Adana Protokolü elimizi güçlendirir mi? 

Dr. M. Hüseyin Mercan/ Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi 
26.01.2019

Erdoğan’ın Rus mevkidaşı Putin’le gerçekleştirdiği son görüşme ve Adana Protokolü çerçevesinde sunulan öneri, Türkiye’nin Suriye topraklarında PKK uzantılı gruplara karşı elini ciddi şekilde güçlendirecektir. Bununla beraber ABD’nin bölgedeki planlarına karşı bir strateji geliştirilirken Adana Protokolü’nün çeşitli riskler barındırdığı da göz ardı edilmemelidir. 


Adana Protokolü elimizi güçlendirir mi? 

ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye topraklarındaki Amerikan birliklerini geri çekecekleri yönündeki açıklamasının üzerinden bir ay geçmesine rağmen, ABD’nin Suriye’deki yeni stratejisinin ne olacağına dair zihinler netleşmiş değil. ABD’nin Suriye’de kaybettiği oyunu DEAŞ’a karşı bir zafer algısıyla örtmeye çalıştığı tarzında okumaların yanı sıra Başkan Trump ve ABD’li üst düzey yöneticilerin çelişkili açıklamalarından yola çıkarak derinlerde çok başka hedefle-rin olduğu yönünde bir okuma da bir ayı aşan süre zarfında sıklıkla dillendirildi. Bununla birlikte Suriye’den çekilme kararının ABD’nin bölge ve küresel siyasetinde yapacağı değişikliklerle mi alakalı olduğu yoksa mevcut dengeler nedeniyle Suriye’de bizzat bulunmanın maliyetinin fazlalığının mı bu karara yol açtığı da hala bir muamma olma özel-liğini korumaktadır.

Müesses nizam

Her halükarda Trump’ın bu kararı ilk dillendirmesinin ardından ortaya çıkan tablo, Beyaz Saray ve ABD müesses ni-zamı arasındaki mücadelenin ciddi şekilde devam ettiğini de göstermektedir. ABD siyasal sisteminin önemli unsurla-rıyla Başkan Trump’ın yaşadığı fikir ayrılıkları ve kimi zaman artan sistem içi direnç, Beyaz Saray’ın geri adım atması ya da açıklamaların yeniden yorumlanmasıyla imaj düzeltme ve zaman kazanma stratejisini uygulamasıyla sonuçlan-mıştır. Bu minvalde Trump’ın kendi rasyonalitesi çerçevesinde aldığı kararlar, ABD’nin kendi gerçeklikleri ya da küre-sel sistemin dinamikleri bakımından oldukça irrasyonel bir görüntüye sebebiyet vermektedir. Bu da küresel güçleri ABD’yle olan ilişkilerini hangi sabite üzerine bina edecekleri hususunda zorlamaktadır.

Belirsizlik ve sınırlılıklar

Suriye’den ABD askerlerinin çekileceği haberinin ajanslara düşmesinin ardından yaşanan gelişmeler ve bizzat Trump’ın zıt kutuplarda kabul edilecek açıklamaları, Ankara- Washington hattında da belirsizliklerin hâkim olduğu bir çekilme süreci yönetimini zorunlu kılmaktadır. Kısa vadede anlaşılmış görünen bazı konuların orta ve uzun vadede nasıl bir aşamaya evirileceği ise ilişkilerdeki en öne çıkan muğlak husustur. ABD’nin Suriye’deki askeri varlığı şüphe-siz bölgesel güvenlik dengesini olumsuz etkilemiş ve terör gruplarının palazlanmasında başat rol oynamıştır.

 

