ABD'nin Bin Selman sınavı

Gökhan Ereli / ORSAM Ortadoğu Araştırmaları
5.03.2021

ABD'nin, Kaşıkçı cinayetiyle ilgili Muhammed bin Selman'a yaptırım uygulamaması gerek ABD kurumlarından gerekse de uluslararası arenadan tepki almasına sebep oldu. Yetkililerin "ABD, Muhammed bin Selman'a yaptırım uygulama hakkını da saklı tutuyor" minvalindeki açıklamalarının ardından Biden yönetiminin nasıl bir eylem planı ortaya koyacağı merak konusu.


ABD'nin Bin Selman sınavı

Körfez ülkelerinin iç siyasetlerine yönelik önemli değişim eğilimlerinden bir tanesi, yaşlı, bilgili ve tecrübeli liderlerin yerini, hırslı, genç ve daha tecrübesiz liderlerin almaya başlamış olmasıdır. 70 ve 80'li yaşlarındaki liderlerin uzun dönem Körfez'de iç siyaset dinamiklerini, Körfez İşbirliği Konseyi'ndeki kısmi uyumu ve ülkelerin dış politikalarının temel parametrelerini belirlediği dönemlerden sonra artık daha genç liderlerin ülkelerin ekonomilerini, toplumsal faaliyetlerini ve uluslararası ilişkilerini yönlendirmeye başladığı görülüyor.

Genç liderler eğilimi

Nitekim 2020 yılı içerisinde Umman Sultanı Kabus'un 78 yaşında ve Kuveyt Emiri Şeyh Sabah'ın 91 yaşında vefat etmesi ile birlikte "genç liderler eğilimi" de güçlenmiştir. Her ne kadar yerine çok daha genç bir isim geçmemiş olsa da, yine 2020 yılı içerisinde 49 yıldır görevde olan Bahreyn Başbakanı Al Halife'nin de hayatını kaybetmesi, Körfez'deki eğilimin yönünü güçlendiren emarelerdendi. Körfez ülkelerindeki geleneksel siyasi yapılar ve kabilesel/aşiret bağları ile örülmüş sosyolojik yapılarda yaşlıya olan/otoriteye olan saygı dolayısıyla ortaya çıkan gerçeklik dikkate alınırsa, genç liderler olarak gösterilebilecek figürlerin her örnekte devlet başkanı ve ülkenin lideri olmadığı görülebilecektir. Fakat genç liderlerin ülke siyasetlerinde önemli roller oynamaya başladığı söylenebilir. Ortadoğu'nun en büyük ekonomisi ve siyasi nüfuz olarak en geniş olanaklara sahip olan ülkesi Suudi Arabistan da, 2015 yılından itibaren genç liderler eğilimine girmiştir.

Selman'ın yükselişi

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, krallığın iç siyasetinde, dış siyasetinde ve Ortadoğu siyasetinde gözle görülür oranda değişikliklere neden olan bir figür olarak karşımıza çıkmaktadır. Muhammed bin Selman henüz 2015 yılında, Suudi Arabistan'da yaşanan liderlik değişimi ile birlikte Selman bin Abdülaziz'in göreve gelmesi ile birlikte, 30 yaşındayken Suudi Arabistan Savunma Bakanı oldu. Ardından Muhammed bin Nayif'in yerine tahtın varisi olarak veliaht prens ilan edildi.

El Suud ailesi içerisindeki konumu ve devlet kademelerindeki hızlı yükselişi hasebiyle kısa zamanda ülke de güvenlik bürokrasisine, istihbarat yapılanmalarına ve dış siyasetin gerçekleştiği kanallara hakim olan Muhammed bin Selman, her şeyden önce reformcu ve yenilikçi bir "lider" olarak kendisini tanıtan yollara başvurdu. Suudi Arabistan ekonomisinin petrole olan bağımlılığının azaltılması ve ekonomik kaynakların çeşitlendirilmesi amacıyla Vizyon 2030 projesi ortaya atıldı ve bunun yanında milyarlarca dolar finansman gerektiren fütüristik şehir projeleri üzerinde çalışılmaya başlandı. Dış siyasette ise veliaht prensin kariyerinin gidişatını belirleyecek en temel parametrelerden birisi Yemen'de İran-destekli Husilerin Sana'yı teslim almaları sonucu artan baskılarına karşı bölgesel ortakları ile birlikte Yemen'e askeri müdahalenin başlatılması oldu.

