ABD-İran çekişmesi ve asimetrik gerilim

Dr. Serhan Afacan / İRAM Genel Yayın Yönetmeni
30.06.2019

ABD, İran’ı elden geldiğince baskılayarak yıpratma amacında, İran ise ekonomik, siyasi ve elbette toplumsal anlamda gardı düşmeden dişini gösterme uğraşında. Ez cümle İran “Ben yanarsam bölge de yanar ve dünya bundan azade kalamaz” diyor. Bölgedeki gidişatın vahametini en iyi gören iki ülke ise Türkiye ve Irak.


ABD-İran çekişmesi ve asimetrik gerilim

ABD- İran ilişkileri, 1979 yılında İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasından günümüze kadar hasmane olageldi. 1979 devrimi ABD’yi Ortadoğu’daki bazı ezberlerini ve stratejik yatırımlarını gözden geçirmek zorunda bıraktığı gibi İran’ı da sürekli bir uluslararası baskı ve kuşatmanın nesnesi haline getirdi. 

80’lerle gelen husumet

Ayetullah Humeyni yanlısı bir grup devrimcinin, ülkenin seçilmiş başbakanı Muhammed Musaddık’ın 1953 yılında ABD marifetiyle alaşağı edilmesinin ve yine ABD’nin devrik şaha verdiği düşünülen koşulsuz desteğin intikamını almak için devrimin hemen akabinde 4 Kasım 1979’da ABD’nin Tahran büyükelçiliğini basarak 52 Amerikalıyı bir yılı aşkın süre esir alması ilişkilerde dönüm noktası oldu. Bu hadise, yalnızca iki ülke arasındaki diplomatik ilişkileri bitirmekle kalmadı aynı zamanda ABD’deki belirli askeri ve siyasi karar alıcıları İran’daki yeni rejime karşı sonu gelmez bir öfke sarmalına soktu. Nitekim bu öfke vahim sonuçlar doğurmakta gecikmedi. Carter başkanlığındaki ABD, Nisan 1980’de esir vatandaşlarını kurtarmak için Kartal Pençesi Harekatı’nı düzenledi ama bu girişim sekiz Amerikan askeri personelinin ve bir İranlı sivilin yaşamına mal olarak akim kaldı. Sonrasında İran, ABD’nin Beyrut’taki büyükelçiliğine ve üssüne 1983 yılında düzenlenen ve birçok hayata mal olan saldırılardan sorumlu tutulurken ABD, 1988 yılında bir İran yolcu uçağını vurarak 290 sivili öldürdü. Tahran-Dubai seferini yapan İranair’e ait bu sivil uçak, güya saldırı hazırlığındaki bir savaş uçağı sanıldığı iddiasıyla Hürmüz Boğazı üzerinde düşürülmüş ve uçakta bulunan 66’sı çocuk 290 kişi öldürülmüştü. Muhtelif araştırma ve belgesellere konu olan bu olayın mahiyetini, füzeyi fırlatan Vincennes savaş gemisi personelinin ülkelerinde kahraman gibi karşılanması ve dönemin ABD Başkan Yardımcısı Bush’un bu ifadeleri gözler önüne sermişti: “Olgular ne olursa olsun, kesinlikle ABD adına özür dilemeyeceğim”. ABD’nin olaya ilişkin “derin bir üzüntü” duyması için konunun Uluslararası Adalet Divanı’na taşınmasını ve 1996 yılında bir anlaşmaya varılmasını beklemek gerekecekti. Özetle, 1980’ler ABD ile İran’ı hasım haline getirdi ve bu husumet hiçbir zaman kalıcı anlamda sona ermedi. 

Tehlikeli olağanlık  

2019 yılı itibariyle ABD-İran geriliminin yörüngesi ve bunun bölgesel ve küresel düzlemlerde ihdas ettiği sorunların mahiyeti pek de değişmiş görünmüyor. 12 Mayıs 2018’de Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Umman Körfezi’nde bulunan Füceyre Lima’ında dört ticari yük gemisi saldırıya uğradı. ABD ve bölgesel müttefiklerinin sorumlu olarak İran’ı işaret ettiği bu olaydan iki gün sonra ülkenin Devrim Rehberi Ali Hameney çıktı ve “ABD ile müzakere de olmayacak savaş da” dedi. Ancak gelişmeler hızını kesmedi. 12 Haziran’da Suudi Arabistan’ın Yemen’e 170 km mesafedeki Abha Havalimanı’na füze saldırısı düzenlendi ve Husiler’in üstlendiği bu olayda da aynı parmaklar İran’ı gösterdi. 13 Haziran’da yine Umman Körfezi’nde, biri Marshall Adaları bandralı olup BAE’den Tayvan’a diğeri ise Panama badralı olup Sudi Arabistan’dan Singapur’a giden iki tanker saldırıya uğradı. Japon Başbakan Shinzo Abe’nin ABD-İran gerilimini azaltmaya dönük arabuluculuk girişimleri kapsamında Tahran’da en üst düzeyde görüşmeler gerçekleştirdiği anlarda gelen saldırıda da İran aynı aktörlerce olağan şüpheli olarak gösterildi. 20 Haziran Perşembe günü ABD’ye ait bir İHA Basra Körfezi’nden düşürdüğünde ise hiç kimsenin bir yeri işaret etmesine gerek yoktu.

