ABD-Türkiye ilişkileri ve ordulararası kanal

Dr. Ömer Aslan / Polis Akademisi Başkanlığı
31.12.2016

TSK’nın içinden çıkmış bazı ‘asker’ uzmanlar, 15 Temmuz sonrası gündeme gelen ABD askeri eğitimini savunmak adına, kendi tecrübelerini öne sürerek “Türkiye’nin NATO subaylarını tasfiye ettiği” iddiasını destekledi. ABD askeri eğitimlerinde kendilerine darbe yapmanın öğretilmediğini söylediler. Ancak bu proje uzmanları, hem 12 Mart Muhtırası hem de 12 Eylül darbesi sonrası ABD’li komutanlarının, eğitim verdikleri Türk subaylarına kutlama mesajı gönderdiklerini bilmezler.


ABD-Türkiye ilişkileri  ve ordulararası kanal

“Belki çoğunuz henüz duymadınız veya farkında değilsiniz ama şu an Türkiye’de bir darbe girişimi var. Ben de birkaç saattir darbeci subaylar arasında yer alan, Türk ordusuna mensup, benim de yakından tanıdığım, ülkemizde eğitim almış bir subayla irtibat halindeyim. Darbe başarılı olur mu olmaz mı bilinmez ancak darbeye kalkışan subaylar ‘NATO’ya karşı sorumluklarımızın farkındayız, BM’ye karşı sorumluluklarımızın farkındayız ve laik bir ulus olarak görülmek istiyoruz’ diyorlar.”

15 Temmuz günü sarf edilen bu sözler 2012-2014 yılları arasında ABD Ordu İstihbarat Başkanlığı görevinde bulunmuş (yeni yönetimde Donald Trump’ın Milli Güvenlik Danışmanı) General Michael Flynn’e ait. Bu cümleden 15 Temmuz darbe girişiminin farklı boyutlarına dair çok şey çıkarılabilir ancak ben bu yazıda Amerikan Ordu İstihbarat Başkanlığı yapmış bir generalin, başka bir ülkede darbeye kalkışmış bir subayı nasıl tanıdığı, nasıl destek beyanında bulunduğu ve bunun nasıl bir güç mekanizması olduğu üzerinde durmak istiyorum. Ayrıca, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası NATO’nun üst düzey komutanları ve ABD’li üst düzey generallerin ‘endişeliyiz’ açıklamalarını ve FETÖ’ye mensup NATO’ya entegre subaylar ile askeri ataşeler meselesini nasıl değerlendirmek gerektiğini tartışmak istiyorum.

Ordularla çalışma tercihi

Türk ordusunda NATO üyesi olmadan önce, 1940’lı yıllarda başlayan ABD eksenli dönüşümün mahiyeti ve boyutu iyi anlaşılmıyor. Askeri doktrin, organizasyon, taktik ve her türlü askeri malzemenin (silahtan basit mataraya ve çoraba kadar) tedariki anlamında hem donanmada hem de kara ve hava kuvvetlerinde İtalyan, Alman ve İngiliz ağırlığından ABD’ye doğru gidişin ne kadar muazzam olduğu ve orduyu nasıl dönüştürdüğü hakkında pek fikrimiz yok. Bu dönüşümün en önemli sacayaklarından birisi de Amerikan subaylarının yabancı ülkelerde o ülkelerin subaylarına verdiği eğitimlere ek olarak, dünyanın dört bir tarafından getirdiği yabancı ülke subaylarına verdiği eğitimlerdir. Askeri eğitimler Soğuk Savaş döneminde Sovyetler ve ABD arasındaki güç mücadelesinde en kritik silahlardan birisi olarak görüldü. Örneğin, ABD, Afganistan’daki Sovyet etkisini kırmak için Afgan subaylarını eğitmeye müthiş önem verdi. Bunu kendisi etkin şekilde yapamadığı için de 1950’li yıllarda Türk subaylarını teşvik etti. Askeri eğitimlere ve ordu kanalını kullanmaya verilen önemin altında 1950’ler ABD Savunma Bakanlığı’na hâkim şu görüşün yattığı iddia edilir: “Bir ulusun subaylarını eğitip, ordusunu silahlandırdığında, o ulus artık ABD’ye aittir”.

