ABD’nin Ortadoğu politikasında PKK/PYD faktörü

Dr. Merve Seren - Dr. Murat Aslan / SETA Güvenlik Araştırmaları
10.06.2017

Suriye’de ABD’nin himayesinde bir fırsat yakalayan PKK’nın Türkiye topraklarına geri dönme gayretine girme ihtimali yüksek bir realitedir. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye’de PKK ve organik bağları olan taşeronlarına herhangi bir yöntemle müdahalesi yadsınamaz. 


ABD’nin Ortadoğu politikasında PKK/PYD faktörü

Suriye tiyatrosunda 2012 yılından bu yana sahnelenen oyun, her geçen gün biraz daha karmaşık bir hal alıyor. ABD’nin, terör örgütü PKK’nın Suriye yapılanması olan PYD ve bazı Arap aşiretlerle birlikte başlattığı Rakka operasyonu da Suriye iç savaşının yeni bir evresi olarak karşımıza çıktı. Ancak ABD’nin PYD merkezli girişiminin kodları, hem tarihi bir sürece dayanıyor hem de geleceğe dönük bir perspektifi yansıtıyor. Tabii ki böyle bir girişimin ‘lansman’ getirisi ile uzun dönemli maliyetinin neleri içerebileceğinin iyi telakki edilmesi gerekiyor. Bu süreçte Suriye’ye istikrar gelme olasılığı daha da ötelenecektir.

DEAŞ’ın imhası tali hedef

2003 yılında ABD’nin Irak müdahalesi öncesinde, Türkiye’nin 1 Mart teskeresinde demokratik ‘hayır’ hakkını kullanması bir dönüm noktası olmuştu. ABD, Irak’ın kuzeyinde birliktelik kurduğu Kürtleri, kendi halkına ve Avrupa’ya Batı değerlerine sahip bir toplum olarak sunmuş, güvenilir müttefik olarak algılamıştı. Ancak Irak’ın kuzeyinde Kürtleri tek toplum olarak algılayan ABD, PKK ile Barzani’nin bu bölgede hakimiyet kurma mücadelesine karışmamış ve PKK’nın Irak kolu PÇDK dahil olmak üzere, tüm Kürt hareketlerine karşı eşit mesafede kalmayı tercih etmişti. Kaldı ki böyle bir politika, ABD açısından doğru bir hamleydi. Çünkü ABD, PKK ve ‘maiyeti’ olan bölgesel örgütleri Ortadoğu’nun en etkin ülkeleri olan Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de ‘kullanma’ imkânı elde etmişti. Bir nevi kendini rahatsız etmeyecek ödünler karşılığında bir maşaya sahip olmuştu. Ancak Ortadoğu ateşinde, PKK maşasının ‘tahta’ dokusunun da alev alabileceğini, kendi kolunun da bu acıyı hissedebileceğini halen hesaba katmamaktadır.

ABD’nin amacı her ne kadar ‘DEAŞ’ın imhası’ olarak görünse de bu tür bir sonuca ulaşmak ABD’nin ancak tali hedefi olabilir. Aslında DEAŞ’ın küresel yayılması dikkate alındığında DEAŞ ile mücadele, Suriye veya Irak’la sınırlandırılabilecek ölçüde dar bir hadise değildir. Bu nedenle, ABD’nin Suriye’deki çabalarının ana hedeflerini birkaç kategoriye ayırmak gerekir: İlk olarak ABD, İsrail’in güvenliği ile yakından ilgili olup; DEAŞ gibi radikal bir terör örgütünün Suriye’de, İsrail’in yanı başında hayat bulmasını istememektedir.

