ABD'nin '3 Cisim Problemi'

Dr. Mustafa Tüter/ Akademisyen, Yazar
14.05.2024

ABD'nin ekonomi güvenliği odaklı uyguladığı politikalar, Çin'in hızlanan yeşil teknolojik dönüşüm girişimlerini engellemeye yeterli gelmiyor. Ekonomi güvenliği politikaları ile İsrail'in güvenliğini öncelemeyi sürdürmek arasında ABD'nin yaşadığı stratejik açmaz, global jeoteknolojik rekabetin Ortadoğu'da da kendi aleyhine şekillenmesine neden oluyor.


ABD'nin '3 Cisim Problemi'

Dr. Mustafa Tüter/ Akademisyen, Yazar

ABD'nin Çin'e karşı yürüttüğü ekonomi güvenliği merkezli rekabetin odaklandığı yeni alan yeşil dönüşüm. ABD'nin Hazine Bakanı Janet Yellen'ın Çin ziyareti öncesi Foreign Policy dergisinde yer alan bir makalede açık bir biçimde ifade edildiği gibi ABD'nin acilen ve ciddi bir şekilde yüzleşmek zorunda olduğu üç temel problem var. Yeşil teknolojik dönüşümün kritik boyutlarını oluşturan yeni elektrikli araçlar, lityum-iyon bataryaları ve fotovoltaik (elektrik üreten) cihazların üretiminde ve ihracatında Çin'in dünya liderliği. ABD'nin Çin'e karşı öne sürdüğü endüstriyel "aşırı üretim" suçlamasının dünya genelinde ikna edici görülmemesinin ötesinde ABD merkezli kapitalist ekonomi modelinin işlevselliğinin giderek daha fazla sorgulanması, ABD'nin aşmak zorunda olduğu bir dizi karmaşık stratejik ve siyasal problemi beraberinde getiriyor.

ABD-Çin rekabetinde yeşil teknoloji dönüşümü

İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD merkezli yaygınlaştırılan kapitalist üretim modelinin sınırlarını zorlayan Çin'in devlet kapitalizminin 4. Endüstri devrimine uygun karşılaştırmalı rekabet avantajı elde etmesi, ABD'nin etkin ekonomi güvenliği politikaları uygulamasını zorlaştıran en temel faktör.

Soğuk Savaş sonrası Tayvan, Güney Kore ve Japonya gibi ülkelerde tecrübe edilen ihracata dayalı "Doğu Asya kalkınma modeli"nin Çin'in devasa üretim kapasitesi ve farklı siyasal sistem yapısına sahip oluşu nedeniyle Çin örneğinde ABD çıkarları açısından aynı sonuçları doğurmayışı, ABD ve Çin arasında yeni bir global uzlaşının sağlanmasını geciktiriyor. ABD'nin iç tüketimi artırma baskılarına rağmen Pekin yönetimi "yeni üretim güçleri"ne ağırlık vereceği, ihracat-yatırım dengesi açısından ülkesel yönetişimi yeniden yapılandırarak güçlendireceği ve enerji güvenliği bağlamında yeşil teknolojik dönüşümü hızlandırmada kararlı olduğu sinyallerini vermeye devam ediyor.

Çin'in hızlı ekonomik kalkınmasının başlangıcından itibaren önündeki en büyük iki temel problem alanını oluşturan altyapı yetersizliği ve enerjide dışa bağımlılık konularında birinci sorun alanı "Kuşak ve Yol" yardımıyla büyük ölçüde aşılmışken ikincisinde "yeşil kalkınma" çerçevesinde uzun dönemli planlamaya dayalı etkin politikalar uygulanıyor. Son yıllarda yeşil teknoloji, Çin'in ihracatında en önemli bileşen haline geldi. Uyguladığı başarılı endüstri politikalarının sonucu olarak son 9 yıldır yeni elektrikli araçların üretim ve satışında ve 16 yıldır da fotovoltaik ürünlerin global üretiminde Çin liderliğini koruyor. Ayrıca, global güç batarya kapasitesinin yüzde 60'ından fazlası yine Çinli şirketler tarafından üretiliyor.

