Açaydım kollarımı, gelme diyeydim

Adem Palabıyık/Bitlis Eren Üni., Sosyoloji
13.06.2023

CHP içi ve dışı siyasal aktörleri tek tek yoldan çıkaran ve yoldan çıktıkları için onları aforoz eden Kılıçdaroğlu, siyasal yürüyüşüne yeni bir ismin dahil olacağını kestiremedi. Sol popülizm üzerinden bu kadar yükseltileceğini tahmin edemediği Ekrem İmamoğlu ile yan yana geldi. Önce “En başarılı belediye başkanımız” dedi sonra da onu bağrına basıp “Oğlum” diyerek nefesini kesmeye çalıştı. Lakin İmamoğlu tedbirli gelmişti…


Açaydım kollarımı, gelme diyeydim

28 Mayıs seçimlerinden önce baba-oğul ilişkisi üzerinden kurgulanan Kılıçdaroğlu-İmamoğlu diyalektiği sonuç, yani sentez açısından aslında hiçbir metafora karşılık gelmedi hatta metafor üstü, CHP içi negatif epistemolojinin başlangıcını inşa etti. Aslında CHP'de epistemolojik ve ontolojik kopuş İsmet İnönü'den sonra başladı ve bu kopuşu diğer CHP liderleri takip etti. Kopuşun ne olduğuna gelince ise karşımıza bitmek bilmeyen bir liderlik tabu ve kültü çıkıyordu. Tabu olarak liderlik; sınırları geçilmez, yerini kimsenin dolduramayacağı, gerekirse kurban verileceği ve yapılanlar için hiçbir pişmanlığın duyulmayacağı gibi ilkelere dayanıyordu. Çünkü tüm eylemsel girişimler "CHP'nin bekası için" sonucunu çıkarıyordu. Kült kavramına geldiğimizde ise bitmek ve tükenmek bilmeyen ama aynı zamanda kurucu ismi geride bırakacak bir Atatürk koşusu ile karşılaşıyorduk. Bu koşu Atatürk için değildi, Atatürk'ün yerine geçme çabasının aslında ta kendisiydi. CHP için bu iki ontolojik süreci İnönü başlattı ve anladığımız kadarıyla da Kılıçdaroğlu devam ettiriyor veya ettirecek.

Tasfiye politikası

CHP içindeki etkin ve sık kullanılan yeni bir politik hafiyecilik başladı. Adına siyasal tasfiye süreci denilebilecek bu merhalenin yöntemi ise kasetlerle yürütüldü. Sonuçları açısından oldukça başarılı olan bu yöntemin bilinen tarihteki CHP içi ilk kurbanı Deniz Baykal oldu. Günün birinde genel başkanını ziyarete giden Kemal Kılıçdaroğlu, ziyaret sonrası genel başkan olmayacağını açıkladıktan kısa bir süre sonra başkanlık koltuğunu istediğini nazik bir ifade ile deklare etti. Bu açıklamayla politik tasfiye süreci kitabının giriş kısmını yazdı. Tüm Baykal ekibini tasfiye etti, delege ve üyeleri değiştirdi. Böylece yukarıda belirttiğimiz tabu ve kült girişimlerini neo-siyasal tasfiye olarak güncelledi. CHP takvimindeki bu siyasal ters dönüş yakın dönemde Muharrem İnce hadisesi ile yine kendisini gösterdi. Muharrem İnce, inceden yarıştan çekildi ve ikinci tasfiye yeniden CHP'nin yönetimini sağlamlaştırmayı başardı. CHP içi ve dışı siyasal aktörleri tek tek yoldan çıkaran ve yoldan çıktıkları için onları aforoz eden Kılıçdaroğlu, siyasal yürüyüşüne yeni bir ismin dahil olacağını kestiremedi. Sol popülizm üzerinden bu kadar yükseltileceğini tahmin edemediği Ekrem İmamoğlu ile yan yana geldi. Önce "en başarılı belediye başkanımız" dedi sonra da onu bağrına basıp "oğlum" diyerek nefesini kesmeye çalıştı. Lakin İmamoğlu tedbirli gelmişti çünkü bir anne figürü olarak Meral Akşener, bu oğlu yedirmeyecekti. Ayrıca CHP'nin babası, CHP'nin bütün evlatlarını yemiş ya da çoktan tüketmişti...

