Adem'in Oğlu Abu ve Bağlılık Hasan filmleri etrafında Hac ile arınma, erdemli bir hayatın izleri

Ercan Yıldırım/ Yazar
6.09.2025

İnsan yaşamak istediği hayatı, neye talib olduğunu tercih edebilir, aslında insanlar seçtiklerini yaşarlar… İnsan Hasan gibi gayrı meşru kazanmayı, haramı, seküler yaşamayı, menfaatlerinin kölesi olmayı da… Abu gibi hem erdemli bir hayatı seçebilir hem hatalarından vazgeçip, günahlarına tevbe edip gündelik akışta kendini arındırmayı başarabilir; bu sadece bir tercih meselesidir.


Adem'in Oğlu Abu ve Bağlılık Hasan filmleri etrafında Hac ile arınma, erdemli bir hayatın izleri

Ercan Yıldırım/ Yazar

Günahlarından, hatalarından, bilinçli kötülüklerinden arınmak mı yoksa günaha düşmeden, kötülük yapmadan yaşamak mı insanı erdemli ve Müslüman kılar?

Arınmak, tevbe etmek şerri arkada bırakıp erdemleri çoğaltarak yaşamak İslam'ın, insanların yüksek övgüsüne mazhar olmuştur ama zaten faziletli yaşayanın makamını ölçebilecek kıstas insanlarda çok da bulunmaz.

Abu ve Hasan: İki farklı Müslüman-dünya

Adem'in Oğlu Abu ve Bağlılık Hasan filmleri bunların ikisine de tatmin edici cevaplar verir. Hindistan Müslümanlarından Abu ve hanımı ile klasik bir Anadolu insanı Hasan ve hanımının Hacca gitme niyetleri, Hac için para toplama çabaları, geçirdikleri maddi ve manevi süreçler Müslümanca yaşamayla, seküler yaşayıp Müslüman ritüelleriyle arınma çabası arasındaki farkı da gayet ortaya koyar. İki farklı insan, iki farklı Müslüman portresiyle, yaşam tarzıyla karşı karşıyayız.

Abu ve hanımı kendi küçük dünyalarında, helal lokma için meşru çabalarıyla varolmaya çalışır, üstüne bir de "birikim yaparak" aşkla ve geri dönmemek üzere Hacca niyetlenirler. Abu aşıktır, Yaradan'a, Hz. Peygamber'e aşıktır, kendini o bütünlüğe teslim etmek içindir aslında Hac.

Hasan ve hanımı ise babalarından kalan topraklar üzerinde tarım yaparken her tür gayrı meşru yolları kullanarak malına mal katmak için çabalayan, "zamanı ve sırası geldiği için" Hacca da gitmeye niyetlenen bir ailedir. 2000 sonrası durumu düzelen çevrenin, alt sınıftan orta ve orta-üst gruba geçen dindar-muhafazakarların maddi varlıklarını açığa çıkardıkları, kamusal dindarlığı en çok gösteren "ibadet", "araç" Hac olmuştur. Semih Kaplanoğlu'nun Bağlılık Hasan'ı bununla beraber Anadolu insanının tüm hayat gailelerini bir bir atlattıktan, "oğlanı kızı everip işlerini hal yoluna koyduktan" sonra Hacca gitmelerini de bariz şekilde vermiştir. Bu,imkanların sunduğu mecburiyetlerle kültürel Müslümanlığın zorunlu ve yargılanması en gereksiz kesişimlerindendir.

Abu geri dönmemek, Hac'da ölmek için yola çıkmaya niyetlenir, Hasan muhtemelen arınarak, resetlenerek, gelip kaldığı yerden devam etmek için!

Abu ve hanımı kapitalist ilişki biçimlerinin hemen hepsinden uzak, parayla ve maddiyatla ilişkisi zorunluluk içeren, bırakın kul hakkı yemeyi, insanları kırmaktan incitmekten çekinen, kimseye yük olmak istemeyen, tamamıyla meşru bir hayatı yaşarken Hasan ve hanımı sıradan bir Anadolu köylüsü prototipinde menfaati için her şeyi yapan, çıkarcı, ucuz kazançlar peşinde, ispiyoncu, kul hakkı yemekten çekinmeyen dahası bunu bir hayat tarzı haline getiren, hakkına rıza göstermeyen, Allah'ın razı olmadığını bildiği halde yine de yapan bir ailedir.

Hasan'ın günlerini "saf kapitalizm" belirlerken Abu'nun ömrünü ve eylemlerini saf İslami niyet şekillendirir.

Abu için doğa, çevre, dünya birlikte nefes alınıp varolunacak Allah'ın eşit ve denk nimetleriyken Hasan için tarla, elma, çevre birer kapitalist nesne, üretim ve kazanç aracıdır.

Erdemli ve gayrı meşru hayatlar

Abu'nun gayrı kapitalist bir hayatı yaşadığı yaptığı işle de anlamlıdır; Abu çoğunlukla seyyar şekilde güzel koku ve kitap satarak geçimini temin ederken hanımı Aysu inek bakıp süt satarak hem varoluşlarına hem Hac birikimlerine katkı sağlar.

