Açık oturum formatı ve yeni siyasi sitem

Dr. Yusuf Özkır / Medipol Üniversitesi
23.06.2019

Sunucu Küçükkaya’nın AK Parti muhalifi ve CHP yandaşı kimliği bilinmesine rağmen ona güvenilmesinin böylesine gizli bir görüşme ile ihlal edilebileceği sanırım AK Partili kurmaylar tarafından da düşünülmemişti. Etik kuralları ve eşitlik prensibini açıkça diğer aday lehine ihlal eden bir yaklaşımdı bu tutum.


Açık oturum formatı ve yeni siyasi sitem

23 Haziran’da yapılacak olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi AK Parti ve CHP arasındaki yoğun siyasi rekabetin dışında medya-siyaset ilişkisindeki incelikler bakımından da gündemdeki yerini koruyor. 16 Haziran Pazar günü FOX TV spikeri İsmail Küçükkaya moderatörlüğünde Cumhur İttifakı adayı AK Parti’li Binali Yıldırım ve Millet İttifakı adayı CHP’li Ekrem İmamoğlu arasında yapılan canlı yayından sonra yaşananlar bunu net şekilde gösterdi.

İki adayın performansı, beklentilere cevap verip veremediği, projelerini ne ölçüde anlatabildiği gibi soruların yanında moderatörün tarafsız olup olmadığı da öne çıkartılan sorular arasındaydı. Açık oturumdan önce bir televizyon programının seçmen davranışlarını etkileme kapasitesine ne ölçüde sahip olduğu çokça tartışılıyordu. Programdan sonra ibrenin belirgin şekilde adaylardan biri lehine dönüp dönmeyeceği merak konusuydu. Bu bağlamda adayların göstereceği performans, içerik aktarımlarında güven inşaasının oranı, inandırıcılığın boyutu, beden dilinin kullanımındaki dinamiklik, süreyi verimli kullanabilme ve sözün söylenmesi esnasında yüze yansıyan duygudaki samimiyet derecesi önem kazanmıştı. Bu konularda en yüksek çıtayı yakalayan aday televizyonun gücünden dolayı bir anda farklı bir pozisyona geçme şansına sahipti. İki tarafta da beklentinin yüksek olduğunu belirtmek gerekir.  Programın format gereği Lütfü Kırdar Kongre Merkezinde, bütün televizyonların canlı yayınlayabileceği şekilde yapılması; Türkiye genelinde rekor seviyede izlenme oranına ulaşılması, evlerin yanısıra kahvehanelerde ve parklarda maç seyreder gibi vatandaşlar tarafından çekirdek çitlenerek izlenmesi beklentiyi haklı çıkartmıştı. 

Gizli görüşme skandalı 

Programın ertesinde genel yaklaşım futbol tabiriyle söylersek berabere bittiği yönündeydi. Fakat tüm bunların detaylı bir değerlendirmesi yapılamadan moderatör İsmail Küçükkaya ile CHP adayının programdan önce yaptığı yüz yüze görüşmenin deşifre edilmesi gündemi domine etti. Bu görüşme sadece medya-siyaset ilişkisinde iç içe geçmişliği ve birbirinden beslenmeyi özetlemesi bakımından değil aynı zamanda gazeteciliğin gerektirdiği şeffaflıktan yoksun olması bakımından da tepkileri üzerine çekti. Sunucu Küçükkaya’nın AK Parti muhalifi ve CHP yandaşı kimliği bilinmesine rağmen ona güvenilmesinin böylesine gizli bir görüşme ile ihlal edilebileceği sanırım AK Partili kurmaylar tarafından da düşünülmemişti. Etik kuralları ve eşitlik prensibini açıkça diğer aday lehine ihlal eden bir yaklaşımdı bu tutum.   

CHP adayı ile Küçükkaya arasında Perşembe günü The Marmara Otelinde yapılan görüşmenin kamuoyundan saklanması, içeriğe dair halka bilgi verilmemesi, Küçükkaya’nın ve İmamoğlu’nun programı sunarken böyle bir şey olmamış gibi davranması hem gazeteciliğin etik ilkeleri bakımından hem de kamuoyunun şeffaflık hakkı bakımından sorunluydu. Bu yüzden de ikili arasındaki görüşmenin detayları programın içeriğinin önüne geçti. Ayrıca CHP adayının Küçükkaya ile görüştüğü günlerde “Binali Yıldırım soruları istemiş” şeklinde kamuoyuna yaptığı açıklamanın tümüyle rakibini savunmaya itmeye yönelik bir algı çalışması olduğu ortaya çıkmış oldu. Binali Yıldırım’ın program boyunca muhatabına bir kaç kez yönelttiği “yalan söylüyorsun” vurgusunu kullanmasını net şekilde doğrulayan bir başka örneği oluşturdu bu görüşme. 