Bununla beraber çekilme süreciyle Suriye topraklarındaki terör unsurlarının temizlenmesine dair Ankara’nın izleyeceği siyasetin Washington’da uyandı-racağı yankı, Türkiye- ABD ilişkileri kadar bölgedeki yeni dizaynın kodlarını da gösterecektir. Şu ana kadar PYD/ YPG yapılanmasına Türkiye’nin tüm uyarılarına rağmen mesafe koymayan ve doğrudan ya da dolaylı şekilde Türkiye’nin bölücü terör unsurlarına karşı siyasetinden rahatsızlığını belirten ABD yönetimi, yeni süreçte Türkiye’nin mezkur terör örgütlerini bitirme stratejisini engelleme çabasına gireceğini de işaret etmiştir. Ekonomik cezalandırma söylemi üzerinden Türkiye’yi tedip etmeye çalışan Trump ve yönetimi, bölgedeki mevcut statükonun değişmesini asla istemediklerini de bu şekilde gözler önüne sermektedirler. Trump’ın Twitter mesajları bir yandan ABD’nin Suriye’deki sınırlılıklarını ortaya koyarken öte taraftan da Türkiye’nin sınırlılıklarıyla ilgili riskler barındırmaktadır. Rusya ve İran’ın Şam yönetimine kesintisiz desteği sayesinde Esed’in iktidarda bir süre daha kalacağının birçok kesim tarafından de facto kabulü, Washington’ın kendi nüfuzunda yeni bir yönetim hayalinin iyiden iyiye bitmesiyle sonuçlan-mıştır. Terör örgütleri üzerinden sahada mevzi ve meşruiyet kazanmaya çalışan ABD’nin bu yolla da nihai bir zafere ulaşamayacağı büyük oranda netleşmiştir. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Operasyonlarıyla bölgede statüko yıkıcı bir strateji izlemeye çalışan Ankara, bu inisiyatifiyle ABD’nin saha-daki uzantılarını önemli derecede tırpanlamış, meşruiyetini ise sarsmayı başarmıştır. Sahadaki aktörlerden istediği verimi alamaması ve özellikle Ankara-Moskova hattındaki derin yakınlaşma, ABD’nin Suriye’deki varlığını Irak ya da Afganistan’daki gibi sürdürülebilir kılmamıştır. Özellikle bu iki durumun neden olduğu sınırlılıklar, Suriye’deki ABD varlığının sona ermesi yönünde bir iradenin meydana gelmesine sebebiyet verse de Trump’ın bu kararının nihailiği kadar Suriye’deki ABD varlığının gerçek manada mı sona ereceği yoksa bunun sadece bir fasıla mı olduğu da dikkate alınması gereken sorulardır.