BM'nin İklim değişikliği ve global kalkınma hedefleriyle entegre bir şekilde yürütülen Çin'in yeşil teknoloji politikalarının yarattığı olumlu faydaların global teknoloji şirketleri tarafından desteklendiği ve kendi çıkarlarına da hizmet ettiği bir gerçek. ABD yönetiminin tüm baskılarına rağmen Apple ve Tesla gibi şirketlerin Çin'deki üretimlerini devam ettirmeleri ve yeni işbirliklerini genişletmeye odaklanmaları, yeni teknolojilerin ürettiği özgün değer ve avantajlarla ilgili. Yeşil enerji teknolojileri olarak özetlenebilecek yukarıda bahsedilen üç alanda global tedarik zincirlerinin yeniden örgütlenebilmesinin imkansızlığı, Çin'in ele geçirdiği avantaj üstünlüğünün kalıcı olduğu ve daha da ileriye taşınacağı anlamına geliyor.

Bizatihi ABD'nin kendi kurduğu global kapitalist sistemin işleyiş mantığı gereği Çin'in yeşil dönüşüm ve teknoloji alanında yakaladığı karşılaştırmalı üstünlüğün engellenebilmesi mümkün görünmüyor. Mevcut global ekonomik sistemin endüstri sonrası yeni dijital-teknolojik dünyanın gerekliliklerine göre dönüştürülmesi içinse her halükarda ABD ve Çin arasında geniş kapsamlı bir global uzlaşıya varılması kaçınılmaz.

Ekonomi güvenliği mi İsrail'in güvenliği mi?

ABD'nin ekonomi güvenliği merkezli politikalarının karşılaştığı zorluklar artarak devam ederken Ortadoğu'da izlediği siyasal stratejiler yükselen yeni bölgesel taleplerin karşılanmasına yeterli gelmiyor. Daha doğrusu ABD yönetimi, İsrail'in güvenliğine öncelik vermeyi sürdürdükçe global düzeyde ekonomi güvenliği politikalarını uygulamakta daha da zorlanıyor.

Özellikle ABD'nin mutlak desteğine rağmen İsrail'in "kutupsuz" dünya düzeni tasarımını destekleyen politikalar izlemesi, ABD'nin ekonomi güvenliği politikalarının sürdürülebilirliğini imkansız hale getiriyor. IMEC projesi çerçevesinde İsrail'i merkeze alarak Çin'e alternatif seçenek oluşturma çabaları, Gazze Savaşı nedeniyle uygulanamaz bir hal aldı. İsrail'in güvenlik kaygılarının öne çıkarılmasıyla IMEC projesinin Kuşak ve Yol'un tamamlayıcısı olarak Çin'e kabul ettirilmesi çok zor. Her şeyden önce IMEC'in bölgesel kalkınma ve istikrara sağlayacağı muhtemel katkı geniş kapsamlı olmaktan son derece uzak.

Diğer yandan Körfez'in son yıllardaki yükselişi ve global sistemle entegrasyonunun hızlanmasıyla ABD ve Çin arasındaki global jeopolitik rekabet çeşitli boyutlarıyla Ortadoğu'da yoğunlaşmaya devam ediyor. Özellikle teknoloji ve finans alanında Körfez ülkelerinin Çin'deki yatırımlarında görülen kayda değer artışın ABD'yi derinden kaygılandırdığı biliniyor. Suudi Aramco'nun yaptığı yatırımların yanında Abu Dabi'nin yeni elektrikli araçlara yaptığı yaptırımlar hızlanarak artma eğiliminde. Bununla beraber Çin'in gelişen robot endüstrisine yönelik Körfez ülkelerinin ilgisinde görülen yükseliş, önümüzdeki yıllarda Çin'le yeni teknoloji işbirliklerinin gündemde olduğunu gösteriyor.