Hasan geçimini topraktan sağlar ama kapitalist ilişki biçimlerinin yani gayrı meşru olanın hepsini uygular. Dara düştüğü için toprağını yok pahasına satışa çıkaran komşusunun şeftali bahçesini yalanlarla "ucuza kapatır." İslami olan dayanışmadır, komşusunun, Müslüman kardeşinin ihtiyacını gidermesi için "koltuk çıkması" gerekirken Hasan, Yol Ayrımı'nda da işlenen batan şirketi yok pahasına alıp zenginleşme metodunu uygular. Hasan çalıştırdığı işçisine malından çalma iftirası attığı gibi parasını da vermemiştir. Yüksek gerilim hattı kendi toprağından geçecekken Hasan, araya torpil sokarak direklerin abisinin tarlasına dikilmesini sağlamış, aç gözlü bir uyanıktır. Öyle ki kasabadaki ayakkabıcının parasını bile unutmuş numarasıyla vermeyen bir vurguncudan bahsediyoruz. Hatta Hasan'ın karısı da onun gibi "çarpıcı"dır, el işi yaptırdığı kadının parasını güya istediği gibi yapmadığı için kesmeye yeltenen, parasını biriktiren bir eş var karşımızda.

Abu ve hanımı şuurlu bir Müslümandır, her tür ibadetini yaptığı gibi her nefesi Rabbiyle birlikte alır.

Hasan ve hanımı kültürel Müslümandır, belirli gün ve haftalara, bazı simge ve ritüellere dayanan laik-seküler bir hayat yaşarlar.

Abu ve eşi Hac için, ahret için, gerçek dünya için varolurken Hasan ve hanımı biriktirmenin, sahip olmanın, "dünyayı karnına koyma"nın derdindedir.

Abu ve karısı birlikte çalışıp aynı sandığa paralarını atarak "tasarruf"ta bulunup hayatı kazanırken Hasan ve hanımı birbirlerinden para kaçırırlar. Tabii Hasan, hanımını da çarpar... eşinin para sakladığını gizlice gören Hasan Hac bütçesini "denkleştiremediği" gerekçesiyle karısının parasını ister, burjuvaya has hin gülüşle de alır.

Abu Hac için helalleşme turuna çıktığında herkes gönül rahatlığı içinde hakkını helal eder. Hatta bir zaman sınır kavgası verdiği kuzeni kendi suçunu, tarla sınırını mahsus kaydırdığını itiraf eder, ölüm döşeğinde bir türlü ölememesini Abu'nun gelmesine, bu itirafa bağlar. Hasan helallik almaya çıktığında hakkını yediği abisinin Alzheimer olduğundan akli dengesini yitirdiğini, helallik alamayacağını anlar. İftira attığı çalışanı da hakkını helal etmez.

Sinematografinin anlatıma etkisi

Adem'in oğlu Abu mazlum bir adamdır fakat bu mazlumluğu aslında seçilmiş bir garibanlıktır. Polise pasaport için rüşvet verilmesi gerektiğinden habersiz, kendisini yargılayanlara çay ısmarlayan "Allah'ın adamı" tipolojisindedir Abu. Kabul etmek gerekir ki, Abu'nun bu hasletini çevresindeki zenginler de takdir eder, keresteci, Abu'dan aldığı ağaç kalitesiz çıksa da anlaştığı parayı yine de vermek ister... Hac şirketi sahibi para eksik olmasına rağmen yine de onları götürmeyi teklif eder. Ama Abu o derece "sağlam bir Müslümandır" ki, her ikisinin iyilik tekliflerinin arkasındaki "küçük çıkar ve dünyevilikleri" görür, Hac şartlarını karşılamadığını bilir,kabul etmez.

Bütünüyle gayrı kapitalist bir hayat yaşayan Abu'nun oğlu modern dünyada Müslümanların kendi iç çelişkilerini gösterecek tarzda ele alınır; dindar kapitalizmin merkezlerinden Dubai'ye gitmiş, ana-babasını aramayacak kadar yeni bir hayat kurmuştur. Abu ve eşinin en büyük yarası, modern dünyanın remzlerinden biri... vefasız evlattır.

Adem'in Oğlu Abu'da da Bağlılık Hasan'da da pek çok simge, sembol, görüntü anlatımı güçlendirir.

Semih Kaplanoğlu'nun daha mistik, gizemli ve simgesel bakışı Hasan'ın sekülerliğini kurtarmaya yetmezken Salim Ahmet'in hikmet merkezli anlatımı Abu'nun hikayesi ve varoluşuyla denkleşmesini sağlar.

Salim Ahmet'in filmi, sinematografisi, renkleri, kareleri, ışıkları, sahneleri, görüntüleri, ezanları, sekineti, harika doğa görüntüleriyle Abu'nun aslında dünyadaki cennette yaşadığını anlatırken Semih Kaplanoğlu'nun filmi sarı-sıcak-bunalımlı-gergin görüntüleri ve anlatımıyla Hasan'ın aslında zaten bir cehennemde yaşadığı izlenimini iyi besler.

