‘ABD-İran Savaşı’ masalının sonu

Hakan Çopur / Araştırmacı-Yazar
10.01.2020

ABD ile İran arasındaki uzun süren gerilim son bir haftada zirve yaparken, her iki ülkenin de aslında birbirleriyle savaşmak istemedikleri bir kez daha ortaya çıktı.


‘ABD-İran Savaşı’ masalının sonu

Bir yanda, İran’ın belki de en güçlü ikinci ismi olan Kasım Süleymani’yi öldürerek Tahran’a ve dünyaya güçlü bir mesaj veren ABD, diğer yanda Amerikan askerlerinin de bulunduğu Irak’taki iki üsse füze saldırısı düzenleyen İran. ABD, “en önemli teröristlerden birini” ortadan kaldırmanın ve karşılığında çok hafif bir yanıt görmenin rahatlığını; İran ise “ABD’ye ait hedefleri vurabileceğini” herkese göstermenin ve kendi iç kamuoyunu Süleymani’nin cenazesi üzerinden yeniden birleştirmenin memnuniyetini yaşıyor. Bolca savaş senaryosu dinlediğimiz ama bir suikast ve 16 füze dışında bir şey görmediğimiz bu süreç, bir bakıma “ABD-İran savaşı masalının sonu” olarak okunabilir; en azından şimdilik... 

Neden şimdi öldürüldü?

Üzerine çok sayıda makale yazılabilecek bu sorunun tek bir cevabı olmasa da, Trump yönetimi açısından aslında cevap belli: Süleymani gibi sembol bir ismi ortadan kaldırmak, İran’ın son 7-8 aydır “pervasız” eylemlerinin tamamına toplu ve sert bir yanıt olacak ve Tahran’a dur diyecek güçlü bir mesaj olacaktı. İran’ın ABD ile savaşa giremeyeceğine inanan Trump ve ekibi, Süleymani ile ilgili istihbaratı alınca bu planı uygulamaya karar verdi. Arkasında bir stratejik akıl olup olmadığı halen tartışmalı olan bu kararın belki de çok daha basit bir nedeni vardır: Trump ve ekibi, bu planın “yapılabilir” olduğunu gördü ve düğmeye bastı. Bir başka deyişle Trump, Süleymani’ye suikast planının sonuçlarını düşünmekten ziyade bu planın uygulanabilir olması fikrini sevdi. 

Ancak Trump yönetiminin Süleymani gibi bir ismi hedef almasındaki görünür stratejik sebep, ABD’nin İran nezdinde kaybettiği “caydırıcılık” yeteneğini yeniden kazanma isteğiydi. Trump başından beri Barack Obama döneminde yapılan nükleer anlaşma ve ABD ile İran arasındaki yumuşak ilişki sürecinde ABD’nin “caydırıcılık” gücünü kaybettiğine inanıyordu. Bugüne kadar nükleer anlaşmadan çekilmek ve ekonomik yaptırımlar uygulamak dışında somut bir iş üretemeyen Trump, Süleymani ile belki de ilk kez “güç gösterisi” yapmış oldu. Bu suikastın “caydırıcılığı tekrar kazanmak” amacına yardım edip etmeyeceğini ise elbette zaman gösterecek. 

Süleymani’yi ortadan kaldırma planını uygulayan Trump’ın bu süreçte özellikle Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun etkisinde kaldığı iddia ediliyor. Amerikan medyasındaki haberlere bakıldığında bu iddianın doğru olduğu görülüyor. Trump’ın en yakın çevresindeki en “şahin” isim olan Pompeo’nun Süleymani konusundaki yaklaşımının Pentagon’da da kabul görmüş olması ve istihbarat liderlerinin de karşı çıkmaması ayrıca dikkat çekiyor. Dolayısıyla Pentagon’un ve CIA’in, Süleymani suikastı sonrasında İran’ın ancak “sınırlı ve kabul edilebilir” bir karşılık vereceğini düşündüğü anlaşılıyor. Nitekim bu süreçte ABD, İran’la ilk kez bu denli yükselen “savaş” olasılığında Tahran’ın nasıl tepkiler verebileceğini de ölçmüş oldu. 

ABD kamuoyu ikiye bölündü 

ABD’de hemen herkes Süleymani’nin öldürülmüş olmasından bir şekilde memnun olsa da, özellikle Kongredeki Demokratlar “Trump’ın İran’la bir savaşa girmesinden” endişe ettikleri fikrinde birleştiler. Trump’ın Kongreyi dahi bilgilendirmeden bu tür bir uluslararası suikastı düzenlemiş olmasını affetmek istemeyen Demokratlar, Trump’ın savaş yetkilerini kısıtlayan bir tasarıyı kabul etmekle meşguller. Pratikte Trump’ın herhangi bir yetkisini kısıtlayamayacak olan bu tür bir tasarı, en azından Demokratların Trump’ın İran adımlarından duydukları rahatsızlığı ortaya koyacak. Öte yandan Cumhuriyetçiler ise Trump’ın İran’a karşı son derece önemli bir iş yaptığı ve “Obama’nın döktüğü pisliği temizlediği” görüşünde birleşti. 

Süleymani suikastı kararının doğru mu yanlış mı olduğuna ilişkin Kongredeki tartışmanın göbeğinde şu soru var: Süleymani ABD unsurlarına yönelik yakın bir tehdit miydi değil miydi? 