Görüntülere göre Ekrem İmamoğlu iddiasının aksine Küçükkaya ile hem de gizlice görüşmüş. Böyle bir görüşme yapılmış olmasına rağmen program esnasında “Binali Yıldırım programdan önce soruları istemiş” yalanı dile getirilince moderatörün toparlama amaçlı yaptığı laf dolandırmacası da seyircinin dikkatinden kaçmayan bir detay oldu. 

Bununla birlikte program, üstündeki tüm bu etik dışı örtüye rağmen, önümüzdeki sürecin muhtemel kilometre taşlarından birini oluşturacaktır. Bu yüzden içerik ve teknik yönleriyle irdelenmesi gerekir. Çünkü Cumhurbaşkanlığı sistemi ile birlikte girilen yeni siyasi rotada iki aday üzerindeki canlı yayın baskısı giderek artma eğiliminde olacaktır. Bu yüzden program başlangıç noktasını oluşturması bakımından önümüzdeki sürecin köşe taşlarından biri olmaya adaydır.

İlk ABD’de başladı 

Medya-siyaset literatürüne ABD’de 1960 yılında yapılan Başkanlık seçiminden önce adaylar Kennedy ve Nixon arasındaki “Debate” ile girmesinden bu yana siyasal iletişim kampanyalarının daimi gündemleri arasındadır. ABD’de iki başkan adayının moderatör, salondaki seyirci ve ekrandaki izleyici karşısında kozlarını karşılıklı bir şekilde paylaşması formatı ile gerçekleştirilen “Tartışma” genel olarak seçmenin oy verme davranışını etkileme kapasitesine sahiptir. Bu konudaki siyasal iletişim çalışmaları da televizyonun gücünden dolayı bu yargıyı desteklemektedir.  İki veya daha fazla siyasi liderin ekranda birbirleriyle tartışmasının örnekleri Türkiye’de de 1980’lerden bu yana dönemsel olarak gerçekleştirilmektedir. Binali Yıldırım ile Ekrem İmamoğlu arasındaki açık oturumun bu kadar gündem olmasının nedeni ise bu bağlamdaki son tartışmanın 17 yıl önce AK Parti genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Deniz Baykal arasında gerçekleşmesidir. AK Parti ve CHP genel başkanları değil iki partinin İstanbul Belediye Başkan adayları karşı karşıya gelmesine rağmen meselenin böylesine gündem olması hem uzun süredir yapılmamış olmasından hem de televizyon performansının seçmen davranışlarını etkilediğinin bilinmesinden kaynaklanmaktadır. ABD’deki örnekler de Türkiye’deki örnekler de adayların içeriğe çalışmasının, süreyi verimli kullanıp kullanamadığının, giyim kuşamlarının, dinamik ya da edilgen olmalarının, makyaj ayarının ve yorgun olup olmamasının ekran performansını etkilediğini göstermektedir. Bu yüzden programdan önceki köşe yazılarının çoğunda bu türden hatırlatmalar yapıldı iki tarafa da.  

Format baskısı 

23 Haziran’daki İstanbul seçimine AK Parti ve CHP’nin olabildiğince önem vermesi hem açık oturumun formatına hem de adayların ses tonuna ve yüz ifadelerine yansıdı. Bu yüzden belirli bir format baskısından bahsetmek mümkündür. Adayların birbirleriyle muhatap olmadan sadece moderatörün sorduğu sorulara üç dakikalık süre içinde cevap verecek olması kuralı bazı konuların derinlemesine tartışılmasının önüne geçti ve somut vaatlerin detaylı şekilde anlatılmasını engelledi. İki aday arasındaki temasın az olması da seyircinin beklediği “dinamik” diyalogları engellemiş oldu. Cevap süresinin üç dakika ile kısıtlanması Yıldırım’ın konuşma tarzı dikkate alındığında onun aleyhine işleyen bir tablo oluşturdu. Bunun önceden test edilmesiyle sürenin daha uzun olması konusunda değişiklik yapılabilirdi. Ayrıca konuşan adayların gayri ihtiyarı süreyi gösteren panoya gözlerinin takılması dikkat dağılmasına neden oluyordu. İki siyasi partinin anlaşması sonucunda ortaya çıkan bir protokole bağlı olarak bu kuralların uygulanması daha esnek çerçevede olabilirdi. Program sonrasında yapılan yorumlara bakarak iki partinin de bundan sonraki süreçte yoğurdu üfleyerek yemek yerine televizyonun doğasına uygun olağan tarza geri döneceği düşünülebilir. Bunun örnekleri hem ülkemizde hem de yurtdışında oldukça fazla. 

