Adaylık tartışmasının ardında ne var?

Dr. Yunus Şahbaz / Kırıkkale Ünv. Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
17.12.2022

Seçim sonrasında olası bir seçim galibiyetinde altılı masayı ve vaat ettikleri parlamenter sisteme dönüş sürecini ılımlı ve uzlaşmacı bir şekilde yönetecek bir cumhurbaşkanı mı isteniyor?


Adaylık tartışmasının ardında ne var?

2022 yılının şubat ayında ilk toplantısını yapan altılı masanın sıklıkla tartışma konusu olduğu iki temel madde vardı. Bunlardan birisi Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, diğeri de adaylık tartışmalarıydı. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem tartışması altılı masanın aslında temel varoluş gerekçesiydi. Zira bu husus AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığı dışında altılı masayı oluşturan tüm partilerin müşterek olduğu ve somut bir madde olarak paylaştıkları en önemli argümandı.

İhtilafları hasır altı edildi

Esasında altılı masa bileşenlerinin birçok konuda ihtilaf içinde oldukları biliniyordu ve son zamanlarda bunlar biraz daha görünür oldu. İşte Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem bir anlamda bu ihtilafları hasır altı etmek için de kullanışlı bir söylem oldu. Yegâne müşterek nokta olarak sürekli vurgulandı ve hep bunun konuşulması gerektiği üzerinden bir propaganda yapılmaya çalışıldı.

Muhalefetin Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerisinin en önemli gerekçesi mevcut Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemindeki yürütmenin konumu yani bizzat Cumhurbaşkanlığı makamının düzenleniş biçimiydi. Altılı masa bu yürütme düzenini toptan değiştirerek Cumhurbaşkanlığını tekrar parlamenter sistem mantığına göre düzenlemeyi ve Meclisi daha etkin hale getirmeyi vaat ediyordu. Böylelikle de onlara göre daha öngörülebilir bir yürütme mekanizması inşa edilecekti.

Adaylık krizi en ciddi kriz

Muhalefet dile getirmek istemese de Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Cumhurbaşkanlığı makamı ve hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan karşılığı üzerinden şekillendi. Bu yüzden de altılı masanın Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemle beraber bir diğer tartışma konusu hep adaylık meselesi oldu. Muhalefet de hiç kendi aralarında vs. konuşmadıklarını söyleseler de aslında meselenin dönüp dolaştığı geldiği yer adaylık tartışması oldu. Gerek parti olarak CHP içinde gerekse de altılı masa içinde en ciddi kriz belirtileri adaylık açıklamalarıyla zuhur etti. Bu sürecin henüz hitama ermediği ve önümüzdeki birkaç ay boyunca daha hararetli bir şekilde tartışılacağı da izahtan vareste bir durum.

Adaylık tartışmasının altılı masa için hep bir kriz kaynağı teşkil etmesinin temel bir sebebi var. Zira masanın ortakları arasında adayın kim ya da nasıl bir aday olması gerektiği konusunda ortak bir konsensüs mevcut değil. Aslında adayın kim olması gerektiği ile nasıl bir aday olması gerektiği birbiriyle hem bağlantılı hem de birbirinden bağımsız sorular. Altılı masanın aday belirlerken temel bir tercih yapması gerekiyor. Seçim sonrasında olası bir seçim galibiyetinde altılı masayı ve vaat ettikleri parlamenter sisteme dönüş sürecini ılımlı ve uzlaşmacı bir şekilde yönetecek bir cumhurbaşkanı mı isteniyor? Yoksa bir süre daha Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle devam edileceği varsayılarak daha icracı, uzlaşma yönleriyle değil de şahsî hasletleriyle öne çıkmaya çalışan bir aday mı aranıyor? Bu ikisi birbirinden oldukça farklı iki cumhurbaşkanlığı profili gerektiriyor ve muhalefetin mevcut potansiyel adayları arasında da iki farklı figüre işaret ediyor.