Yaşanan bu gelişmelerden ABD'nin duyduğu rahatsızlığı yansıtan Abu Dabi merkezli Mubadala Yatırım Şirketi'nin Çin'le yürütülen faaliyetlerinin sınırlandırılmasına yönelik Washington'un baskıları, G42 adı verilen Yapay Zeka ortaklığında Çinli şirketlerin hisselerinin satılması sonucunu doğurdu. Teknoloji ve finans alanında Körfez ülkeleriyle Çin arasında gelişen işbirliklerinin ABD açısından ciddiyetini yansıtan bu olayın diğer başka örnekler ve gelişim trendi düşünüldüğünde sınırlı kaldığı, Körfez ülkelerinin stratejik özerklik ve kalkınma ihtiyaçlarına dayanan yeni taleplerinin ABD'nin baskılarıyla engellenmesinin mümkün olmadığı söylenebilir.

Avrupa, Çin'den vazgeçebilir mi?

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping'in geçen hafta gerçekleştirdiği Avrupa gezisinin ana amacı, yeşil dönüşüm ve yüksek teknoloji tedarik zincirlerinin güçlendirilmesine yönelik. Fransa'da ve Macaristan'da Çinli yeni elektrikli araç üretiminin yapılacağı fabrikaların açılması ve diğer yeşil teknolojilerin Avrupa piyasasında yaygınlaştırılmasının önündeki siyasal engellerin ortadan kaldırılması en öncelikli gündem maddesi. Bununla beraber Xi Jinping'in çizmiş olduğu Avrupa gezisi rotasının işaret ettiği stratejik önem, Macron yönetiminin benimseyeceği tutuma bağlı olarak önümüzdeki aylarda daha da belirgin hale gelebilir. Bulgaristan'dan başlayarak Orta Avrupa üzerinden Fransa'ya uzanan yeni rotanın ne tür gelişmelere kapı aralayacağını zaman gösterecek.

Diğer yandan ABD'nin AB üzerinde kurduğu Çin'e karşı ortak hareket etme baskılarının ne ölçüde sürdürülebilir olduğu da bir kez daha tartışmaya açıldı. Bu noktada Avrupa'nın Çin'le ilişkilerinde siyasal strateji ile teknolojik alanda işbirliği konusunda önemli düzeyde bir yaklaşım farkının bulunduğunun altının çizilmesi gerekir.

ABD'nin tüm baskılarına rağmen Çin ve Avrupa arasında Yapay Zeka ortaklıkları azalma değil artma eğiliminde. Çinli üniversitelerin Yapay Zeka alanında işbirliği içinde olduğu en önemli ortaklar, Amerika'dan sonra Avrupalı üniversiteler. Zaman içinde iki taraf arasında Yapay Zeka alanında yürütülen projelerde teknoloji ve bilgi paylaşımı karşılıklı hale geldi. Fakat yeni bir gelişme olarak Avrupalı teknoloji şirketlerinin ortaklıkların geliştirilmesi için Çin'den ihtiyaç duydukları finansal destek önceki dönemlerle kıyaslanamayacak düzeyde arttı.

Avrupa ve Çin arasında oluşan teknolojik bağımlılığın ürettiği kırılganlık ve çeşitli risklerin yönetilmesi (en başta nadir elementler), karşılıklı fayda temelinde işbirliklerinin sürdürülmesini gerekli kılıyor.

İngiltere ve Almanya'nın özellikle Yapay Zeka alanında Çin'le geliştirdikleri ortaklıklara ek olarak Fransa'nın yeni elektrikli araçların Avrupa piyasasına girişine "yeşil" ışık yakması, ABD'nin ekonomi güvenliği anlayışı çerçevesinde Çin'i kısıtlamaya dönük katı beklentisinin karşılanmadığı anlamına geliyor.

