımı var. YZ sistemlerinin, mevcut ulusal güvenlik süreçlerinin bir alternatifi değil, onların tamamlayıcısı olması gerektiği görüşünü savunuyor. Çin ordusu açısından "insan-makine birleşmesi" stratejik değerlendirmelerde en öncelikli alanlardan biri haline geldi. "İnsan-makine ayrışması" yerine "insan-makine entegrasyonu" yaklaşımını benimseyen Çin'in, tam otonom sistemlerin hızlı bir şekilde yaygınlaşması taraftarı olduğu görülüyor. Global dijital altyapı ve uydu sistemlerinin geliştirilmesi girişimleri, "insan-makine entegrasyonu" projelerini tamamlayıcı kapsamlı bütünün kritik bir unsuru.

Orta ve uzun dönemde insan-makine entegrasyonu YZ aracılığıyla gerçekleştirilebilirse, savaşların niteliği ve boyutlarındaki değişim daha da hızlanacak gibi. Çin ordusunun sayısal avantajının söz konusu devrimsel nitelikteki yeni teknolojik gelişimle birleşmesinin doğurabileceği askeri üstünlüğün bugünden hayal edilmesi mümkün. Ayrıca Çin'in globalleşen çıkarlarının korunması konusunda giderek artan kaygılarında YZ destekli otonom sistemlerin kullanılmasının önemli avantajlar sağlaması muhtemel. Diğer yandan insan-makine sistemlerinde artan otonomlaşma eğiliminin siyasal karar verme süreçlerini dönüştürücü etkileri, ABD açısından uluslararası siyasal etkinliğini olumsuz yönde etkileyebilecek bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Bu durumda ABD'nin diğer ülkelerin askeri-siyasal karar verme süreçlerini etkileyebilme kapasitesinin azalacağı şimdiden tahmin edilebilir. Bu yüzden global güç dengesini değiştirebilecek potansiyele sahip tam otonom sistemlerin yaygınlaşması, ABD'nin ulusal çıkarları açısından "yakın tehdit" olarak algılanıyor.

Ukrayna Savaşı teknolojik inovasyonu tetikleyen büyük bir etki yarattı. Hem Rusya hem de Ukrayna veri toplanması, analizi ve karar verme süreçlerinde YZ'den etkin bir şekilde yararlanıyor. Yarı-otonom ve tam otonom drone ve insansız hava araçlarının savaş sırasında test edildiğiyle ilgili iddialar, geleceğin savaşlarında otonom sistemlerin etkin bir şekilde kullanılacağını gösteriyor. Ukrayna Savaşı sırasında droneların sürü halinde yönlendirilebildiklerinin gözlemlendiği yönündeki haberler, özellikle küçük ve orta ölçekli drone ve insansız hava araçlarının kullanımının tercih edildiği anlamına geliyor. Bunun en temel nedeni YZ'nin ihtiyaç duyduğu büyük enerji kaynaklarının karşılanabilmesi. Ayrıca, üretim açısından çok daha az maliyetli ve fakat ürettiği etkiler açısından daha yüksek fayda sağlıyor. Drone saldırılarına karşı var olan savunma mekanizmalarının yetersizliğine ek olarak yarattığı ekonomik maliyet de saldırıyı yapan taraf için büyük avantaj.

İkinci sorun alanı savaşlarda saldırı-savunma dengesinin değişmesi. Yeni teknolojilerle askeri yeteneklerinin geliştirilmesine odaklanan devletlerin, askeri stratejilerini ve savunma politikalarını bu değişime uygun olarak yeniden tasarlamaları gerekiyor. YZ'nin drone inovasyonunda sağladığı en önemli avantaj hızlı hareket kabiliyeti kazandırması. "İlk vuruş" avantajının önemli hale gelmesi, drone saldırılarına karşı savunma yeteneklerinin yetersizliğini işaret ediyor. ABD'nin üzerinde durduğu Çin'in savunmanın ötesinde saldırı yeteneklerini geliştirmeye yöneldiği iddialarının ne düzeyde olduğu sorgulanabilir ama YZ destekli otonom sistemlerin savunma-saldırı dengesini dönüştürdüğü gerçeğini değiştirmez. Bu yüzden geleceğin savaşlarında kritik rol oynayacak otonom sistemlerin geliştirilmesi konusunda yaşanan stratejik rekabet dikkatle izlenmek durumunda.