En güçlü itiraz

Ancak altılı masanın krizi tam da bu noktada başlıyor. Zira masanın bileşenlerinin çoğunluğu ılımlı ve seçim sonrasında rahat çalışabilecekleri uzlaşmacı bir aday istiyor. Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu'nun "geçiş sürecini tek kişinin eline bırakamayız" şeklindeki sözleri bu tutumun bir göstergesi olarak okunabilir. Aynı şekilde Temel Karamollaoğlu'nun da kazanmaları takdirde "Cumhurbaşkanı Türkiye'yi genel başkanlardan oluşan Eşgüdüm Kurulu ile yönetecek" sözleri bu tutumun masadaki ağırlığını göstermektedir. Altılı masanın 'bânisi' hüviyetindeki CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da bu yönde bir adaydan yana olduğunu her fırsatta söylüyor. Zaten Kemal Bey böyle bir aday olarak da doğrudan kendini tarif ediyor. Güçlü, birçok şeyi değiştirmeye muktedir bir aday yerine böyle bir adayı gerektirmeyecek şekilde sistemi değiştirmeyi vaat ediyor.

Altılı masa içinde böyle bir aday tasavvuruna en güçlü itiraz İYİ Parti'den gelmektedir. "Kazanacak aday" formülüyle sadece Kemal Bey'in adaylığı engellenmeye çalışılmamakta; her ne olursa olsun, yani seçimlerden sonra nasıl yönetirse yönetsin muhakkak kazanma ihtimali en güçlü ismin aday yapılmasını istiyor İYİ Parti çevreleri. Burada ibre zaman zaman Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu ve hatta Meral Akşener arasında dönüp duruyor. Şu an gelinen noktada İmamoğlu'na verilen karar dolayısıyla ve bu kararı fırsata çevirerek İYİ Parti-Ekrem İmamoğlu yakınlaşmasının en had safhada olduğu söylenebilir.

'Uzlaşmacı' addedilen aday profilinin muhalefet adına en temel riski seçim sonrasına dair koalisyonla yönetim vaat etmesidir. Özellikle Temel Bey'in 'eşgüdüm kurulu' açıklaması aslında liderler düzeyinde adı konmamış bir koalisyondur. Türkiye uzun süredir koalisyonla yönetilmediği için koalisyonun da aslında o kadar kötü bir şey olmadığı, hatta uzlaşı kültürünün oluşması adına müspet tarafları da olduğu bile dile getirilmeye başlandı. Ancak halkın ilgilendiği hiçbir kritik konuda ortak noktada buluşamayan altılı masanın vaat edeceği bir koalisyonun seçmen nezdinde teveccüh görmesi hayli imkânsız bir durum.

Ayrıca İYİ Parti dışındaki diğer altılı masa partileri bir yerde Kemal Bey'in adaylığına icbar edilmektedir. Zira bu partilerin oy oranı çok azaldı ve seçimlerde bir varlık gösterebilmeleri ancak CHP ile yapacakları ittifaka bağlı. Bu sebeple Kemal Bey'in adaylığına destek vermek bu partiler açısından kendi partileriyle elde edemeyecekleri birtakım kazanımlar anlamına da geliyor. Seçim sonrasında güçlü ve altılı masayla ilişkisi zayıf bir cumhurbaşkanı en başta bu partileri rahatsız etmektedir.

Hiçbir vaadi yok

'İcracı' olacağı varsayılan aday için en temel husus ise böyle bir adayın altılı masayla ve dolayısıyla bu masanın vaat ve taahhütleriyle kendini ne kadar sınırlı göreceği meselesinde yoğunlaşmaktadır. Bu profilde ilk akla gelen isim olan Ekrem İmamoğlu seçim sonrasında sistemin verdiği tüm yetkileri kullanmak isteyecektir. Altılı masanın vaat ve öngörülerinin aksine bir yönetim göstermesi kuvvetle ihtimal bir durum. Bu yüzden de muhalefet elitleri arasında 'kazanma' ihtimali en yüksek görülmesi hasebiyle bir sempati toplamakta; ancak herkes İmamoğlu'nun seçim kazanma dışında kendilerine bir şey vaat etmediğinin de farkında görünmektedir. Bu da muhalefet içerisinde İmamoğlu'na bir kesimin şüpheyle yaklaşmasına sebebiyet vermektedir.

