Adalar Denizi'nde bin yıllık mücadele

Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak / Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
9.07.2022

Bazı adaların silahsızlandırılması konusu çeşitli antlaşmalarla açıkça kayıt altına alınmıştır. Bu bağlamda özellikle Boğazönü Adaları'ndan Limni ve Semadirek'in gayri askeri statüsü uluslararası hukukun bir gereğidir. Bu gerçeğe rağmen Yunanistan 1960'lardan itibaren bu adaları silahlandırmakta, askeri tesisler ve havaalanları inşa etmektedir.


Adalar Denizi'nde bin yıllık mücadele

"Ege" adı tartışmalı olmakla birlikte Yunan mitolojisine dayanır. Türkler, bu denize, adaların çokluğu nedeniyle "Adalar Denizi" ve Akdeniz'in bir parçası olarak kabul ettiklerinden "Bahri Sefid" (Akdeniz) adını vermiştir. Ege'de Anadolu Yarımadası ile Yunan Yarımadası arasında yaklaşık 214.000 km2'lik bir deniz sahasında üç binden fazla ada, adacık ve kayalık vardır. Ege'deki kayalıklar sayılmazsa 1800 civarında ada ve adacıkları içine alan ada gruplarını coğrafi açıdan belirlemek ve tasnif etmek oldukça zordur. Bu yüzden yaklaşık bin kadar ada ve adacık haritalarda yer alır. Toktamış Ateş'in danışmanlığında tez yazan Şahin Karğın'ın tespitine göre, Ege'deki ada ve adacık ve kayalıkların 3.049 kadarı Yunanistan'a, 60 adeti ise Türkiye'ye aittir.

Uluslararası gündem

Çok sayıdaki bu adalar başlıca 5 grupta toplanmaktadır: 1) Kuzey Sporad Adaları 2) 2. Boğazönü Adaları 3) Kiklad Adaları 4) Saruhan (Doğu Sporad) Adaları 5) Menteşe Adaları/Oniki Adalar

Son günlerde yeniden tartışma konusu olan Meis Adası ise Yunanistan'ın iddialarının aksine Ege değil bir Akdeniz adasıdır. Ege Denizi'ndeki hakimiyet alanları Balkan Savaşları sonrasında 100 yılı aşkın bir süredir sadece Türkiye ve Yunanistan'ın değil uluslararası siyasetin de önde gelen gündem maddelerindendir.

1081'den beri Ege kıyılarında yerleşen Türkler ilk dönemlerde Ceneviz ve Venedik kuvvetleri ile rekabet içindeyken daha sonra 1912-1947 arasında ise İtalya'yla ve 1830'dan beri bağımsız olan Yunanistan ile hâkimiyet mücadelesine girişmiştir. 1830'da Avrupalı büyük güçlerin Osmanlı'ya ültimatomuyla bağımsız olan Yunanistan devreye girene kadar Ege'deki adaların çoğunda Türk egemenliği 5-6 asır sürmüştür. Yunanistan bağımsız olduktan sonra sürekli büyük devletlerin desteğiyle büyümüştür. 480 tanesi büyük olmak üzere 9000 civarındaki adaya sahip olan Yunanistan bağımsız olduğunda yaklaşık 50.000 km2 idi. Ancak daha sonra çoğunlukla savaş yoluyla değil Avrupa diplomasisinin baskısıyla kazandığı topraklarla yüzölçümü 131.957 km2'ye ulaştı. Osmanlı Devleti'ne karşı izlediği yayılmacı "Megali İdea" politikası halen Türkiye aleyhine sürdürülmektedir. Yunanistan'ın Ege'deki son kazancı 1947'de Anadolu kıyılarındaki Menteşe Adaları/On İki Ada'dır.

İki aşamalı egemenlik devri

Yunanistan'a ait adaların egemenlik devri iki aşamadadır. Birinci aşamada Yunanistan'ın bağımsız olduğu 24 Nisan 1830 ile Lozan Antlaşmasının imzalandığı 24 Temmuz 1923 arasında egemenliği Atina'ya bırakılan adalar bulunur. İkinci aşamada ise 10 Şubat 1947 Paris İtalyan Barış Antlaşmasıyla idaresi Atina'ya verilen adalar bulunur. Özellikle, son antlaşmayla Yunanistan'a bırakılan adalar Türkiye'nin güvenlik endişelerini gidermek için silahsızlandırma şartına bağlı kılınmıştır.