Abu güzel koku ve kitap satarak hayatını kazanmaya çalışırken Hasan elma bahçesinde yani günahın tam ortasında mal temerküzü derdindedir.

Kapitalist ilişki biçimleri ve Türkiye gerçeği

Her iki filmde ülke ve toplum gerçekliğini çok bariz biçimde ele alır.

Kaplanoğlu zaten hemen tüm eserlerinde olduğu gibi Bağlılık Hasan'da da hem kapitalist dünya sistemi ve insanın gidişatını hem kendi toplumunun yaşama tarzını, sorunlarını, varoluş buhranlarını bu toprakların kadim kökleri eksenindeki gerçekliğiyle ele alır. Bağlılık Hasan'da filmle örtüşen Türkiye gerçeğinin prototipleri de işlenir. Elektrik şirketi elemanlarının tutumları, bürodaki sorumlunun Hasan'ı önce tepeden bakıp küçümseyip reddettikten sonra "yukarıdan aranınca" bir anda tavrını değiştirmesi, kariyer ve para sözkonusu olunca insanların ve makam sahiplerinin her tür "kesinlikle olmaz"ı, "bir yolu bulunur"a getirmesi çok iyi verilmiş. Müftülük memurunun, bankacının, kabzımalın "görev ahlakı", emekli hakimin "adaletsizliği" kul hakkına yatkın bir yapımız olduğu gerçeğini de gözler önüne serer.

Adem'in Oğlu Abu'da tarım geleneksel yöntemlerle yapılır, doğa en saf haliyle görünürken Hasan'da toprakla ilgilenenler bile kimyasaldan, ilaçlamadan, suni olan herşeyden, doğanın tahribinden hiç çekinmez; insanımız tarlayı tapanı satıp şehre yani konfora çekilmeyi bir yüksek seviye sayar.

Semih Kaplanoğlu kapitalist ve aslına bakılırsa neoliberal kültürün Türkiye'deki baskınlığını, bireyin kapitalizme teşneliğini, buna mukabil bireysel karşı çıkışları da ele alır. Yakın çekimler, insan portreleri, fotoğraf kareleri, geniş planlarda doğanın içindeki insan varoluşu, beyhudeliğin dış çevrenin kapsayıcılığıyla belirginleşmesi, geçiciliğin, insandan başka varoluşun bulunuşunun, biraz yavaşlamamız gerektiği hatta aslında huzurun özne haricinde daha güçlü geliştiği yaprak hışırtıları, su sesi, kuş cıvıltıları, kaplumbağa yürüyüşü, rüzgâr sesleriyle anlatılır.

Her iki filmde de erkeklerin yanında ve arkasında eşleri, kadınlar bulunur. Kadın aslında iyi ve kötünün şekillenmesinin ana etkenlerinden biri olarak da arka planda, alt metinde işlenir. Her tür gayrı meşruyu gerçekleştiren Hasan'ın hanımı da aynı yolun yolcusuyken Hac yolunda aşkla yürüyen Abu'nun karısı da kendisi gibidir.

Hac arındırır mı; arınmış bir hayat imkansız mı?

Abu ve eşi evlerinin önündeki ağacı kestirip satarak Hac bütçesini tamamlama hesabı yapmışlardı. Keresteci ederinden fazla verdiği ağacın içinin boş çıktığını söyleyince Abu paranın geri kalanını almaktan, Hacca gitmekten vazgeçer. Abu ender yaptığı bir hata ve günahı nedeniyle Mekke'ye, Medine'ye varamazken Hasan o kadar haram yüküne rağmen muhtemelen Kabe yollarına düşecektir.

Abu'nun felsefesi hikmettir; ağacı keserek Hacca gitmenin meşru olmadığını düşündüğü için önce arınıp sonra Kabe'yi görmeye niyetlenir. Abu fakir ama "mertebesi yüksek bir şahsiyettir."

Dünyada hiçbir yükü olmadan, arınmasını gerektirecek kul-evren-doğa hakkı bulunmadan varoluşunu Hacla bütünleştirmeye çalışır. Hikmetle yaşar, Allah ile Allah'ın yarattıklarıyla uyumlu varolmak için nefes alıp verir.

Gayrı meşruluğu normalleştiren Hasan'ın tevbe edip etmediğini haliyle arınıp arınmadığını bilemiyoruz ama Abu hem meşru bir hayat sürmüş hem hatasını telafi ederek kestirdiği ağacın yerine yenisini dikerek tevbe etmeyi yani arınmayı da başarmıştır.

İnsan yaşamak istediği hayatı, neye talib olduğunu tercih edebilir, aslında insanlar seçtiklerini yaşarlar...

İnsan Hasan gibi gayrı meşru kazanmayı, haramı, seküler yaşamayı, menfaatlerinin kölesi olmayı da... Abu gibi hem erdemli bir hayatı seçebilir hem hatalarından vazgeçip, günahlarına tevbe edip gündelik akışta kendini arındırmayı başarabilir; bu sadece bir tercih meselesidir.