Uluslararası krizler

Fakat bugünlerde, Muhammed bin Selman'ın gerek Suudi Arabistan içerisinde ve gerekse de uluslararası alandaki siyasi meşruiyeti tartışma konusu haline gelmiş durumda. Bunun en temel nedeni ise, 2 Ekim 2018 tarihinde Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesi ve sonrasında yaşanan gelişmelerdir. Muhammed bin Selman'ın muhaliflerine karşı baskıcı siyasetinin en keskin örneklerinden birisini teşkil eden Kaşıkçı hadisesi, Suudi Arabistan ile Almanya, İngiltere, ABD gibi Batılı müttefiklerinin ilişkilerinde inişli çıkışlı dönemler yaşanmasına sebep oldu. Batılı ülkelerdeki yerleşik siyasi odakların ve kurumların, Kaşıkçı cinayetinden Muhammed bin Selman'ı sorumlu tutması, Yemen'de yaşanan trajedi ile birleşince Suudi Arabistan'a yönelik bir tepkinin ortaya konmasını gerektirdi. Fakat son tahlilde Batılı ülkelerin, Muhammed bin Selman'ı mı Suudi Arabistan'ı mı hedef alması gerektiği konusunda kararsızlıklar yaşadığı ve bu anlamda kısıtlı önlemler ile yetindiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Suudi Arabistan ile uzun dönem siyasi ve stratejik ilişkilerinin bilincinde olan Batılı ülkeler, ülke içi ve uluslararası toplumdan yükselen tepkiler karşısında bir eylem planı hazırlamakta zorluk çektiler.

Nitekim, Kaşıkçı cinayeti ile ilgili gerek toplumdan ve hak örgütlerinden gerekse de yerleşik siyasi odaklardan ciddi oranda tepkilerin yükseldiği ülkelerden en önemlilerinden biri de ABD idi. Kaşıkçı cinayeti ile ilgili Muhammed bin Selman'ın, Trump döneminde bu tepkileri savuşturabildiği ve büyük oranda bu tepkilerden kaçınabildiği belirtilebilir. Burada Trump ile Muhammed bin Selman arasındaki yakın münasebet ve imzalanan siyasi ve askeri anlaşmaların bozguna uğramaması için Kaşıkçı cinayetinin Trump döneminde Suudi Arabistan ile ilişkilerde en temel mesele olarak görülmediği söylenebilir. Fakat Biden yönetiminin, Suudi Arabistan ile ilişkilerinde en temel parametrelerden bir tanesini insan hakları ve hukukun üstünlüğü konuları olarak şekillendirdiğini Biden da yapılan telefon görüşmesinde Suudi Arabistan lideri Kral Selman'a iletmişti. Bu sebepten, Trump döneminde hazırlanmış fakat kamuoyuna açıklanmamış olan Kaşıkçı cinayeti ile ilgili istihbarat değerlendirmesi, Ulusal İstihbarat Direktörlüğü tarafından geçtiğimiz günlerde açıklandı. Değerlendirmede, yapılan incelemeler sonrasında Muhammed bin Selman'ın Kaşıkçı'nın öldürülmesini onayladığına ulaşıldığı belirtildi.