Ege Denizi'nde iki ülke arasında bir deniz sınırı çizilmemiştir. Bundan kaynaklanan başlıca sorunlar: Egemenliği devredilmeyen ada, adacık ve kayalıklar, aidiyeti belirsiz gri bölgeler, Yunanistan'ın silahsızlandırılması çeşitli antlaşmalarla kayıt altına alınan adaları silahlandırması, kara suları alanı, kıta sahanlığı alanı, hava sahası alanı ve FIR hattı.

Bu bağlamda, Yunanistan Ege'yi bir iç denizi gibi kendi hakimiyetindeki bir deniz gibi görmektedir. Anadolu kıyılarındaki egemenliği devredilmeyen ada, adacık ve kayalıklar yanında Türkiye'nin Ege Denizi'ne bağlı tüm haklarını yok saymaktadır. Hatta Türkiye'nin uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını ifade etmesini bile Yunanistan'ın toprak bütünlüğüne karşı tehdit olarak değerlendirmektedir. Bu durum ise tarihi, hukuki ve diplomatik gerçeklere aykırıdır. Yunanistan Ege Denizi'nde tek sorun olarak kıta sahanlığının genişletilmesini dile getirerek çözüm adresi için de Uluslararası Adalet Divanı'nı işaret etmektedir. Yunanistan uluslararası alanda, Batı dünyasının dayandığı Yunan medeniyetinin varisi olduğundan dem vurarak Türkiye'nin hukuka değil kaba güce dayanarak hareket ettiği suçlamasını yapmaktadır. Yunanistan etkin dış politikasıyla tezlerini savunurken uluslararası hukuka dayandığını ileri sürmektedir. Oysa söz konusu hukuki metinlerin bir kısmına referans verip bir kısmını da görmezden gelmektedir.

İki ülke arasındaki sorunları kısaca sıralarsak, birinci madde olarak karasuları öne çıkar. Yunanistan 1982 yılındaki BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin karasuları mesafesini en fazla 12 mil olarak düzenleyen 3. maddesine sürekli referans verirken aynı belgenin 300. maddesindeki "sözleşmenin tümüyle hak, yetki ve serbestilerin iyi niyet esası ile kullanılması gerektiğine" dair maddesini görmezden gelmektedir. Söz konusu belgeyi Türkiye imzalamamıştır. Yunanistan ise imzaladığı belgenin bir maddesini işine geldiği gibi yorumlarken diğer maddeyi dikkate almayarak kendi içinde çelişkiye düşmektedir.

Karasuları meselesi

Karasuları Lozan Antlaşması'nda 3 mil olarak belirlenmişti. Ancak sonradan tarafların kabulüyle 6 mile çıkarılan karasularını Yunanistan 12 mile çıkarmak istiyor. Bu talep Türkiye'nin Marmara'dan ve Akdeniz'den çıkıp denizcilik faaliyeti yapmasını engellediği gibi Ege Denizi'nin Anadolu kıyılarını kullanmasını da kısıtlayacaktır. Bu talep doğal olarak Türkiye tarafından kabul edilemez bir maddedir.

İkinci olarak kıta sahanlığı konusunda Yunanistan Anadolu'ya yakın adalarında eşit uzaklık çizgisini talep etmektedir. Bu talep de iyi niyet, hakkaniyet esası ve uluslararası hukuk kurallarına aykırıdır. Anadolu'nun doğal uzantısı olan bazı adalar Yunanistan'a ait olsa da Anadolu'nun kıta sahanlığına dâhil alandadır. Tıpkı Manş Denizi'nde Fransa kıyılarına yakın İngiliz adaları gibidir. Nasıl Fransızlar kıyılarına yakın adalardaki kıta sahanlığı haklarını kendi lehlerine tezlerle savunuyorlarsa Türkiye'nin de aynı şekilde haklarına sahip çıkması doğaldır.