Detaylar önemli 

Programın akışını tümüyle etkilemese de geçmişe yönelik bu tür programları irdeleyenler belirli detayların izleyici üzerinde etkisi olduğundan bahsetmektedir. CHP adayının programın yapılacağı mekana erken gelmesi onun hanesine yazılan bir artıdır. Yıldırım’ın ise programın başlama saatine beş dakika kala gelmesi konsantre olma ve ön hazırlık bakımından dezavantaj oluşturmaktadır. 

Programın ilk turunda iki adayın heyecanı belirgindi. Hem ellerdeki titremeler hem de kelimelerin eksik ya da yanlış söylenmesi ve harflerin yutulması bunun en temel göstergesiydi. İki adayın takim elbise ve beyaz gömlek tercihi olumluydu. Yıldırım kırmızı kravat İmamoğlu ise mavi kravat tercihi ile pozitif mesaj verdiler.  Adayların konuşmaları esnasında ekrana yansıtılma biçimi ise ilk turda İmamoğlu lehine bir içeriğe sahipti. Genellikle Yıldırım konuşurken ekranda Küçükkaya gösterilirken İmamoğlu konuşurken Yıldırım’ın görüntüsü kelebek şeklinde ekrana veriliyordu. Bu tablonun bazen baskı unsuruna dönüştüğünü söylemek mümkündür. Fakat sonraki turlarda bu konuda daha dengeli bir yol izlendiği görüldü.

Öte yandan konuşma esnasında tabloların gösterilmesi, rakamlardan bahsedilmesi ve özellikle Binali Yıldırm’ın büyük projelerden bahsederken geçmişte yaptıklarından örnekler vermesi meseleye hakim olduğu yönünde izlenim oluşturdu. Güven duygusunu artırdı. 

Beklenildiği üzere Binali Yıldırım sakin, tecrübeli devlet adamı profiliyle ön plandaydı. İmamoğlu ise agresif ve hareketli konuşma tarzını sürdürdü. Hızlı ve akıcı konuşan bir profil çizmesine rağmen içeriğin sürekli polemik unsurları ile dolu olması ekran başındakilerin dikkatinden kaçmadı. Binali Yıldırım’ın ise içeriği dolu, ayakları yere basan konulardan bahsetmesine rağmen akıcı konuşma konusundaki eksikliği de izleyicinin odaklanması bakımından dezavantaj oluşturdu. Dolayısıyla genel olarak performans açısından programa bakıldığında birinci turda İmamoğlu’nun ikinci ve üçüncü turda ise Yıldırım’ın daha ön planda olduğu söylenebilir. 

Binali Yıldırım’ın daha güven verici ve samimi olduğu yönündeki yorumların fazla olmasına rağmen yine kamuoyunun genel kanaatine göre onun lehine sonucu tümüyle etkileyecek belirgin bir kırılmadan bahsetmek zor. CHP adayının neredeyse her soru karşısında benzer retoriklere başvurarak lafı dolandırması, somut cevaplar yerine soyut ifadeler kullanarak vitrine oynama çabası onun hakkında oluşturulmaya çalışılan “geleceğin lideri” yaklaşımının aslında bir mitten ibaret olduğunu gösterdi. Uzun vadede CHP liderliği konusunda ona şans tanıyanların bu programdan sonra düşüncelerini yeniden gözden geçirdiğini söylemek abartı sayılmaz. Ekrem İmamoğlu’nun seçime bir kaç gün kalmasına rağmen televizyonlara çıkmama kararı almasının arkasında böyle bir gerekçe olabilir. Çünkü iki konuşmacıya uzaktan bakan birisi bir tarafta “gerçeklerin” diğer tarafta ise “algıların” yer aldığını görebilir. Gerçekler göründükçe algılar ise gizlendikçe prim yapar. Bu yüzden son düzlükte AK Parti gerçekleri daha çok göstermenin peşinde. CHP ise kalan süreyi yine algılara oynayarak değerlendirmenin hesabını yapıyor. 

[email protected]