'Cinayete onayı vardı'

İstihbarat değerlendirmesinin bu sonuca nasıl ulaştığına ilişkin yapılan açıklamalarda, Muhammed bin Selman'ın 2015 yılından itibaren Suudi Arabistan devlet kurumları, bürokrasisi ve istihbaratı üzerinde sahip olduğu nüfuza dikkat çekildi ve Muhammed bin Selman'dan habersiz böyle bir operasyonun gerçekleştirilmiş olamayacağı ifade edildi. ABD'nin söz konusu değerlendirmede, Muhammed bin Selman'ın Kaşıkçı cinayetinde onayının olduğu sonucuna varılması, Kaşıkçı cinayeti sonrası yaşanan benzer gelişmelere bakıldığında da rasyonel gözükmektedir. Kaşıkçı cinayetinin ardından Muhammed bin Selman ve yakın ekibinin, Muhammed bin Nayif'in sağ kolu olarak tanınan ve Kanada'da yaşayan eski Suudi Arabistan istihbarat çalışanı Saad el Cabri'ye ve Cemal Kaşıkçı'nın Norveç'te yaşayan arkadaşı İyad el-Bağdadi'yi de suikast timleri ile hedef aldığı iddia edilmiş ve bunlar ile ilgili olarak ilgili ülkelerde hukuki incelemeler başlatılmıştı.

Değerlendirme sonrası ABD'de, Dışişleri ve Hazine Bakanlıkları cinayete karışmış olduğu düşünülen 76 kişi hakkında ABD'ye vize yasağı ve ABD'deki varlıkların dondurulması konularında yaptırımlar uygulamakta gecikmedi. Fakat yaptırım uygulanan kimseler arasında Muhammed bin Selman'ın isminin geçmemesi ve bununla ilgili bir açık kapı bırakılması gerek ABD kurumlarından ve gerekse de uluslararası anlamda tepki yükselmesine sebep oldu. Her ne kadar yetkililer "ABD, Muhammed bin Selman'a yaptırım uygulama hakkını da saklı tutuyor" minvalinde açıklamalarda bulunmuş olsalar da, Biden yönetiminin yaptırımların genişletilmesi ve Muhammed bin Selman'ı içermesi baskısına yönelik nasıl bir eylem planı ortaya koyacağını önümüzdeki günler gösterecek.

Yeni stratejiler

Muhammed bin Selman'ın 2015 yılından itibaren bir siyasi profil olarak hızlı yükselişine 2018 yılındaki Kaşıkçı cinayetinin en büyük darbeyi vurduğu belirtilebilir. Fakat 2021 yılına gelindiğinde, Suudi Arabistan-ABD ilişkilerinde Trump dönemindeki tarihi manevra alanı rahatlığından hesap verilebilirliğin hatırlandığı bir döneme geçildiğinden hareketle, Muhammed bin Selman açısından daha sıkıntılı dönemlerin başlaması kuvvetle muhtemel gözükmektedir. Söz konusu gelişmelerin Suudi Arabistan-ABD ilişkilerini uzun dönemde kalıcı ve ciddi oranda hasarlı bir konuma getirmesi pek muhtemel gözükmemek ile birlikte, Biden döneminde Suudi Arabistan'ın ABD ile kurduğu hiyerarşik ilişkide alan kaybetmemesi ve ABD nezdindeki siyasi konumunu tekrar kazanması için farklı stratejiler denemesi gerekebilecektir. Nitekim bu minvalde, Suudi Arabistan Körfez krizinin çözülüşünde oynadığı rol ile bölgesel bir arabulucu ve kolaylaştırıcı olduğu, içeride ise insan hakları örgütleri tarafından keyfi tutuklandığı belirtilen isimler olan Luceyn el-Hezlul gibi aktivistlerin salıverilmesi ile birlikte insan haklarının da ülkede tekrardan değerlendirilmeye başlandığı imajını vermeye çalışmaktadır. Fakat, Muhammed bin Selman'ın özellikle veliaht prens konumuna yükseldikten sonraki faaliyetleri göz önüne alındığında, uluslararası siyasi meşruiyetinden ziyade tahta giden yolda iç siyasi meşruiyetini güçlendirici faaliyetlerine odaklanmaya başlayacağı tahmin edilebilir.

[email protected]