ABD’nin ikinci asli hedefi, geçmişte beş ülke (Mısır, Türkiye, Ürdün, İsrail ve devrim öncesi İran) üzerine kurguladığı Ortadoğu güvenliğini, kendi penceresinden ‘güya’ halk desteğini kazanmış ve kullanıma hazır silahlı terör örgütü aracılığıyla sağlamak istemesidir. Enerji kaynaklarının ve nakil hatlarının olduğu bölgelerin güvenliği ve istikrarın sağlanmasıyla da yakın alakası olan bu düşünce dâhilinde, Irak’ta uygulamaya konulan senaryoda olduğu gibi, yeni devlet oluşumlarının teşviki mümkün hale gelmiştir. Bu sayede oluşturulacak bir dizi maşalar sayesinde ABD, Ortadoğu’da Rusya gibi rakip aktörlere karşı üstün duruma geçebilecektir. Ancak bu hesabın ne kadar rasyonel yahut tutarlı olduğu tartışmalıdır. ABD’nin bir diğer hedefi ise, radikalizme kucak açan ya da kaynaklık eden Ortadoğu rejimlerinin bir şekilde ‘halli’dir. Batı toplumlarında İslamofobiyle zirve      yap(tırıl)mış asılsız kaygılarla ABD, kendi penceresinden algıladığı bir ‘İslâm’ anlayışını Ortadoğu’ya entegre etmeye çalışmaktadır. Bu çerçevede, bir taraftan sol çizgide olan Barzani, Talabani ve Goran Hareketi gibi Kürt gruplarını Irak’ın kuzeyinde, kendi eseri olan Irak Anayasası’yla mümtaz bir konuma oturturken; Marksist-Leninist anlayışı benimseyen PKK ve maiyetine Suriye sahnesinde rol vermiştir. Böylece ABD, Ortadoğu’da İslâm ile zıt ve bağdaştırılamayacak ideolojik bir dönüşümün tohumlarını atabileceğinin hesaplarını yapmaktadır. Nitekim ABD ve Avrupa’da, AK Parti’nin iktidar olması sonrası hâkim olan ‘Türkiye’nin İslâmi bir kimliğe döndüğü algısı’ ve Ortadoğu halkları nezdinde ‘Erdoğan’lı Türkiye’ sempatisi dikkate alındığında; ABD’nin tercihlerinin nedenleri daha kolay               anlaşılabilir. 

ABD’nin DEAŞ ile mücadele iddiasıyla perdelemeye çalıştığı mevzubahis amaçlarına karşı cevap aranması gereken soru, ‘PKK ve türevi olan örgütlerin, ABD’nin bu beklentilerini karşılama kapasitesinin olup olmadığı’dır. Diğer bir ifadeyle PKK ve maiyeti, başarılı bir Rakka ve müteakip operasyonlar sonrası ABD ve diğer Avrupa ülkelerinin amacına ne kadar hizmet edebilir? Bu sorunsalın cevabı, ABD’nin Suriye’de üzerinde yürüdüğü ipin gerginliğini de tayin etmektedir. Ancak PKK ve maiyetinin başarısı yahut başarısızlığı, ABD’nin yeni bir canavar yaratmış olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.

Herhangi bir oluşumun Ortadoğu’da kabul görmesi bazı önkoşullara tabidir. Öncelikle söz konusu oluşumun halklar tarafından benimsenmesi gerekir. Ancak Ortadoğu’da PKK’yı kucaklayacak herhangi bir topluluk bulunmamaktadır. Zengin dinî, mezhepsel ve etnik bir çeşitlilik barındıran Suriye’de PKK ve maiyetinin, aslında Marksist-Leninist çizgide olamayacağı da dikkate alındığında, bu örgütün ‘Marksist-Leninist ideolojide ve Kürt milliyetçiliği’ iddiasında olması bir tenakuz ve zafiyet oluşturmaktadır. Irkçılık boyutuna varmış böyle bir milliyetçiliğin, bir toprak parçası olmadan hiçbir anlamı yoktur. Dolayısıyla PKK ve organik uzantılarının Suriye’de farklı kimlikleri yerinden etmesi girişimi tüm çıplaklığıyla yaşanmış ve yakın gelecekte de muhtemel ağır sonuçlarıyla birlikte yaşanmaya devam edecektir. Ortadoğu toplumlarını rahatsız edecek böyle bir toprak ‘gaspı’, Suriye’de iç dinamiklerin birbirleriyle mücadelesini gündeme taşıyacaktır. Ayrıca PKK’dan zarar gören bölge halkının ABD önderliğindeki Koalisyona ve PKK’ya karşı, DEAŞ örneğinde olduğu gibi radikal tarzda örgütlenmesi, yeni terör örgütlerini doğurabilecek, düşük maliyetli asimetrik harbin farklı versiyonları sadece Suriye’de değil; Ortadoğu, ABD ve Avrupa’da da kendini gösterebilecektir.