Üçüncü olarak, hava sahasını 1931 ve özellikle 1974'den beri 10 mile yükseltme talebinde bulunan Yunanistan uluslararası hukuku ve mantık kurallarını çiğnemektedir. Uluslararası hukuka göre "hava sahası" kara devletinin devamı niteliğindeki karasularının uzandığı noktanın havadaki izdüşümü kadardır. Karasuları iki devlet arasında 3 milden 6 mile çıktığı için hava sahası da aynı şekilde olacaktır. 6 mil dışında kalan bölge uluslararası hava sahasını oluşturmaktadır. Türkiye'nin bu bakımdan denizde oldu gibi havada da savunduğu bu haklar esasında Yunanistan hariç bölge devletlerinin de lehinedir.

Dördüncü olarak, FIR hattı konusu gelmektedir. Bu sorun ise sivil havacılıkla ilgilidir. 1944 yılında kurulan Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü (ICAO) sivil havacılık faaliyetlerini güvenlik altına almak amacı gütmüştür. Bu bağlamda, Uçuş Bildirim Bölgeleri (FIR) olarak isimlendirilen denetim alanları meydana getirildi. Uçuş güvenliği bakımından FIR dâhilinde her çeşit trafik kolaylıkları ve haberleşme sağlanması ve meteorolojik bilgilerin paylaşılması daha önceden ICAO tarafından tespit edilen ülkenin sorumluluğundadır. Sorumluluğu sivil havacılık görevini üstlenen ülkeye egemenlik yetkisi vermez. FIR Hattı kesinlikle karadaki gibi sınır hattı olarak kabul edilen bir kavram değildir. Yunanistan'ın FIR Hattı kavramına dayanarak Türkiye'nin askeri uçaklarına müdahale etmeye kalkışması da hukuki gerekçelerden yoksundur. Askeri uçakların FIR Hattına girerken ICAO tarafından saptanan yere uçuş bilgilerini vermesi zorunlu değildir. Ancak Yunanistan'a göre, Atina FIR Hattı'na giren bütün askeri uçaklar uçuş planlarını paylaşmak zorundadır. Türkiye ise 1944 ICAO Sözleşmesi'nin 3. Maddesine göre askeri uçakların uçuş planlarını vermek zorunda olmadığı kararındadır.

Beşinci olarak, bazı adaların silahsızlandırılması konusu çeşitli antlaşmalarla açıkça kayıt altına alınmıştır. Bu bağlamda özellikle Boğazönü Adaları'ndan Limni ve Semadirek'in gayri askeri statüsü uluslararası hukukun bir gereğidir. Bu gerçeğe rağmen Yunanistan 1960'lardan itibaren bu adaları silahlandırmakta, askeri tesisler ve havaalanları inşa etmektedir.

Altıncı konu, egemenliği antlaşmalarla devredilmeyen ada, adacık ve kayalıklar sorunudur. Özellikle, 1995'te çıkan Kardak Kayalık kriziyle bu sorun ciddiyetini ortaya koymuştur. Kardak krizi esnasında ortaya çıkan sert söylemler bir müddet devam etmiştir. Ardından, Yunanistan PKK terör örgütü lideriyle ilişkileri ortaya çıktığında, uluslararası alanda büyük itibar kaybı yaşadı. Çare olarak Türkiye'ye özür mahiyetinde davranışlar sergileyen Atina içine düştüğü utançtan kısa vadede kurtulmaya muvaffak olmuştur. İki ülke arasındaki ilişkiler yumuşama sürecine girmişken 2005 yılında Kıbrıs Rum Kesimi'nin Annan Planı'nı reddetmesine rağmen AB'ye tam üye olmasıyla yeniden başa dönülmüştür.