Örneğin; drone sürülerinin saldırılarına karşı geliştirilen yeni silah sistemleri, elektromanyatik müdahale yöntemlerine odaklanıyor. Bununla beraber ABD, drone saldırılarına karşı yönlendirilmiş enerji silah sistemleri projeleri üzerinde çalışıyor. Bir diğer üzerinde durulan konu ise YZ destekli silahlanma yarışının, nükleer savunmanın ötesine geçerek global nükleer dengeyi bozabileceğine ilişkin. Biyo-mühendislik alanında yapılan araştırmaların insanların genetik hücre yapılarını nükleer radyasyona karşı koruma ve bu yolla hayatta kalmalarını sağlamayı hedeflediği ifade ediliyor. Bu tür çalışmaların ürettiği yeni teknolojilerin nükleer denge veya nükleer savaş ihtimali üzerinde doğurabileceği etkileri sınırlı bilgilerle önceden tahmin edebilmek kolay değil. Ne var ki; daha yakın gelecekte silahlı insansız araçların kullanımında görülen artışın nükleer silahlanma üzerindeki muhtemel etkileri daha somut bir şekilde gündeme getiriliyor.

ABD'nin savunma ve teknoloji inovasyonu işbirliğinin belirsizlikleri

Dünya drone endüstrisi liderliğini elinde bulunduran Çin'in drone inovasyonunda edindiği avantajlar karşısında ABD, askeri alanda üstünlüğünü kaybetmemek için yeni programlar geliştirme ihtiyacı hissediyor. Diğer alanların yanında özellikle deniz alanındaki yeteneklerini artırmak için insansız deniz araçlarının inovasyonu giderek daha fazla öne çıkıyor. Çin'in insansız hava araçları, askeri dronelar, balistik ve hipersonik füzelerle edindiği yeni avantajlara ABD'nin insansız deniz araçları ve nükleer denizaltıların geliştirilmesi projelerine ağırlık vermesi eşlik ediyor. Hint-Pasifik'te var olan askeri dengenin değişmesi ihtimali, AUKUS çerçevesinde geliştirilen askeri-teknolojik işbirliğinin YZ projeleriyle desteklenmesi taleplerini artırıyor. Askeri YZ alanındaki hızlı gelişmeler, geleneksel savunma işbirliklerinin uzun dönemli hazırlık süreçleri nedeniyle ürettikleri stratejik faydaları azaltıyor. Bu hızlı değişime adapte olabilmek için özellikle Avustralya'nın denizaltı yeteneklerinin geliştirilmesinin desteklenmesi amaçlanıyor.

Ancak ABD'nin hem NATO hem de AUKUS çerçevesinde Çin'e karşı örgütlediği savunma ve teknoloji işbirliğinde halen sorunlar ve belirsizlikler var. En başta ABD ve müttefikleri arasında teknoloji transferi ve paylaşımı konusunda var olan siyasal zorluklar aşılabilmiş değil. Kendi endüstriyel çıkarlarını korumaya dönük düzenlemeler yapmak ve kritik askeri teknolojilerin transferini kısıtlayıcı tedbirler almak ABD'nin savunma politikalarının vazgeçilmezi. Bu ana engellere ilaveten ABD'nin diğer ülkeler arasında inovasyon işbirliklerini sınırlandıran ihracat kısıtlamaları da var. En azından ihracat kısıtlamalarının azaltılması konusunda atılan yeni adımlar ise belirli ülkeler arasında ikili inovasyon işbirliğine izin verir nitelikte. Örneğin, Avustralya'yla Fransa ve Almanya'nın son dönemde imzaladıkları anlaşmalar gibi. İkincisi; savunma inovasyonuyla ilgili politikaların şekillenmesinde belirleyici olan teknolojik tedarik zincirleri ve kritik mineral tedariki gibi konular daha geniş ekonomi güvenliği politikalarından bağımsız değerlendirilemiyor. Bu konularda tüm müttefiklerin ortak stratejik ve siyasal kaygılar taşıdıklarını söylemek zor. Üçüncüsü; savunma inovasyonu işbirliğinin nasıl daha dengeli ve verimli yönetileceğiyle ilgili. NATO'nun "Savunma İnovasyonu (Hız) Pedalı" projesi gibi ABD'nin öncülüğünü yaptığı girişimlerde özel kurumlar ve teknoloji hızlandırıcılarının üstlenmesi beklenen roller; kamu-özel sektör işbirliği, kamu yatırımlarının denetlenmesi ve teknolojik inovasyondan ziyade savunmaya ağırlık verilmesi gibi kritik görevler içeriyor. Fakat bu tür girişimlerin global savunma sektörünün yeni teknolojik gelişmelere göre yeniden yapılandırılması, kamu ve özel sektör arasındaki inovasyon açığının kapatılması ve inovasyon alanındaki yatırımların askeri yeteneklerin geliştirilmesine katkısının artırılması gibi hedeflerde ne ölçüde başarılı olacağı belirsiz. Son olarak müşterek savunma inovasyonu projelerinin nasıl finanse edileceği başlı başına büyük bir sorun.