CHP içi ve CHP dışı aktörler

Baba ile oğul arasındaki bu ilişkiye sadece siyasal aktörler dahil olmadı. CHP dışı aktörler de destek verdi. Baba ile oğlunu çok yakıştırdılar. Hatta baba ile alakalı olarak üst makam (örneğin sayın Cumhurbaşkanımız, vb.) tanımlamaları havada uçuştu. Sözde sanatçılar, sözde aydınlar, sözde fenomenler... hemen hepsi oğul için ayrı baba için ayrı türkü besteledi. Ama baba, her zaman terazinin bir kefesinde daha ağır bastı ve oğlu diğer kefede hafifletti. CHP dışı olan tüm aktörler babanın ağırlığı karşısında oğlunun hafifliğinin yanından ayrıldı, böylece baba, oğuldan intikamını aldı. Aslında aynı hikâye Turgenyev'in "Babalar ve Oğullar" kitabında da geçer. Bazarov, babasına göre daha modern ve yeniliğe açık bir doktordur. Tıp için yeni teknikler kullanmayı ister ama babası, Bazarov'un bu tavrını benimsemez, daha gelenekçidir ve yeniliği bir tehdit olarak görür. Bazarov'un babasının asıl korktuğu ise yenilik değil statüsünün daha genç ve tecrübesiz biri tarafından tehdit edilmesidir. Yıllarca emek verdiği ve babalığın otoritesine sığındığı mevcut durum, karar alma mekanizması ve kararlarının uygulanmasına yönelik olmayan eleştiriler birden canlanabilir ve üst makamını tehdit edebilirdi. Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu arasındaki mevcut ilişki de benzer bir şekilde yol alıyor ve Kılıçdaroğlu, tasfiye yıllarının ardından bir türlü tasfiye edemediği İmamoğlu'nu önünde ya da yanında değil arkasında görmek istiyor. Kılıçdaroğlu'nun mevcut korkusu ise tasfiye süreciyle ilerlettiği siyasal kariyer planının tersine dönmesi. Yani bir anda kendisinin tasfiye edilmesi... Mevcut durumda bir tasfiye sürecinin başlaması için ise CHP içi aktörlerin değil CHP dışı aktörlerin harekete geçmesinin gerektiğine dair düşünce İmamoğlu'nun kafasında belirmiş durumda.

İmamoğlu, şu an CHP'nin dış aktörlerine oynuyor, onlara çağrı yapıyor ve rüzgârı onların başlatmasını istiyor. Muhtemeldir ki oluşabilecek herhangi bir travma rüzgarı CHP dışı aktörler tarafından başlatılacak ve bu rüzgarı arkasına alabilen siyasal aktör, CHP'deki dönüşü ve sonrasında gelebilecek olan değişim sürecini başlatabilecektir. Çünkü CHP içi aktörlerin, kral çıplak demesi artık mümkün olmamakla birlikte, statülerini kaybetme korkusuyla karşı karşıya kalan üyelerin kralın ne giydiği dahi umurlarında değildir. Kabine kuramayan, CHP içi önemli aktörleri milletvekili yapmayan lakin buna rağmen desteklerini de kaybetmek istemeyen Kılıçdaroğlu'nun bu aktörleri yanında tutacağına da kesin gözle bakılıyor. Zaten çıkarların örtüştüğü bir seçkinler politikasının tarihte de birbirleri ile çatışması asla olmamıştır, bu saatten sonra CHP içinde bir seçkinler arası bir çatışmanın olması da mümkün değildir.