Türkiye'nin yapıcı politikası

Son olarak, son yıllarda yaşanan mülteciler sorunu konusunda Türkiye kimi araştırmacılara göre 5 milyondan fazla mülteciye barınma ve yaşama imkânı tanırken Afrika ve Asya'dan Avrupa ülkelerine yönelen insan akınına karşı önemli bir kale görevi üstlenmektedir. Özellikle Ege adaları ve Yunanistan'ın çıkarlarına fayda sağlayan Türkiye'nin bu yapıcı politikası bile Atina'daki muhataplarını memnun edememiştir. Oysa Türkiye'nin bu özverili yaklaşımı olmasaydı şimdilerde sayıları yüzbinlerle ifade edilen insanların on milyonlara ulaşan rakamlarla Avrupa'ya yönelmesiyle yeni bir kavimler göçü dünya gündemine gelebilirdi.

Türkiye açısından, Karadeniz, Marmara ve Boğazların güvenliği Ege Denizi'ndeki duruma bağlıdır. Fakat Ege sahasındaki ada, adacık ve kayalıklar büyük ölçüde Yunanistan tarafından kontrol edilmektedir. Ege Denizi'ndeki bu dengesizlik denizden gelecek tehditlere karşı Türkiye'yi tehlikeye sokmaktadır. Ayrıca, Türkiye'nin ulaşım, denizcilik ve balıkçılık faaliyetlerini kısıtlamaktadır. Yunanistan buna rağmen egemenlik alanlarını genişletmek arzusundadır. Öteden beri, Yunanistan Batı dünyasında kendi tezlerine bulduğu destekle Türkiye'yi kendi karasularına ve kendi sahillerine neredeyse hapsetmeye çalışmaktadır. Türkiye bu baskılar altında öncelikle güvenliğini ve uluslararası hukuka dayanan haklarını koruma kararlılığındadır.

Ortak geçmiş

Ege kıyıları hem doğu hem de batı yönünde oldukça girintili ve çıkıntılıdır. Ege Denizi'nin batısındaki adalar Yunan kara parçasının uzantısı iken doğudakiler de Anadolu'nun doğal bir parçasıdır. Çeşitli büyüklükteki adaların arkasında denize doğru uzanan sıradağlar içinde verimli vadiler bulunur. Bu bakımdan Ege Denizi Afrika, Asya ve Avrupa arasındaki ekonomik, siyasi ve kültürel faaliyetler yanında nüfus hareketliliği açısından caziptir. Karadeniz'in Akdeniz'e ve oradan Atlantik ve Hint Okyanusu'na bağlantısı da Ege Denizi üzerindendir. Bu yüzden Ege Denizi, Rusya ve Karadeniz'e kıyısı olan Gürcistan, Ukrayna, Romanya ve Bulgaristan için her zaman önemlidir. Rusya, Kafkas ve Orta Asya ülkelerinin doğalgaz, petrol ve diğer ihracat ürünlerinin bir kısmının dünya pazarlarına taşınması Karadeniz ve Türk Boğazları üzerinden Ege Denizi kanalıyladır. Ege'deki deniz taşımacılığı trafiği kıyıdaş ülke olan Türkiye ve Yunanistan'ın yanında ithalat ve ihracat yapan diğer ülkeler açısından da önemlidir.

Yunanistan, Avrupa ve ABD'nin kayıtsız şartsız desteğini arkasında hissettiğinden Ege Denizi ve Kıbrıs başta olmak üzere Türkiye ile arasındaki tüm sorunları AB ve BM gibi uluslararası platformlara taşıma amacını sürdürmektedir. Oysa Türkler ve Yunanlar yüzyıllardır birbirlerini iyi tanıyan ve ortak geçmişe sahip halklardır. Aralarındaki sorunları kendileri doğrudan diyalog yoluyla üçüncü tarafların müdahalesine ihtiyaç duymadan çözebilirler. Üçüncü tarafların araya girmesi iki ülkenin de çıkarlarına zarar vermektedir. Zira Ege ve Akdeniz'de çözülemeyen sorunlar her iki ülke ekonomisine olumsuz yansımaktadır. Ege Adaları'nın coğrafi pozisyonu, jeomorfolojik yapıları, tarihi, hukuki, iktisadi ve siyasi gelişmeleri göz önüne alınarak soruna hakkaniyetli bir çözüm bulmak her hâlükârda mümkündür.

[email protected]