Trump, Pompeo ve Mark Esper’in açıklamalarına bakılırsa Trump yönetimi Süleymani suikastını, “Süleymani, bölgedeki Amerikan unsurları için yakın bir tehditti, ortadan kaldırılmasa saldırılar planlıyordu ve yapacaktı” şeklinde meşrulaştırıyor

Ancak Demokratlar ve bazı Cumhuriyetçiler Trump yönetiminin “yakın tehdit” (imminent threat) olarak sunduğu gerekçeleri pek beğenmiş gibi gözükmüyor. Demokratlar kendilerine sunulan gerekçelerin yetersiz olduğunu ve Trump’ın Kongreden habersiz ve onaysız şekilde böyle bir suikastı düzenleyerek İran’la savaşın eşiğine gelemeyeceğini savunuyor. 

Öte yandan ana akım liberal medya da Trump’ın Süleymani suikastını ve İran’la kafa kafaya gelmesini sorgulayarak bunun gereksiz bir adım olduğunu savunuyor. Washington’da, Trump’ın kendisine yönelik azil süreci gündemini soğutmak ve dikkat dağıtmak için bu hamleyi yaptığını iddia eden isimler bile var. Bu yaklaşım kulağa pek makul gelmese de Washington’daki “Trump ve diğerleri” ayrışmasını göstermesi bakımından manidar. İki kutupta toplamak gerekirse: Ana akım liberal medya Trump’ın Kongreyi yok sayarak İran’la savaşın eşiğine gelmesini eleştirirken, muhafazakar medya ise Trump’ın “bir teröristi öldürmesinin” gayet başarılı bir operasyon olduğu görüşünü öne çıkarıyor. 

‘WWIII’ TT oldu 

Süleymani’nin öldürülmesi dünya gündeminde bomba etkisi yaparken, aynı gün “WWIII” etiketinin Twitter’da TT olması da bu etkinin sosyal medyadaki göstergesi oldu. Öyle gözüküyor ki sadece Amerikalılar ve İranlılar değil, neredeyse tüm dünya “ABD-İran savaşı” fikrini benimsemiş durumda. ABD ile İran’ın savaşması, çok korkulan ama bir o kadar da merak edilen bir öcü adeta. Süleymani’nin öldürüldüğü haberinin uluslararası medyaya düştüğü andan İran’ın Irak’taki üsleri vurduğu dakikaya kadar ABD’de üretilen savaş senaryoları Hollywood’dakileri geçmiştir. Ancak belki de Ayetullah Ali Hamaney’den sonra ülkedeki en güçlü figür olan Süleymani’yi kaybeden İran’ın göstermelik 16 füzesi, tüm savaş senaryolarının ve masallarının aslında ne kadar abartıldığını ortaya çıkardı. 

Ortadoğu’nun hemen her ülkesinde binlerce askeri ve onlarca üssü bulunan Amerikan kuvvetleri ile bölgede etkin bir askeri kapasiteye sahip olan (özellikle proxy gruplarıyla) İran’ın muhtemel bir çatışmaya girmesi elbette korkunç bir ihtimal. Ancak tam da bu sebeple hem Washington’ın hem de Tahran’ın böyle bir savaştan kısa ve orta vadede kaçınmak istediği anlaşılıyor. 

Kasım ayında başkanlık seçimlerine girecek olan Trump’ın seçimi kazanmak için İran’la savaşa girmesine gerek yok. Bazı kişiler Trump’ın seçim yılında İran’la savaş istediğini ve bundan karlı çıkacağını savunuyor, ancak bana göre bu çok düşük bir ihtimal. Zira ekonomiyi iyi götüren ve DEAŞ’ı bitiren bir başkan olarak Trump’ın “uzak tehdit” İran’la savaşa girmesi, Amerikan kamuoyunda kendisini ciddi şekilde zora sokacaktır. Savaşa girdikten sonra başta ölmesi muhtemel Amerikan askerleri olmak üzere birçok konuda seçmene böylesi bir savaşın gerekçelerini anlatmak bugünkü koşullarda kolay olmayacaktır. Ancak savaşa girmeden ve Amerikan askerini öldürtmeden İran’a karşı yapılacak her güç gösterisi Trump için artı puan demektir. 

‘Barışa hazırız’ 

Bu bakımdan Trump’ın, İran’ın göstermelik füze saldırısının ardından yaptığı ilk açıklamanın ilk cümlesinde “zarar gören ABD askerinin olmadığını” söylemesi manidar. İran’a yeni ekonomik yaptırımlar getireceğini söyleyen Trump, “barışı isteyenlerle barış yapmaya hazırız” diyerek Tahran’a adeta zeytin dalı uzatmayı da ihmal etmedi. Buna, İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in ve İran yönetiminin “daha fazla askeri gerginlik istemiyoruz” mealindeki açıklamalarını da eklemek gerek. O zaman karşılıklı dikleşmelerin sonucunda aslında iki tarafın da “gerilimin nimetlerinden beslendiği” ancak savaşa girmek istemediği bir kez daha anlaşılmış oldu. 

Günün sonunda İran, Süleymani’nin öldürülmesinin ardından büyük söylem ve tehditlerine devam edecek, ancak içeride kamuoyunu konsolide etmeye ve bölgeye “istesem Amerikan askerlerini vurabilirim” mesajı vermeye devam edecektir. ABD ise Süleymani’yi ortadan kaldırmasının karşılığında İran’ın kendisine bir şey yapamadığını, dolayısıyla asıl caydırıcı gücün kendisi olduğunu dünyaya göstermeye çalışacak. Bununla beraber Trump, herhangi bir gereklilik durumunda İran’a yönelik birçok adımı atabileceği mesajını da vermiş olacak. “İran tehdidi” yerinde durduğuna göre ABD Körfez ülkelerine silah satışlarına da devam edecektir. 

Sonuç olarak; Süleymani öldürüldü ve ABD-İran savaşı hikayesinin masal olduğu anlaşılmış oldu... En azından şimdilik... 

@hakancopur1