1950'den beri devlet yönetemiyor

Elitler arasındaki çatışmanın ancak dıştan gelebilecek bir rüzgâr ile olabileceğini ifade ettik. CHP içi aktörlerin bir çatışma içine girmemesinin bir sebebi de yönetme kavramını, siyasal hafızlarından silmiş olmalarıdır. CHP yaklaşık 80 yıldır bilfiil Türkiye'nin yönetiminde yer almamıştır. Sadece bununla da değil merkez solun bir siyasal partisi olarak da, Kürt siyasal partileri ile yaptığı bütün ittifaklarda kaybetmiştir. 1960 ve 1980'li yıllarda sol partilerin, Kürt siyasal partileri ile kurdukları seçim ittifaklarının hepsi hüsran ile sonuçlanmıştır. CHP'nin geçmişini bilmeyen ve sol partilerin kaybedişlerinden haberdar olmayan bugünkü CHP yönetimi, yine ve yeniden aynı hatayı yapmıştır. Yapılan bu hata, güncel ve gündelik CHP yönetiminin ciddi anlamda CHP siyasal hafızasını unutmuş olmasından kaynaklanmaktadır. CHP'nin 'siyasal yönetme hafızasını' unutmuş olan lideri Kemal Kılıçdaroğlu, tam bu sebepten inşa etmeye çalıştığı siyasette çok kimlikliliğe bürünmüş, "bölünerek büyümeyi" tercih etmiş ama bölünerek neredeyse parçalanmıştır. Bir taraftan Sünni, Alevi, Kürt, Türk, Ülkücü gibi çeşitli kimlik ve siyasal kimliklere bürünmeye çalışan Kılıçdaroğlu, yaşadığı çoklu kimlik şizofrenisini atlatamamış ve çoklu kimliği halk tarafından kabul görmemiştir. Kılıdaroğlu'nun ve dolayısıyla da CHP'nin izlediği bölünerek büyüme politikasının yaradığı partiler ise ilginç bir şekilde sağ partiler olmuş ve solun en önemli propagandalarından biri olan bu slogan, sağ partileri neredeyse şad etmiştir. Böylece, sağ seçmenler ve partiler üzerinden kurulmaya çalışılan sol iktidar politikası iflas etmiş, sol partiler azınlığa düşmüş, sağ partilerin oy oranları önemli oranda artmıştır. En fazla artışın görüldüğü Cumhur İttifakı'nda, merkez sağ partilerin oylarının toplamı neredeyse yüzde 60'lara ulaşmış ve CHP, bugüne kadar birleşemeyen sağ partileri kendi yabancılaşması üzerinden bir araya getirmiştir. Kendi içinde aşamadığı elitist politik tutum, tavır ve öngörüsüzlüğü CHP'nin yaşadığı ağır yenilginin başat sebepleri haline gelmiştir.

Parçalanmış liderlik sendromu

CHP üzerine yapacağımız son analiz ise liderlik üzerine sahip olduğu sendromlar ve hem baba hem de oğulun başarı hikâyelerinin eksiklikleri olacaktır. Çünkü ne Kılıçdaroğlu ne de İmamoğlu'nun kendilerine ait bir başarı hikâyesi vardır. İmamoğlu'nun İstanbul Büyükşehir Belediyesini kazanmış olması HDP'nin vermiş olduğu destek ile mümkün olmuştur. Kendi karizmatik liderlik başarısı değildir. Çünkü karizmatik bir lider değildir. Bugüne kadar üretebildiği bir mega-proje yoktur. Benzer durum Kılıçdaroğlu için de geçerlidir. Kaset kumpasından sonra geldiği genel başkanlık koltuğunda hiçbir başarı elde edememiş, bir siyasal karizma oluşturamamış ve oluşturamadığı siyasal karizması üzerinden herhangi bir başarı hikayesi inşa edememiştir. İmamoğlu'nun İstanbul'a kattığı bir artı-değer yoktur. Ekranlara yansıyan çeşitli kent sorunları, ortaya çıkan kent olamama görüntüleri, gidilen yemekler ve tatiller veya seçim kampanyaları gezileri derken belediye başkanlığı görevinden ziyade politikaya hazırlanan siyasal aktör olma çabası, hazırlanan tüm siyasal tercih sürecini çökertmiştir. Her iki siyasal aktörün yaşadığı ana akım politik sonuç; parçalanmış liderlik sendromudur. Bu sendrom, liderlik vasfı taşıdığını zanneden siyasal aktörlerin, liderlik kavramını oluşturan halkalarda yaşanan kopukluklara işaret eder. Lider; güçlü, doğru sözlü, öngörülü, karizmatik, birleştirici, cesur ve tutarlı olmalıdır. Sendrom sahibi liderler, muhakkak bu kavramlarından biri veya birkaçında zincirleme kopuş yaşamıştır. Parçalanmış liderlik sendromu, CHP'de devam eden baba ile oğul ilişkisini, ilginç biçimde bizzat kendileri tarafından inşa edilen Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu'nu, yani baba ve oğul ilişkisini tanımlayan en güncel sosyolojik gerçekliktir.

[email protected]