ABD’nin YPG’ye kalkan olma ısrarı

Ömer Behram Özdemir/ Sakarya Üniversitesi Araştırma Gör.
13.01.2019

Geçtiğimiz ay Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ABD Başkanı Trump arasında gerçekleşen ve ABD’nin Suriye’den askeri birliklerini çekmesi kararının bizzat Trump tarafından dile getirildiği telefon görüşmesinin ardından uluslararası kamuoyu, Trump’ın ani kararının şokunu yaşarken bir yandan da yeni sürecin neler doğuracağını görmek adına Türk ve Amerikan yetkililerin açıklamalarına odaklandı. Amerikan yetkililerinden gelen bazı açıklamalar ise Türkiye nezdinde tepki çekerken sürecin sıhhatine dair soru işaretleri uyandırdı.


ABD’nin YPG’ye kalkan olma ısrarı

 ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Türkiye’nin “Kürtleri” katletmesinin önüne geçilmesi gerektiğine dair açıklaması ve Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton’un ABD’nin bölgedeki “Kürt” müttefiklerine –YPG- saldırılmaması yönünde Türkiye’yi ikna için gerçekleştirdiği ziyaret başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere Türkiye devletinin ileri gelen isimlerinden tepki gördü. Tepkilerin ortak noktası ise Amerikan siyasilerinin YPG ile “Kürtleri” eşitleyerek Türkiye’nin terör örgütü YPG’ye karşı mücadelesini bir Kürt karşıtı savaş hatta olası Kürt katliamı olarak lanse etmeleri olmuştur. Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’nin Kürtleri hedef aldığı iddiasını “iftira” olarak nitelendirirken Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve Savunma Bakanı Hulusi Akar Türkiye’nin mücadelesinin “Kürtlere” karşı olmadığını ve bu iddiaların akıl dışı olduğunu savunmuştur. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ise Türkiye’nin Suriye’de Kürtlerin de hakkını savunduğunu ve Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yapmayı planladığı harekatın ABD’nin bölgeden çekilmesine bağlı olmadığını dile getirdi. Trump’ın aldığı çekilme kararı ve bu karara içeriden gelen direnç sürece dair bazı soruların daha yüksek sesle dillendirilmesine yol açmıştır. ABD’nin Trump’ın beyanına uygun şekilde Suriye’den çekilmesi halinde Ankara Fırat’ın doğusunda ne gibi zorluklar veya fırsatlarla karşılaşabilir? ABD tarafından dile getirilen Kürtler=YPG denklemi doğru bir denklem midir? Türkiye’nin savaşı “Kürtlere” karşı mıdır?

Kürtlere karşı rejim aparatı

Suriye’de 2011’de patlak veren halk ayaklanmasında sokak gösterilerinin başladığı şehir olarak akla ilk etapta Dera gelse de Suriye’nin kuzeyinde bulunan Kamışlı ve Amude gibi Kürt nüfus yoğunluklu kasabalarda da rejim karşıtı yüksek katılımlı gösteriler gerçekleşmiştir. Bu bölgelerdeki rejim karşıtı Kürt grupları bastırmak için Esed rejimi YPG’yi kullanmıştır. Kuzey Suriye’de 2011-2013 arasında çok sayıda Kürt muhalifin tutuklanması, sürülmesi ve işkence görmesi sürecinde rejimin payandalığını yapan YPG’nin bu tavrı sokakta kendisine tepki olarak dönmüş ve rejim karşıtı protestolarda YPG de hedefe konulmuştur. Lakin rejimin hem Kürt rejim karşıtlarını sindirmek hem de Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanmak adına kuzey Suriye sınır hattında YPG’ye bilinçli olarak alan bırakması sonucu bu bölgelerde YPG Kürt muhalif sesleri susturmuştur.  YPG’nin bu baskıları sadece Kürt muhaliflere karşı olmamış aynı zamanda Arap ve Türkmenler de YPG’nin baskıcı politikalarına maruz kalmıştır. Uluslararası Af Örgütü 2015 yılında yayınladığı “Forced displacement and demolitions in northern Syria” başlıklı raporunda YPG’nin pek çok Arap ve Türkmeni köylerinden sürerek hakim olduğu bölgelerdeki demografik yapıyla oynadığını öne sürmüştür.