Zira, hava sahasının mükerrer ikazlara rağmen ihlal edildiğini iddia eden İran, Hordad-3 füzesiyle İHA’yı düşürmüş ve olaya ilişkin görüntü ve verileri paylaşmıştı. ABD ise olayın uluslararası hava sahasında meydana geldiğini iddia ederek İran’ı suçladı. Hatta ABD Başkanı Trump’ın sosyal medya paylaşımına bakılırsa, şayet 150 civarında yaşama mal olacağı rapor edilmemiş olsa ABD Başkanı misilleme emri verecekti. Gözlemciler, Basra Körfezi, Hürmüz Boğazı ve Umman Körfezi hattında bu tür gerginliklerin olağan olduğunu söylüyorlar. Gerçekten de bu bölgede güçlü ABD askeri varlığını her zaman için ulusal güvenlik tehdidi olarak gören İran zaman zaman gerilimin öznesi ve nesnesi olabiliyor. Ancak şu anki olağanlık bir hayli tehlikeli. Bu tehlikeyi ve olası gidişatı ele almayı yazının sonuna bırakalım. Öncelikle cevaplanması gerekense buraya nasıl gelindiği. Gerçekten de işler Obama’nın Dışişleri Bakanı Kerry ile İranlı mevkidaşı Zarif’in 2015 yılında nükleer müzakereleri yürüttükleri Cenevre’de dünyaya verdikleri ılımlı görüntü ve mesajlardan buraya nasıl geldi? 

Aceleci bir anlaşma 

Temmuz 2015’te bir tarafında ABD, Çin, Rusya, İngiltere, Fransa ve ilaveten Almanya’nın (P5+1) diğer tarafında İran’ın bulunduğu ve Kapsamlı Ortak Eylem Planı olarak resmi kayıtlara geçen nükleer anlaşma imzalandı. Neresinden bakılırsa bakılsın, 2013’de görev süresi biten Ahmediejad’ın cumhurbaşkanlığı döneminde karşılıklı tehditler savrulurken bir süre önce örtük şekilde başlamış olan görüşmelerin neredeyse Ruhani göreve gelir gelmez anlaşmaya gidecek şekilde ilerlemesi şaşırtıcıydı. Özetle, aslında herkes nükleer anlaşmanın olgunlaşmamış bir anlaşma olduğunu biliyordu. Ancak, ekleriyle beraber 159 sayfa hacmindeki anlaşma metninde de yazdığı üzere anlaşma “hüsnüniyet” üzerine kurulmuştu ve teknik ayrıntılar bu zeminde şekillenecekti. Kendisinden sonra Hillary Clinton’ın seçileceğine inanan Obama da bu sayede kendisinin “dış politika mirası” olan anlaşmanın sürdürülerek geliştirileceğine inanıyordu. Nitekim, Trump’ın anlaşma ve anlaşmayı imzaladığı için Obama yönetimi aleyhinde sonu gelmeyen ithamlarının ardından Kerry, kendilerinin hedefinin de meseleyi bu anlaşmayla sınırlı tutmamak ve takip eden süreçteki vizyonlarının buna İran’ın balistik füze programı ve bölgesel faaliyetleri gibi dosyaları eklemek olduğunu savundu. 

Elbette bu yaklaşım, seçim kampanyalarından itibaren itibarsızlaştırdığı anlaşmadan nihayet Mayıs 2018’de seçilen Trump’ın hiç umurunda olmadı. Trump’ın İran’la “harcayacak” vakti ve İran’a müsamaha göstermek için bir motivasyonu yoktu. O somut, hızlı ve kesin sonuçlar almak istiyordu ve doğrudan savaşa girmeye niyetlenmediği sürece elinde bunu sağlayacak gerçek tek bir aracın olduğunu düşünüyordu: yaptırımlar. Trump bu yaptırım aracını bir seneyi aşkın süredir agresif şekilde kullanıyor ve en son 24 Haziran’da açıklanan kalemler dahil birçok yaptırım hamlesiyle İran’ı baskı altına almaya çalışıyor. ABD’nin resmi görüşüne göre bu baskılar İran’ı daha “esaslı” bir anlaşma için masaya oturtmayı amaçlıyorken İranlı yetkililer hedefin İran İslam Cumhuriyeti’ni yıkmak olduğunu savunuyor. En can alıcı hususlardan biri ise bu gerilimin ne derece asimetrik olduğudur.  