Çelişkinin izleri

Altılı masanın nasıl bir aday istediği noktasında yaşadığı çelişkinin izlerini müşterek bir şekilde açıklanan anayasa değişikliği önerisinde de görmek mümkün. Bütün varoluş gerekçesini mevcut sistemi günah keçisi ilan etmek ve bunun karşısında güçlendirilmiş parlamenter sistemi inşa etmek üzerine bina eden altılı masa anayasa değişikliği önerisinde cumhurbaşkanını halkın seçmesini öngörüyor. Muhalif çevrelerin de itibar ettiği birçok anayasa hukukçusunun da kıyasıya tenkit ettiği gibi "güçlendirilmiş" sıfatıyla bezenen bir parlamenter sistem vaadinde cumhurbaşkanını halkın seçecek olması büyük bir çelişkidir. Zira parlamenter sistemin en büyük özelliği devletin başı olan makamın yetkilerinin sembolik olmasıdır.

Güç mücadelesinin tezahürü

Kaldı ki Türkiye'de cumhurbaşkanları asla sembolik kişiler ve cumhurbaşkanlığı da sembolik bir makam olmadığı gibi parlamento tarafından seçildikleri dönemde bile cumhurbaşkanları hep bir şekilde siyasetin içinde olmuşlardır. Özellikle kritik zamanlarda ve kararlarda cumhurbaşkanlarının gayet faal olduğu görülmüştür. Süleyman Demirel'in 28 Şubat sürecindeki tutum ve tavırları ile en 'naif' ve 'geri planda' addedilen Ahmet Necdet Sezer'in müdahaleci tavırları bunun yakın dönemdeki somut örnekleridir. Bu tavırları ve müdahalelerini de çoğunlukla 'devleti savunmak' şeklinde meşrulaştırmaya çalışmışlardır. Kendi halkının ve bu halkın seçtiği yasal temsilcilerin taleplerine karşı 'devleti savunmak' gibi oksimoron bir duruma düşmüşlerdir. O halde halkın oylarıyla seçilmiş bir cumhurbaşkanı asla sembolik yetkilerle yetinmeyecektir. Muhakkak aktif siyaset içerisinde olmak isteyecek ve olacaktır. Dolayısıyla cumhurbaşkanını halkın seçtiği bir sistem asla klasik bir parlamenter sistem olamaz. Hele "güçlendirilmiş" bir parlamenter sistem hiç olamaz.

Toparlamak gerekirse, altılı masanın en önemli sorunu kimi cumhurbaşkanı olarak görmek istediklerinden ziyade nasıl bir cumhurbaşkanı istediklerinde anlaşamamaktan ileri gelmektedir. Bu istekleri de büyük oranda partilerin kendi ikballeri ve kendi aralarındaki güç mücadelesinin bir tezahürüdür. O halde altılı masayı birleştiren ve birçok krize rağmen bugüne kadar gelmesini sağlayan en önemli saik masayı oluşturan partilerin mikro hesapları ve kendi aralarındaki mikro iktidar mücadelesidir. Adaylık ve parlamenter sisteme geçiş önerisi gibi en temel konularda bile farklı ve birbiriyle tevili zor tasavvurlara dayanmaları kendi aralarındaki mikro mücadele alanlarından kaynaklanmaktadır. Sanki seçim kazanılmış ya da kazanılması kesinmiş gibi birçok hamle ve hesabın seçim öncesine değil de seçim sonrasına göre yapılması da masanın en büyük sorunudur.

@Yunussahbazz