ABD'nin güvenlik garantileri İsrail istisnacılığını içerir

Prof. Dr. Ramazan Erdağ/Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı
20.09.2025

Doha Zirvesi'nin ortaya koyduğu en önemli sonuçlardan bir tanesi İsrail'in saldırganlığı ve yayılmacılığının artık tüm bölgeyi ve uluslararası güvenliği tehdit ettiğinin beyan edilmesi idi. Bunun yanında ABD'nin güvenlik garantilerinin ve mimarisinin İsrail istisnacılığını içerdiği, dolayısıyla İsrail'in olası saldırıları karşısında ABD mimarisinin güvenlik garantisi sağlamayacağı da ortaya çıktı. Bu zirve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İslam ülkelerinin güvenlik alanında kendine yeter hale gelmesi gerektiği çağrısının ne kadar anlamlı ve aciliyetli bir konu olduğunu da ispat etti.


ABD'nin güvenlik garantileri İsrail istisnacılığını içerir

Prof. Dr. Ramazan Erdağ/Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı

Binyamin Netenyahu yönetimindeki İsrail, 7 Ekim 2023'ten bu yana yürüttüğü işgal, soykırım ve istikrarsızlık politikasına bir yenisini daha ekledi. Filistin topraklarındaki işgalin yanı sıra, Lübnan ve Suriye topraklarında da işgali genişleten İsrail,Yemen ve İran'ı hedef alan saldırılar da gerçekleştirmişti. 9 Eylül 2025 tarihinde ise İsrail'in Hamas'ın müzakere heyetinin bulunduğu Katar'ın başkenti Doha'yı hedef alması Netenyahu'nun gerçek niyetini bir kez daha gözler önüne serdi. Doha'ya gerçekleştirilen saldırılar bir yandan Hamas'ın müzakere heyetini hedef alırken öte yandan müzakerelere ev sahipliği yapan Katar'ı da hedef almaktadır.

İsrail'in Doha saldırılarının ardından uluslararası alanda tepkiler gecikmedi ve peşi sıra açıklamalar yapıldı. Burada dikkat çeken ayrıntı ise ABD'nin saldırılar karşısındaki ikircikli tutumu idi. Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt,İsrail'in saldırılarını kınamak yerine "talihsiz bir olay"şeklinde tanımladı ve saldırıların ABD'nin çıkarlarına hizmet etmeyeceğini söyledi. ABD Başkanı Donald Trump ise İsrail'in, Katar'a yapılan saldırılar öncesinde kendisinin bilgilendirildiği iddialarını yalanlarken İsrail'in Katar'a yeniden saldırmayacağını söyledi. ABD'nin Katar'daki El Udeid Hava Üssü'ndeki askeri varlığı bölgedeki en büyük hava üssüdür. ABD'nin Katar'daki bu denli önemli askeri varlığına ve ayrıca Donald Trump'ın 2025 Mayısındaki Körfez turunun Katar ayağında gerçekleştirilen 1.2 trilyon dolarlık anlaşmalara rağmen Katar'ın İsrail tarafından hedef alınması; ABD'nin oluşturduğu Körfez bölgesel güvenlik mimarisinin İsrail saldırıları karşısındaki zafiyetlerini de ortaya çıkarmış oldu.

Devlet terörü

İsrail'in 9 Eylül 2025'te gerçekleştirdiği Doha saldırılarında Hamas'ın lider kadrosu kurtulurken beşi Hamas mensubu ve bir Katar polisi olmak üzere 6 kişi hayatını kaybetti. Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman el-Sani saldırıları "devlet terörü" olarak nitelerken, karşılık verilmesi gerektiğini vurguladı. Saldırıların ardından toplanan Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi ise bir kınama mesajı yayınladı. İsrail'in hedef alınmadığı mesajda klişe ifadelerle ile gerilimin düşürülmesi istendi. Bölgedeki gerilime ve istikrarsızlığa İsrail'in neden olduğu bütün dünyanın malumu iken BM Güvenlik Konseyi'nin asli sorumluluğu olan uluslararası barış ve güvenliği sağlama görevini görmezden gelerek adresi belli olmayacak şekilde gerilimin düşürülmesini istemesi trajikomik bir durum teşkil etti.

Saldırıların ardından Katar'a destek olmak amacıyla 15 Eylül 2025 tarihinde başkent Doha'da İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Arap Birliği Olağanüstü Ortak Zirvesi düzenlendi. Zirvede konuşan Katar Emiri Temim bin Hamed el-Sani, İsrail'in Gazze işgalinin soykırıma dönüştüğünü, ülkesine yapılan saldırılar karşısında egemenliklerini koruyacaklarını belirterek İsrail saldırganlığı ve yayılmacılığı karşısında daha somut adımlar atılması gerektiğini vurguladı. Katar Emiri Şeyh Temim ayrıca İsrail'in Doha saldırılarında Hamas müzakere heyetini hedef almasını da müzakere sürecini istemeyen ve engelleyen bir adım olarak tanımladı. Katar Emiri İsrail'in saldırılarının sadece Gazze'ye değil tüm Arap dünyasına karşı olduğunu vurgulayarak, İsrail yayılmacılığı ve saldırılarına karşı birlik halinde eyleme geçme çağrısında bulundu.

Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas da benzer şekilde Doha saldırılarını tüm Arap ve İslam dünyasına yapılmış saldırılar olarak tanımladı. Abbas konuşmasında İsrail'in işlediği suçlardan dolayı uluslararası hukuk önünde hesap vermesi gerektiğini ifade ederken uluslararası toplumun İsrail'e karşı pratik tedbirler alınması gerektiğini söyledi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan zirvenin açılış oturumunda yaptığı konuşmada ise İsrail'in bölge açısından durdurulması gereken bir tehdit olduğunu, İsrail saldırganlığı ve yayılmacılığının bölgenin tamamını istikrarsızlığa sürüklediğini ve Türkiye'nin dost ve kardeş Katar'ın her zaman yanında ve desteğinde olduğunu ifade etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan ayrıca İslam dünyasının İsrail saldırganlığını ve yayılmacılığını önleyecek imkana sahip olduğunu, özellikle savunma sanayii ve kalkınma alanında İslam dünyasının kendine yeter hale gelmesinin kritik önemde olduğunu ve Türkiye'nin bu konuda tecrübe ve yeteneklerini paylaşmaya hazır olduğunu vurguladı.

Zirve'nin ardından kabul edilen 25 maddelik bildiride;saldırıların Katar'ın egemenliğini, Hamas ile İsrail arasında yürütülen müzakereleri ve bölgesel istikrarı hedef alan bir eylem olduğu vurgulanırken tüm devletlerin İsrail ile ilişkilerini gözden geçirmesi ve İsrail saldırganlığına karşı daha etkin tedbirler alınması çağrısında bulunuldu. Bildiride ayrıca Katar ve Mısır'ın arabuluculuk çabalarına destek yinelenirken bölgedeki barış ve istikrarın ancak iki devletli çözüm ile mümkün olabileceğine dikkat çekildi.

Doha Zirvesi'nin ortaya koyduğu en önemli sonuçlardan bir tanesi İsrail'in saldırganlığı ve yayılmacılığının artık tüm bölgeyi ve uluslararası güvenliği tehdit ettiğinin beyan edilmesi idi. Bunun yanında ABD'nin güvenlik garantilerinin ve mimarisinin İsrail istisnacılığını içerdiği, dolayısıyla İsrail'in olası saldırıları karşısında ABD mimarisinin güvenlik garantisi sağlamayacağı da ortaya çıktı. Bu zirve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İslam ülkelerinin güvenlik alanında kendine yeter hale gelmesi gerektiği çağrısının ne kadar anlamlı ve aciliyetli bir konu olduğunu da ispat etti. Ayrıca Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın Mısır televizyonu MBC Masr'a verdiği röportajda, Doha Zirvesi'nde basına yansımayan kararların da bulunduğunu ifade etmesi İsrail karşısında kolektif bir tepkimenin oluşması ve pratikte daha sert adımların atılması gerekliliğinin işareti idi.

Öte yandan bölgede kolektif güvenlik mekanizmalarının oluşabilmesi karmaşık ve farklı bileşenleri ihtiva eden bir husustur. Şöyle ki bölge ülkelerinin belirli alanlarda karşı karşıya oldukları rekabet alanları, farklı güvenlik ve askeri bağlantıları ve tarihsel tecrübe kolektif bir güvenlik mekanizmasının oluşmasının zahmetli ve uzun bir süreç olduğunun göstergesidir. Ancak yaşanan her gelişme ve İsrail'in sınır/hukuk tanımaz işgal ve soykırım politikası bu sürecin önündeki zorlukların tekrar gözden geçirilmesini şüphesiz zorunlu kılmaktadır.

İnsanlık Koalisyonu oluşturulmalı

Güncel kriz alanı olarak Gazze'nin işgali ve topyekûn ilhakının önlenebilmesi için ise öncelikle ve acil olarak bir İnsanlık Koalisyonunun oluşturulmasına ihtiyaç vardır. Hem toplumsal hem de devlet düzeyinde İsrail'in saldırganlığı ve soykırımına karşı en yüksek tepkiyi gösteren ve ses çıkaran ülke her zaman Türkiye olmuştur. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın her platformda dile getirdiği İsrail'in sınırlandırılması ve iki devletli çözümün hayata geçirilebilmesi için Türkiye'nin öncülük ettiği girişim genişletilebilir. İspanya ve İtalya gibi ülkelerin de giderek artan dozda İsrail'in saldırganlığına karşı oluşturdukları tepki bu girişimde birleşebilir.

Böylelikle İnsanlık Koalisyonunu oluşturan ülkeler, önce kendi aralarında ardından Filistin yönetimi ile yapacağı bir güvenlik işbirliği anlaşması marifetiyle İsrail yayılmacılığı ve saldırganlığı konusunda bir cephe oluşturabilirler. Böylesi bir inisiyatifin oluşumu önümüzdeki hafta gerçekleştirilecek BM Genel Kurulunda dünyaya duyurulabilir. Bu hem mevcut uluslararası düzenin işlevsizleşmesine ve etkisizliğine cevap hem de İsrail'e karşı atılabilecek adımların olduğuna dair güçlü bir işaret olacaktır. Bir sonraki aşama ise BM Güvenlik Konseyi ya da Genel Kurul'dan bir karar çıkmasını ve İsrail'in buna uymasını beklemek yerine, İsrail'in yeni saldırı ve işgallerini önleyecek ve Filistin topraklarının korunmasını sağlayacak adım çerçevesinde Filistin yönetiminin İnsanlık Koalisyonunu oluşturan ülkelerden güvenlik davetinde/talebinde bulunması olacaktır.

Pratikte böylesi bir mekanizma hayata geçirilebilirse İsrail'in soykırım ve işgalini cesaretlendiren uluslararası toplumun eylemsizlik ve tepkisizlik hali sona erecek, soykırım ve işgal karşısında oluşan insani cephe ve koalisyon güçlenecek ve Gazze halkının soykırım saldırıları ve kıtlıkla topyekûn imha edilmesi önlenmiş olacaktır. Diğer taraftan bu mekanizma iki devletli çözümün sağlanması konusunda da baskılayıcı bir unsuru oluşturacaktır.