Savunma inovasyonu işbirliğinde ABD'nin politikalarında görülen belirsizlikler uluslararası sistemin nasıl yeniden örgütleneceği konusundaki gelişmelerden bağımsız değil. YZ'nin global yönetişiminde belirleyici yeni aktörler haline gelen global teknoloji şirketlerinin yerleşik askeri endüstriyel komplekse nasıl eklemleneceği yönünde iki ihtimal var gibi görünüyor. Birinci ihtimal global teknoloji şirketlerinin savunma endüstrisinde var olan yerleşik yapının doğal bir uzantısı olarak kalmasının sürdürülmesi. ABD'nin teknoloji alanında giderek milliyetçi, korumacı ama aynı zamanda ABD merkezli global teknoloji şirketlerini himaye eden politikalar izlemesi, eski yerleşik düzenin sürdürülmesini kolaylaştıracak bu ihtimalin desteklenmesine daha yakın bir pozisyon benimsediği izlenimi yaratıyor. Bu amacın gerçekleştirilmesinde izlenen temel strateji, ihracat kısıtlamaları yoluyla (özellikle yarı-iletkenler) Çin'in ABD merkezli global teknoloji şirketleriyle bağlarını zayıflatmak ve Avrupa ülkeleriyle YZ alanında yürütülen işbirliklerinin kontrol altında tutulması. Global YZ networklerinin ABD merkezli örgütlenişinin sürdürülmesi bu stratejik yaklaşımın başarısına bağlı görülüyor. Fakat YZ alanında yaşanan ilerlemelerle global teknoloji şirketlerinin giderek artan baskın konumları ve bağımsızlık talepleri eski yerleşik düzeninin sürdürülmesini zorlaştırıyor. İkinci ihtimal ise mevcut yapı içinde daha özerk ve bağımsız bir konum elde etmelerini sağlayacak global yönetişimde finansal sistemin daha önce temsil ettiği entegrasyon modeline benzer yeni bir yapılanmanın oluşturulması. Çin'in "askeri-sivil birleşme" politikasında çift-kullanımlı teknolojiler açısından önem taşıyan global teknoloji şirketleriyle ilişkilerin geliştirilmesine yönelik yaklaşımı bu ikinci ihtimali destekler nitelikte. Bu ikinci ihtimalde Çin'in Avrupa ülkeleriyle güçlenen YZ işbirlikleri ve oluşan yeni karşılıklı bağımlılıklarının nasıl bir seyir izleyeceği kritik önemde. Çin açısından temel problem teknolojik egemenlik kaygılarının korunarak global yönetişimde yeni uluslararası eğilimlere liderlik edilmesi. Diğer bir ifadeyle Çin'in yeni uluslararası düzen arayışında ana belirleyici faktörlerden biri haline gelen teknolojik gelişiminin sürdürülmesi amaçlanırken global-yerel endüstriyel işbirliğinde dengeli politikaların yürütülmesi gerekiyor. Bu yüzden uygulanan politikalarla erişilmek istenen kendi global teknoloji şirketlerinin yaratılması en öncelikli amaç.

Sonuç

Askeri YZ kullanımı, ABD ve Çin arasında giderek büyüyen bir sorun. Otonom sistemlerin yaygınlaşmasında iki ülkenin birbirlerine zıt pozisyonları temsil ettikleri çok açık. Askeri-siyasal karar verme süreçlerinde ABD ve Çin'in yaklaşımlarındaki farklılaşmalar ise derinleşiyor. Güvenlik ve ekonomi alanında çatışan çıkarların uzlaştırılmasını zorlaştıran YZ kullanımından doğan yeni sorunlar, ihtiyaç duyulan global işbirliğini geciktiriyor. Diğer yandan NATO ve Hint-Pasifik bağlamında ABD'nin yoğunlaşan rekabete dayalı geliştirmeye çalıştığı savunma inovasyonu işbirliği girişimlerinin belirsizlikleri, müttefik ve ortakları açısından güven ve inandırıcılık sorunu yaratıyor. Tek taraflı politikaların sürdürülmesi, stratejik risklerin azaltılması için Çin'le müzakere arayışı ve askeri YZ uygulamalarının hızının yavaşlatılması şeklinde özetlenebilecek ABD'nin genel yaklaşımının uzun dönemde başarı şansı düşük. YZ'nin global yönetişimi konusundaki belirsizlikler ortadan kaldırılarak ABD ve Çin'in stratejik yaklaşımlarında farklılaşan çıkarlar uzlaşmaya dönüştürülünceye kadar, YZ uygulamalarının askeri alanda kullanımı hızlanıp yaygınlaştıkça daha büyük global güvenlik krizlerine yol açması kuvvetle muhtemel.

[email protected]