Ve ABD, askeri eğitimlerle, tabii ki diplomatlarıyla, ABD Askeri Yardım Heyetleri ve askeri ataşeleriyle yakından tanıdığı ve ilişki kurduğu ordularla özel bir ikili kanal oluşturmaya çalıştı. Tayland, Pakistan, Türkiye ve Brezilya gibi ülkelerde zaman zaman sol siyasi akımlara kapılan siyasetçilerle uğraşmak yerine, ordu kanalının sağladığı çok sayıda avantaj vardı: ABD’li sivil ve asker politika yapıcılara göre ordular daha muhafazakâr, yani daha anti-komünistti. Siyasetçilerin sola kayabildiği bu ülkelerde ordular adeta birer güvenlik sibobuydu. Ayrıca, askerler arasındaki iletişimin daha samimi, daha dürüst olduğu ve bunun ikili iletişimi kolaylaştırdığı düşünülüyordu. Ayrıca, ABD, siyaseten güçlü olan ordularla karşılıklı bir kanal geliştirdiğinde istediğini elde etmenin daha kolay olacağını düşündü ve gördü. Siyasetçileri ikna etmek yerine, ordular emir vermeye ve emirlerine uyulmasına alışık olduğundan bu kanal büyük kolaylık sağladı. Tam da bu nedenle, Soğuk Savaş sonrasında bile, Irak’ın işgali arifesinde ABD Savunma Bakanı Paul Wolfowitz bir şekilde Türk siyasetçilerden istediğini bulamadığında, TSK’ya gitmiş, bu defa onlardan da aradığını bulamaması üzerine “Türk ordusunun kendisini hayal kırıklığına uğrattığını” söylemişti. Ayrıca yukarıda zikredilen ülkelerde sık sık ordu, yönetimi devraldığı için bu orduların içine girmek, onları yakından tanımak çok önemli görüldü.

Askeri ataşeliğin Türkiye’de olduğu gibi bir ödül veya avanta olarak değil, farklı ülkelerde uzun yıllar çalışmak üzere çok önemli bir görev olarak verildiği ve mümkün mertebe özel olarak seçildiği Sovyetler Birliği ve ABD gibi ülkelerde bu müesseseler çok önemlidir. Bir askeri ataşenin görevi, atandığı ülkenin ordusunu (silahları, temel ideolojik eğilimleri tanımak, tatbikatlarını izlemek, ordu içi dedikodulara hakim olmak) tanımak, yakından takip etmektir. Öyle ki yıllar önce Türkiye’de önce askeri öğrenci, daha sonra askeri ataşe olarak bulunmuş bir Amerikan subayı, emekliliğinden sonra bile halen Türkiye’deki askeri kontaklarını sıcak tutmaya devam edebilmektedir. Her ne kadar başarısız örnekleri çokça olsa da, Soğuk Savaş tarihi, Bolivya’da, Brezilya’da, Portekiz’de ve Suriye’de olacak darbeleri planlayan, darbeciler arası iletişimin kesildiği anda radyosunu ödünç vererek darbeyi destekleyen, planlamasa da darbe haberini önceden alan veya sol eğilimli darbeye karşı bu ülkelerin ordularını yönlendiren Amerikan askeri ataşeleriyle doludur. Sıtkı Ulay’ın 27 Mayıs anılarında bahsettiği, kendisine bir kokteyl sırasında “Bir şeyler olacağını biliyorum ama ne zaman olacağını bilmiyorum” dediğini söylediği kişi bir Amerikan askeri ataşesidir.

Bu müessesenin darbelerle ilişkisine ve FETÖ örgütünün neden bu müesseseye de el atmış olacağına dair şunlar söylenebilir. Belli ki bu örgüt askeri ataşeliğin ve NATO temsil mevkilerinin öneminin oldukça farkındaydı. 27 Mayıs darbesi öncesinde cuntanın darbenin dış boyutunu idare etmek üzere Sadi Koçaş’ı Londra’ya askeri ataşe olarak, Dündar Seyhan’ı da Vaşington’a NATO Askeri Temsilcisi olarak gönderdiğini hatırlayabiliriz. Koçaş ve Seyhan darbe başarılı olur olmaz Batı’daki gerekli mercilere Batı-karşıtı olmadıklarını bildirmek için bu başkentlerde olacaktı. 27 Mayıs darbesinden hemen sonra Almanya Büyükelçiliğimizde yetki ve kontrol de facto olarak darbe yanlısı askeri ataşeye geçmişti. Bu bakımdan siyasal manipülasyonlar ve darbe operasyonları için medyadan emniyete sivil toplumdan üniversitelere kadar her yeri tutmayı amaçlamış FETÖ’nün bu tür kritik askeri mevkileri de ele geçirmeyi istemiş olması hiç şaşırtıcı değildir.