YPG tüm bu baskı siyasetini sürdürürken de rejimden destek almaya devam etmiştir. Her ne kadar kendi kontrol alanlarında “hakim güç” imajı çizmeye çalışsalar da yıllarca Afrin, Ayn el-Arab, Kamışlı, Amude gibi YPG kontrolündeki bölgelerde belediyeler başta olmak üzere hizmet veren kurumlardaki memurların maaşları Suriye rejimi tarafından ödenmeye devam etmiştir. Hatta kimi zaman rejime bağlı milisler ile YPG arasında çatışmaların patlak verdiği Kamışlı’da bile sınır kapısı, hükümet binası gibi sembolik bölgeler rejimin kontrolünde kalmış ve YPG’nin kontrolündeki kasabada rejim bayrakları ve Hafız Esed heykelleri varlığını sürdürmüştür. YPG’nin Halep’teki Şeyh Maksud mahallesini neredeyse ciddi bir çatışma yapmadan rejim güçlerine devretmesi, rejime bağlı milislerin YPG’ye yardım amacıyla Afrin’e hareketlenmesi ve rejim medyasında YPG’ye karşı kullanılan dilin genel olarak muhaliflere karşı kullanılan ile zıt olması iki tarafın birbirlerine yaklaşımlarını göstermesi açısından önemli verilerdir. YPG, rejimin açtığı alan vasıtasıyla daha önce hayal bile edemeyeceği bir etkinlik alanına kavuşmuştur. Rejim ise YPG eliyle kuzey Suriye’de kendisine muhalif olabilecek Arap, Türkmen ve Kürt nüfusun direncini kırarken bir yandan da Türkiye’ye ve Türkiye’nin desteklediği muhaliflere karşı kuzeyde kullanışlı bir aparata sahip olmuştur.

Yukarıda bahsedildiği gibi YPG kendi kontrolündeki bölgelerde kendisine ve Esed rejimine muhalif Kürtlere uyguladığı zulümler ile bu muhalif unsurların önemli kısmını tasfiye ederken geride kalan kitlenin de sesini kısmıştır. Buna karşın halen daha Suriyeli muhalifler içerisinde Kürtlerin varlığı bulunmaktadır. Ki söz konusu muhalif unsurlar sadece siyasi figürler değil aynı zamanda silahlı muhalifleri de kapsamaktadır. Fırat Kalkanı ve Zeytindalı Harekatları gösterdi ki Türkiye Suriye’deki askeri operasyonlarda sadece TSK’nın varlığını değil TSK’nın yanında ÖSO güçlerinin varlığını tercih etmekte. Türkiye’nin ulusal güvenliğiyle Suriyelilerin kendi topraklarını terör örgütlerinden geri alma hedeflerinin örtüştüğü bu harekatlarda “yerel” unsurların kullanılması hem askeri açıdan hem de harekatlar sonrası ele geçirilen bölgelerde düzenin yeniden inşası açısından işlevsel bir tercih olmuştur. Zeytindalı Harekatı’nın son günlerinde Türk yetkililerin de katkılarıyla  Afrinlilerden oluşan ve içlerinde çok sayıda Kürt muhalifin bulunduğu Afrin Kurtuluş Kongresi Gaziantep’te toplanmıştır. Harekat sonrası Afrin’in geleceğine dair Afrinlilerin ve Türkiye’nin ortak yol haritasına dair öneriler içeren toplantı Ankara’nın yerel unsurlarla işbirliğine verdiği önemi göstermesi açısından önemlidir. Kürt siyasi muhaliflerden Suriye Kürt Gelecek Hareketi Başkanı Siamend Hajo YPG’nin Suriye’deki baskıcı ve muhaliflere tahammülsüz çizgisini Baas rejimine benzetirken silahlı muhalifler de Baas rejimine karşı geldikleri gibi YPG’ye karşı mücadele etmektedirler.

Suriye silahlı muhalefeti içerisinde yer alan Kürtlerin bazıları sadece Kürt muhaliflerden oluşan küçük çaplı gruplarda yer alırken bazıları ise etnik olarak Arap-Türkmen-Kürt karışık olan daha büyük çaplı gruplarda bulunmaktadırlar. Araştırmacı Ömer Özkizilcik’e göre Türkiye ile birlikte Suriye’de teröre karşı harekatlarda aynı çizgide bulunan Kürt gruplar Şehid Meşal Temmo Tugayı, Kürt Kurtuluş Hareketi, Suvvar el-Kurd, Liva Selahaddin ve Ecnad el-Haseke gibi küçük ama Suriyeli Kürtlerden oluşan gruplardır. Yine Özkizilcik’in geçtiğimiz günlerde yayınladığı çalışmasında görüldüğü üzere çok sayıda muhalif grup içerisinde Kürt unsurlar bulunmaktadır. Feylak’uş Şam, Hamza Tümeni, Muntasır Billah Tugayı, Cephe Şamiye gibi TSK’nın birlikte Suriye’deki harekatlara katkı sağlayan pek çok ÖSO çizgisindeki grupta Kürtler yer almaktadır. Keza en önemli muhalif gruplardan olan Ahrar’uş Şam içerisinde de Kürtlerden oluşan ayrı bir birlik bulunmaktadır. Tüm bu bahsedilenlerin ışığında Suriye Kürtlerini YPG ile eşitlemenin ne derece içi boş ve haksız bir itham olduğu ortaya çıkmaktadır.