Partner terör örgütü

PKK ve maiyetinin yarattığı en önemli risklerden birisi de Irak’ın kuzeyi ile ilgilidir. Barzani’nin, Kürt Bölgesel Yönetimi liderliği altında, 2013 yılından itibaren Erbil’de toplamak istediği Kürt Konferansı, PKK’nın başat rolü oynamak istemesi nedeniyle gerçekleşememiştir. PKK, Sincar’da görüldüğü gibi, Irak’ta da bir toprak parçasına hükmetmek ve Barzani gibi kendisi için sıkıntı çıkarabilecek bölgesel aktörleri saf dışı bırakmak istemektedir. Bu durum Irak’ın kuzeyinin parçalanması anlamına gelmektedir ki, bu durumda halen siyasal çekişmelerin hat safhada olduğu Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nde büyük çatlaklar oluşabilecektir. Neticede PKK’nın da içinde yer aldığı çatışmalar ihtimal dâhilindedir. Aynı durum, İran’ın Irak sınırında bulunan Kürt nüfusun yaşadığı bölge için de geçerlidir. Dolayısıyla Suriye’de ABD’nin desteklediği PYD’nin yakın ve orta vadede mutlaka Irak’ın kuzeyinin istikrarına olumsuz etkisi olacaktır.

Diğer bir husus ise ABD’nin bir terör örgütünü ‘ortak-partner’ olarak nitelendirmesinin, uluslararası ilişkilerde geri dönüşü olamayan bir zemin kaymasına neden olmasıdır. Özellikle etik sorunu olmayan aktör devletler, PYD örneğini emsal göstererek bir terör örgütünü kendi çıkarları doğrultusunda farklı isimlerle alana sürebilecek ve meşrulaştırabilecektir. Dolayısıyla devletler ve uluslararası örgütler arasında zaten yapılamamış bir ‘terör’ tanımının belirsizliği altında, birçok terör örgütü meşru bir aktör olarak uluslararası düzene meydan okuyabilecek ve devletler birbirlerine karşı terör örgütlerini kullanabilecektir. Sonuçta ABD’nin, PKK ve maiyeti ile tesis ettiği ilişkiyle, aslında gelecekte Avrupa ve Amerika’nın güvenliğine yönelik büyük bir darbe indirilmiştir.

Son olarak PKK ve maiyetinin, ABD’nin Türkiye’ye verdiği sözler kapsamında, Rakka operasyonun sona ermesiyle kendilerine ‘tahsis’ edilen bölgede uslu durmaları mümkün görünmemektedir. PKK ve maiyeti, DEAŞ gibi radikal olan ‘bölücü’ duruşunu tüm çıplaklığıyla yeniden sergilemeye başlayacaktır. Bu nedenle ABD ve Koalisyon ülkelerinin Türkiye’ye verdikleri sözleri tutması uzak bir ihtimaldir. Türkiye ise, halkına ve topraklarına tehdit teşkil eden bir oluşumun Suriye’de varlığına müsaade edemez… Etmeyecektir de!... Suriye’de olduğu gibi, hendekler kazarak Türkiye’de de çatışma ortamı yaratmak istemiş olan PKK’nın aldığı yenilgi ve siyasi uzantısı olan HDP’nin tecrübe ettiği oy kaybı sonrası, Suriye’de ABD’nin himayesinde bir fırsat yakalayan PKK’nın Türkiye topraklarına geri dönme gayretine girme ihtimali kaçınılmaz bir realitedir. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye’de PKK ve organik bağları olan taşeronlarına herhangi bir yöntemle müdahalesi yadsınamaz.

Öte yandan ABD’nin böyle bir terör örgütünü bir maşa olarak kullanması, NATO ittifakı dâhil olmak üzere; devletler arasında aslında olmayan dostlukların, stratejik ortaklıkların gerçek yüzünü ortaya çıkarmış ve devletlerin ‘ancak kendi reel güçleri ölçüsünde etkili olabileceğini’ bir kez daha teyit etmiştir. ABD’nin PKK/PYD bağlantısı, onu teröre destek veren bir konumuna indirirken; Türk halkı için Süleymaniye sonrası ABD’ye karşı başlayan güven kaybı zirve noktasına ulaşmıştır.

mseren @setav.org