Ekonomi pazarlık unsuru

 Son yıllarda dünya ekonomisindeki dalgalanmalardan en çok etkilenen ülkelerden birisinin Türkiye olması, Ankara’nın küresel siyasete dair planladığı özgün ve statüko yıkıcı adımlarda ekonomik tehditlerle karşılaşmasına neden olmaktadır. Başta Trump olmak üzere tüm ABD yönetiminin farkında olduğu bu husus, stratejik konularda Türkiye’nin yumuşak karnı şeklinde görülmektedir. Bu durum bir pazarlık unsuru olarak öne sürülmek-te, dolaylı tehditler eliyle Türkiye’nin geri adım atması istenmektedir. Bu bağlamda ekonomideki kırılganlığa dair küresel alanda hâkim söylem, kararlı politikalar ve sağlam duruşla bitirilemediği müddetçe siyaset yapım sürecimizi olumsuz etkileyecek salvolarla yüzleşmeye devam edilecektir. Bunun yanı sıra Türkiye’nin aynı anda hem ABD hem de Rusya’ya karşı cephe açma ve bunun sürdürülebilme ihtimalinin düşüklüğü, Ankara’nın Suriye siyasetinde başlıca sınırlılığı olarak karşımızda durmaktadır. Her ne kadar ikili ilişkilerin ABD ve Rusya’ya karşı koz olarak kullanılması Türkiye’ye görece geniş bir manevra alanı sağlasa da ABD ve Rusya devlet başkanlarının irrasyonel karar alma potansiyeli, Türkiye ilişkilerinde uzun soluklu planlamalara da kolay imkân tanımamaktadır. Bu çerçevede Rusya ile yakın ilişkiler tesis edilirken ABD ile de diyaloğun devam ettirilmesi tam da bu sınırlılık bağlamında değerlendirilmelidir. ABD yönetiminin yukarıda da zikredilen sınırlılık ve durumlar nedeniyle Suriye’den çekilme arzusu –hala süreçte çekilme kararına dair değişikliğin olma ihtimalinin saklı kalması kaydıyla- ülke topraklarında oluşacak yeni düzen arayışının eksenini kaydırmaya yönelik de bir çabayı bünyesinde barındırmaktadır. Trump’ın ısrarla DEAŞ’a karşı kazanılan zafer bağlamında olayı ele alması ve sınırlı terör/ terörist tanımı, ülkenin normalleşme sürecine dair başlıca riski oluşturmaktadır. Alınan kararın ardından DEAŞ tarafından yapılan saldırılar bu yapılanmanın can çekiştiği gibi lanse edilmekte ve PYD/ YPG unsurlarının saldırılarda hedefe alınması üzerinden bu terör örgütlerine meşruiyet oluşturulmaya çalışılmaktadır. Ankara’nın uzun yıllar öncesinde öne sürdüğü güvenli bölge planının bugün ABD tarafınca gündeme geti-rilmesi Türkiye öncülüğünde Suriye’nin kuzeyinde oluşan yeni statükoyu manipüle etmeye yönelik bir hamle olarak okunmalıdır. DEAŞ vurgusu üzerinden ülkedeki terör gruplarını harici unsurlara indirgeyen ABD, bu yolla da terörle mücadelenin eksenini kaydırmaya çalışmaktadır. DEAŞ’ın büyük kan kaybettiği bir gerçektir. Bununla beraber Suriye’de yaygınlaşan selefi ve harici düşünce, benzeri oluşumların kısa ve orta vadede yeniden meydana gelmesine ve ülkede dış destekli başka terör oluşumlarının da ortaya çıkmasına yol açacaktır. PYD/ YPG üzerindeki nüfuzunu kaybetmek istemeyen ABD bu yolla ileride ortaya çıkacak DEAŞ türevi örgütler eliyle yeni müdahalelerin ya da bölücü terör örgütü uzantıları adına yeni mağdu-riyet senaryolarının da kapısını aralamaktadır. Nitekim güvenli bölge çerçevesinde dahi öne çıkan vurgunun DEAŞ merkezli olması, aslında Türki-ye’nin sahada benzeri yapılanmalarla mücadele etmek zorunda kalacağını açıkça göstermektedir. ABD’nin Suriye’de atacağı adımlar bölgedeki dengeleri şüphesiz doğrudan etkileyecektir. Bununla birlikte Esed yönetimiyle bazı Arap ülkeleri arasındaki ilişkileri hesaba katınca, Washington’ın Türkiye’yi denklem dışı bırakmaya dair başka hesaplarının olabileceğini de göz ardı etmemek gerekir. Trump Başkan olmakla beraber ABD siyaseti-nin tamamı değildir. Bu nedenle müesses nizamın yeni Orta Doğu stratejisi de en az Trump’ınki kadar önemlidir. Aynı zamanda DEAŞ unsurlarının ülke topraklarında ne tür bir mobilizasyon içinde olduğu da özellikle takip edilmesi gereken bir konudur. Ortaya çıkacak yeni terör yapılanmalarının hem Türkiye’nin ulusal güvenliğine hem de Suriye’nin yeniden yapılanmasına tehdit oluşturacağı aşikârdır. Bu bakımdan ABD’nin Suriye’den çekil-mesinden ziyade çekilirken kimlerle ne tür temaslar kurduğu ya da bölgede nasıl bir statükoyu amaçladığının kodlarını çözmek Suriye’nin ve bölgenin geleceği açısından hayati öneme sahiptir.

Şam’ın meşruiyeti

Erdoğan’ın Putin’le gerçekleştirdiği son görüşme ve Adana Protokolü çerçevesinde sunulan öneri, Türkiye’nin Suriye topraklarında PKK uzantılı gruplara karşı elini ciddi şekilde güçlendirecektir. Bununla beraber ABD’nin bölgedeki planlarına karşı bir strateji geliştirilirken Adana Protolü’nün çeşitli riskler barındırdığı da göz ardı edilmemelidir. Türkiye’nin, Öcalan’ın ülkeden çıkarılması ve PKK’nın Suriye’deki varlığının sonlandırılmasına dair 1998’de imzaladığı protokol, o dönem için başarılı sonuçlar vermiştir. Lakin Adana Protokolü’nün imzalandığı süreçte Ankara-Şam hattında gerilimler olsa dahi Şam yönetiminin meşruiyeti tanınmaktaydı. Bugün ise Adana Protokolü üzerinden bir strateji geliştirmek belirli imkânlar tanımak-la beraber Ankara nezdinde meşru olmayan bir yönetime görece meşruiyet tanıyacaktır. Böyle bir durumun gerçekleşmesi ise Türkiye’nin yeni tehdit-lerle karşı karşıya kalmasıyla sonuçlanabilir. Bu nedenle mevcut süreç dahilinde ABD’nin çekilme kararı, Arap liderlerinin Şam yönetimine yönelik yeni tutumu ve Rusya’nın genişleyen nüfuzu derinlemesine analiz edilmelidir.

[email protected]