ABD askeri eğitimleri

ABD 2. Dünya Savaşı’ndan çok daha önce yabancı ülke askerlerini eğitmeye başlamıştı. 1950 yılından bu yana 500 bin yabancı ülke subayının ABD’de eğitimden geçtiği hatırlanırsa bu devlet programının büyüklüğü daha iyi anlaşılabilir. ABD’de eğitim gören bu subaylar arasından yüzlercesi ilerleyen dönemde genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanı oldu.

Son süreçte ise TSK’nın içinden çıkmış bazı ‘asker’ uzmanlar, 15 Temmuz sonrası gündeme gelen ABD askeri eğitimini savunmak adına, kendi tecrübelerini öne sürerek “Türkiye’nin NATO subaylarını tasfiye ettiği” iddiasını destekledi. ABD askeri eğitimlerinde kendilerine darbe yapmanın öğretilmediğini veya darbe imasında bulunulmadığını söylediler. Ancak bu proje uzmanları, hem 12 Mart Muhtırası hem de 12 Eylül darbesi sonrası ABD’li komutanlarının ABD’de eğitim gören (daha sonra general rütbesine erişen) Türk subaylarına kutlama mesajları verdiklerini bilmezler. ABD, Soğuk Savaş döneminde Türk subaylarına doğrudan “Darbe yapın” demedi (darbe olursa bunu anlarız dediği oldu) ama ne bu eğitimlerde demokratik sivil-asker ilişkilerini öğretti ne de darbe yaptıklarında herhangi bir kınamada bulundu. ABD açısından bu askeri eğitimlerin amacı yabancı ülke askerlerine demokratik değerler kazandırmak değil, ordularında önleri açık ve açılabilecek subayları tanımak, onlarla yakın ilişkiler kurmak ve böylece ordu kanalını beslemekti. İşte General Flynn’in kendisinin de söylediği gibi, Amerikan Ordu İstihbarat Başkanı bir 15 Temmuz darbecisini bu eğitimler vasıtasıyla tanımıştı. 3 Temmuz Mısır darbesinde de darbeden sonra General Sisi’nin de ABD’de eğitim alan Mısırlı subaylardan olduğu ortaya çıkmıştı. Sisi’nin ABD’de eğitim gördüğü US Naval Postgraduate School’daki hocalarından Robert Springborg, Sisi hakkında “Sisi [ABD’de eğitim gördüğü sırada] komuta kademesi için dikkatle hazırlanmıştı... ABD hükümeti ve ordusunda Sisi’nin farkında olanlar vardı. Buralar da Mısır ordusunun gelecek nesillerinden bahsedilirken Sisi, ismi geçenler arasındaydı.”

Ordulararası kanala geri dönecek olursak, hem 27 Mayıs hem de 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinde bu kanal, darbecilerin çok işine yaramıştı. 27 Mayıs Cuntası, darbeden sonra acilen paraya ihtiyaç duyduğunda, ABD’nin yardım etmesini sağlayan da NATO Kumandanı Lauris Norstad’tı. 27 Mayısçılara kefil olmuş, Vaşington’da Eisenhower yönetimini razı etmişti. Cemal Gürsel ise ordu içerisinde yapılacak olan tasfiye girişiminde, Amerika’da eğitim almış subayları ordudan atmamaya çalışacaklarına dair söz vermişti. 27 Mayısçı subayların çoğu NATO görevlerinde bulunmuş, ABD’de eğitim almış, ABD’nin tanıdığı, bildiği isimlerdi. 12 Eylül’e geldiğimizde bu defa Alexander Haig ikili ilişkilerde büyük rol oynadı. Önce NATO Komutanı olduğu dönemde, ambargonun kaldırılması için Carter’a baskı yaptı. Reagan Başkan olduğundaysa, başkan yardımcısı olarak, Türkiye ile olan ilişkileri iyileştirdi, darbe yönetimine destek oldu. 28 Şubat’a geldiğimizde Çevik Bir, Somali’de BM Barış Gücü’ne (1993-1994) komutanlık etmiş, geçmiş yıllarda NATO görevlerinde bulunmuş, o dönemde Amerika’da belirli çevrelerde bahsedilen, iyi tanınan bir askerdi. BM Barış Gücü komutanlığını almasında ABD’li General Colin Powell’la olan yakınlığının rol oynamış olabileceğini kendisi anılarında dile getirmektedir. Tüm bu veriler ABD-Türkiye ilişkilerinde 80 yıla dayanan, ordudan orduya giden görünmez bir yol olduğunu göstermekte, emekli generallerin önemli pozisyonlara getirildiği Trump döneminde ABD-Türkiye ilişkilerinde ordulararası kanalın altını çizmektedir.

[email protected]