Tehditler/fırsatlar

Yoğun gündem içerisinde her gün ABD’den gelen farklı açıklamalara bakıldığında ABD’nin Suriye’den ne zaman, nasıl ve ne ölçüde çekileceğine dair çokça senaryo belirmiş olsa da netleşen bir yol haritası henüz yok. Buna karşın Suriye’deki mevcut askeri/siyasi vaziyet ve ABD’nin yakın zamana kadar izlediği Suriye politikası üzerinden olası tehditler ve fırsatlara dair öngörülerde bulunulabilinir. Amerikan yetkililerinin YPG’ye kalkan olma yönündeki açıklamaları ve dikkatle seçilen “Kürt” vurgusu Türkiye’nin bölgeye gerçekleştireceği olası operasyonun bir “Türk-Kürt savaşı” olarak lanse edilmesi tehdidini güçlü bir ihtimal olarak önümüze koyuyor. Türkiye’nin teröre karşı meşru müdahalesini bir “etnik çatışma” parantezine alanlar buradan “etnik temizlik/demografi mühendisliği” gibi mesnetsiz suçlamalara varabilir. Bu ihtimale karşı Türkiye’nin Suriye’de hangi amaçla harekat düzenlediği ve bu harekatlarda etnik kimlik ayrımı olmadan tüm Suriyelilerin faydasının gözetildiği şimdiye kadar anlatıldığı gibi bundan sonra da en üst düzey yetkililerce dile getirilmelidir. Zira meşru harekata bir Kürt karşıtı savaş etiketinin yapışması Türkiye’nin sadece Irak ve Suriye siyasetlerine değil iç huzuruna da sıkıntı verecek potansiyeldedir.

Karşılaşılabilecek bir diğer tehdit ise ABD’nin olası askeri çekilişi esnasında Türkiye ile yeterli koordinasyonda bulunmamasıdır. Böyle bir durumda başta Menbic olmak üzere Rusya ve İran destekli rejim güçlerinin Türkiye’nin hedefindeki kimi bölgelere hakim olma ihtimali ortaya çıkabilir. Suriye rejiminin onlarca yıllık PKK politikasına, 2011 sonrasındaki YPG politikasına ve rejim ordusunun neredeyse çetelerden oluşmuş derme çatma bir oluşum hissi veren yapısına bakıldığında bu senaryo Ankara için oldukça ciddi bir tehdittir. Zira Esed rejiminin YPG ile savaşmaya ne arzusu ne de ciddi bir kapasitesi bulunmaktadır. Bu yüzden Türkiye Menbic ve Fırat’ın doğusundaki sınır bölgelerine rejimin geri dönmesini YPG’den kurtuluş olarak değil orta vadede tekrar YPG tehdidinin ortaya çıkması olarak görecektir.

Ankara’nın iradesi

Fırsatlara bakıldığında ise şayet ABD Türkiye ile yüksek koordinasyon sağlayarak bölgenin en azından bir kısmından çekilirse Türkiye Afrin’den Tel Abyad’a kadar kesintisiz bir hattı terörden arındırmış ve kendi kontrolüne almış olacaktır. Sınır hattına yapılan asker ve araç sevkiyatına bakıldığında yakın tarihin gördüğü en kapsamlı TSK sınır ötesi harekatıyla karşılaşılabilir. Şayet olası harekat yapılan sevkiyat ile doğru orantılı gerçekleşirse Cizre üzerinden Irak-Suriye sınırını kuzeyden güneye kesen bir cepheye de şahit olabiliriz. Tüm bu senaryolar sonucunda Afrin-Tel Abyad hattına ek olarak YPG ile PKK bağlantısını da Suriye-Irak sınır bölgesindeki varlığıyla TSK kesebilir. Suriye’nin geleceğinde masadaki en önemli aktörlerden biri olan Türkiye, masaya Suriye’nin ekilebilir arazileri ve su kaynaklarının önemli kısımlarının bulunduğu geniş saha hakimiyeti ile oturabilirse hem kendisi hem de Arap-Kürt-Türkmen tüm Suriyeli muhalifler için kabul edilebilir bir anlaşmaya ulaşabilir. Tüm bu gelecek senaryolarının gerçekleşmesi hususunda en belirleyici etkenler ise ABD’nin tavrı ve Ankara’nın iradesini sahaya yansıtmadaki zamanlaması olacaktır. Zira Fırat Kalkanı ve Zeytindalı harekatları gösterdi ki Suriye’de güçlü bir aktör olmak için sahada olmak gerekmekte. Lakin hamlelerde yaşanacak en ufak hantallık başka bir aktöre hamle sırasının gelmesine ve uzun vadede tüm senaryoların yeniden yazılmasına yol açabilir.

@omer_behram