ABD’de zaman zaman yapılan anketler ortalama Amerikalının, İran gibi küresel ölçekte gündem olanlar dahil birçok ülkenin yerini haritada dahi gösteremediğini ve bırakın Farsçayı genel anlamda pek yabancı dil bilmediğini gösteriyor. İran’da ise durum farklı. ABD, ortalama bir İranlının gündeminden pek az düşüyor ve özellikle genç İranlılar İngilizce bilmeye büyük önem verdikleri için bu ülkeden hayli haberdarlar. Amerikan yaptırımlarının ülkedeki etkisi ise azımsanacak gibi değil. Örneğin Tahran’da herhangi bir ortamda konunun Amerikan yaptırımlarına ve bunun bunaltıcı etkilerine gelmesi işten değil. 82 milyonluk petrol ve doğalgaz zengini İran’ın, petrol gelirlerinin sürekli düşmesi halkın büyük kesimi üzerinde depresif etkiler meydana getiriyor. İran’ın bu etkilere ve daralan ekonomik çembere ilanihaye dayanması imkansız. Bu durumda İran da elindeki en güçlü kartı kullanıyor: füzeler. 

Gerilimin olası seyri 

İran Basra Körfezi’nin en güçlü ülkelerinden biri ve körfez İran’ın askeri anlamda büyük deneyime ve güç birikimine sahip olduğu bir alan. Kuşkusuz İranlılar ABD ile konvansiyonel bir savaşta başlarına ne geleceğinden haberdarlar ancak olası bir savaşın konvansiyonel olmaması ya da diğer bir ifadeyle kendi topraklarıyla sınırlı kalmaması için ellerinde çeşitli kozlar olduğunu düşünüyorlar. Bölgede İsrail, Suudi Arabistan ve BAE gibi ABD müttefiki ülkeleri tehdit eden vekil güçler ve uzun menzilli balistik füzeler bu kozların öne çıkanları. Dahası, Hürmüz Boğazı dünyada deniz üzerinde sağlanan pertol arzının takriben yüzde 30’unun geçiş yolu ve kuşkusuz kimse 1973’tekine benzer bir petrol krizi istemiyor. İran bunu da biliyor ve olası bir krizin 1973’tekini de aşan sonuçları olacağını savunuyor. 

ABD, İran’ı elden geldiğince baskılayarak yıpratma amacında, İran ise ekonomik, siyasi ve elbette toplumsal anlamda gardı düşmeden dişini gösterme uğraşında. Ez cümle İran “ben yanarsam bölge de yanar ve dünya bundan azade kalamaz” diyor. Bölgedeki gidişatın vahametini en iyi gören iki ülke ise Türkiye ve Irak. 

Müzakere imkanı

Türkiye bu sorumsuz gerilimin bütün bölgeyi tehdit ettiğini düşünürken Irak doğrudan bir askeri çatışmanın patlak vermesi durumunda kelimenin tam anlamıyla ateşin içinde kalacağını biliyor. İngiltere, Fransa ve Almanya da gerilimin tırmanmasını menfaatlerine aykırı buluyor. Ancak İran’ın son aylarda sıklıkla anlaşma uyarınca kendisine getirilen zenginleştirilmiş uranyum stoku konusundaki kısıtlamalara yine anlaşmadan doğduğunu iddia ettiği hakla riayet etmeyeceğini söylemesi işleri Avrupa açısından zorlaştırıyor. Neyse ki şu an için Trump’ın savaşın kendisinden çok lafını sevdiği ve ülkesinin askeri üstünlüğünü vurgulamakla iktifa ettiği görülüyor. ABD Başkanının arzuladığı ve öncelik verdiği şey ise yeni bir müzakere süreci. Körfezdeki gerilim şimdiye kadar olduğu gibi kontrol altında tutulursa er ya da geç bir anlaşma zemini oluşacaktır. Nitekim İran anlaşma istemediğini değil ABD’nin bu tehditkar söylemi ve yaptırımlar sürdükçe anlaşma olmayacağını söylüyor. Rusya’nın ise şimdilik körfezin sıcak sularına inmeye niyetli olmadığı görülüyor. Çin için de benzer bir durum geçerli. Son birkaç haftada yaşanan gelişmeler olası bir çatışmanın fragmanı mahiyetinde. ABD ile İran bir noktada masaya oturacaktır. Önemli olan ise bu noktaya hangi maliyetler ödenerek gelineceği.   

@serafcan