Avrupa Komisyonu'nun yayınladığı yeni bir rapora göre; Çin'in elektrikli araçlarının Avrupa piyasasındaki payı bu yıl içerisinde yüzde 1'den yüzde 8'e yükselmiş durumda. 2025 yılında ise bu oranın yüzde 15'e çıkacağı tahmin ediliyor.

Her ne kadar yoğunlaşan ABD-Çin rekabeti nedeniyle Çin-Avrupa ticareti ve teknoloji işbirliği bazı zorunlu önemlerle sınırlandırılma eğilimi içindeymiş gibi görünse de aslında Fransa başta olmak üzere Avrupalı ülkelerin Çin'le yeni yeşil teknolojiler alanında işbirliğini geliştirme arzusu, Güneydoğu Asya üzerinden ikincil tedarik zincirlerinin yaratılmasıyla zaten telafi edilmeye çalışılıyor. ASEAN'ın Çin için nihai pazar olmadığı gerçeğinden hareketle Vietnam, Tayland, Malezya, Endonezya ve Singapur gibi ülkeler mevcut koşullar altında yaşanan "ticaret kayması"nda Çin ve Avrupa ülkeleri arasında ticareti ve üçüncü pazarlarda işbirliklerini geliştirmeleri için karşılıklı yeni fırsatlar sağlıyor. Hatta Vietnam'da da elektrikli araç üretim fabrikası bulunan Tesla'nın Çin'den tedarik ettiği bataryalarla Vietnam'da gerçekleştirdiği üretimi ABD'ye ihraç ettiği bilinen bir gerçek.

Fransa'nın Çin'le teknoloji işbirliğini daha fazla geliştirmeye istekli görünmesi, Avrasya'ya yönelik stratejik beklentilerinin Avrupa içi rekabetin sürdürülmesiyle mümkün olacağı düşüncesini güçlendiriyor. Özellikle Fransa'nın Hindistan pazarında etkili olma gayretlerinin İngiltere ile örtülü bir rekabete yol açabileceği düşünülürse Avrupa'nın stratejik özerkliği konusunda Fransa'nın çok önceden beri var olan hassasiyetinin terk edilmediği fark edilebilir.

Fransa'nın Çin tercihini şekillendiren muhtemel kazanım beklentilerinin Avrupa içi dengelerin yeniden ayarlanmasının yanında Avrasya bölgesi üzerinde doğurabileceği muhtemel etkiler açısından değerlendirilmesi, Macron yönetiminin Rusya ve Çin arasında belirgin bir ayrım yapma eğiliminde olduğunu düşündürüyor. Afrika'dan dışlanan Fransa'nın ekonomik beklentilerini karşılayabilecek yeni arayışlara yönelmesi muhtemel bir gelişme. Örneğin; Myanmar krizinin tırmandırılmasıyla Güney Asya'da Çin-Hindistan rekabetinin yeniden canlandırılması gayretlerinin Fransa açısından yeni bir fırsat penceresi açabileceği varsayılabilir.

Sonuç

Özetle; ABD'nin ekonomi güvenliği odaklı uyguladığı politikalar, Çin'in hızlanan yeşil teknolojik dönüşüm girişimlerini engellemeye yeterli gelmiyor. Ekonomi güvenliği politikaları ile İsrail'in güvenliğini öncelemeyi sürdürmek arasında ABD'nin yaşadığı stratejik açmaz, global jeoteknolojik rekabetin Ortadoğu'da da kendi aleyhine şekillenmesine neden oluyor. Buna mukabil Çin, bir yandan yeşil dönüşümün ana odağını Global Güney'de genişlemeye kaydırırken diğer yandan Fransa eksenli yeni bir yaklaşımla Avrupa'yla var olan kapsamlı stratejik ortaklık çerçevesinin korunmasını sağlamaya gayret ediyor.

[email protected]