Adı güzel, gidişatı kötü bir masal: IRINI Operasyonu

Prof. Dr. Nurşin A. Güney/ Nişantaşı Üniversitesi
28.11.2020

Türkiye ile karşıtlık AB'yi normsal, hukuki çerçevesinin dışında oyun oynamaya zorluyor; bu oyunu da iyi beceremiyorlar. Adları güzel masallar, SOPHIA ve IRINI'nin hedefini bulması isteniyorsa, hikmet ve barış içerisinde bir AB arzu ediliyorsa AB hızla Türkiye ile yakınlaşmanın yolunu bulmalıdır.


Adı güzel, gidişatı kötü bir masal: IRINI Operasyonu

Türkiye-AB ilişkilerinin son yıllarda zorlu bir dönemden geçtiği kabul edilir bir olgu. Ancak, Brüksel-Ankara ilişkilerinin eski coşkusunu ve heyecanını kaybetmesinin tek nedeni iki tarafın farklı jeopolitik hayaller kurması değil. Son yıllarda AB bürokrasisini de etkileyen, örneğin Borell’in kaleminden okuduğumuz “Ruslar geliyor, Çinliler geliyor, Türkler geliyor kolaycılığı” aslında AB’nin giderek karmaşıklaşan ve sorunlara boğulan dış ilişkilerinin Avrupa kamuoyu gözünde aklanma çabası.

AB dış ilişkilerinde başarısız

Sonuçta ardında Avrupa siyasal kültürünün mirasını taşıyanlardan, daha iyi bir mazeret, daha güçlü argümanlardan beklerdik. Ve lakin AB bürokrasisinin tepesinde dahi otursanız, AB’nin niçin ortak güvenlik ve savunma politikası geliştirme konusunda bu kadar başarısız olduğunu açıklamak kolay değil. Üstelik AB başarısızlığına rağmen ABD ile de Rusya ile de Türkiye ile de sorunlar yaşamaya devam ediyor.

Alternatif politikalar

AB’nin alternatif bir politika üreterek İran’ı, Beyaz Rusya’yı, Filistinlileri filan ikna etmediğini, bu aktörlerin merkezine oturduğu sorunların Trump ABD’si tarafından ya güç kullanılarak ya da Rusya’nın sahasına bırakılarak başka bir mecraya taşındığını biliyoruz.

2001’den bu yana yani yaklaşık 20 yıl boyunca farklı inisiyatiflerle sağlanmaya çalışılan Dağlık Karabağ sorununun çözüm düğümünü kesmek de nihayetinde Moskova ve Ankara’ya kaldı. Bu resmini çizdiğimiz başarısızlık AB’yi kendi sınırlarını koruma misyonuna doğru itiyor ve bu da AB’nin en azından komşuları ve bölgenin askeri yetenekteki güçleri ile düzeyli bir diyalog tutturacağı beklentisini doğuruyor. Nitekim bu diyaloğun kanalları da var: ABD için NATO, Türkiye için ticaret ve güvenlik ortaklıkları hatta üyelik süreci, Rusya için enerji işbirliği. Fakat beklentilerin aksine, AB’nin çevresi ile diyaloğu ölçülü, zamanlı ve sakin olmuyor bir türlü. Bunun nedenini, AB’nin her tarafında ayrı bir çark dönen bürokratik bir dev olmasında, bürokratların ve Avrupa adına konuşma özgürlüğünü kendinde bulan siyasetçilerin oyun alanına dönmesinde bulanlar var. Bu atıllığın, çok şey söyleme, çok rapor yazma ve çok sınırlı olumlu sonuç üretme atıllığının AB’nin dönüştüğü bürokratik otokrasi hali ile yakından ilişkisi var elbette. Ama asıl sorununun AB’nin yaratmaya çalıştığı norm evreni ile kabiliyetleri arasındaki büyük uçurum olduğunu söyleyenlerdenim.

AB’nin norm evreni

Avrupalıların, kendilerini merkeze oturtan bir norm ve bu normları eyleme döken politikalar evreni yaratma çabaları zaman içerisinde farklı nedenlerle gerçekleşti. Başlangıçta Avrupalılar, bu norm evreni ile küresel siyasette liberalleşme adına bir şeyler söyleyebilecek bir aktör olacaklarını hayal ediyorlardı. Bu gerçekleşmediğinde bari Avrupa evinin çevresini koruyan norm ve politikalardan bir çit inşa edelim dediler. Milliyetçi hırslar yüzünden AB normlarını çatlatan olağan şüpheli olarak sadece Fransa’ya bakmak da doğru değil. Kazanç, etkinin yayılması ve birileri (Bulgaristan, Macaristan, Slovakya vb) çitin dibinde eşelenirken çiti geçip Ortadoğu ve Afrika’da at koşturabilme hülyası farklı AB ülkelerini etkisi altına aldı. Dolayısıyla AB, ortak savunmacı politikalar üretme amacından da uzaklaştı. Sonuçta AB, Ortak Güvenlik ve Savunması adına; güzel isimler, amorf politikalar, kötü sonuçlar üreten bir yapı halini aldı ve son yaşanan IRINI hadisesi de bu resmin bir parçası.

23 Kasım tarihinde vuku bulan hadise bu çerçevede AB operasyonlarının hedefi ne ve bu hedeflerin altını sahada AB neden dolduramıyor sorusunun bir kere daha sorulmasına neden oldu. Öte yandan hadise Türkiye’nin haklarına karşı bir eylemi barındırdığından, AB politikaları ve gücü bazı AB üyesi ülkeler tarafından kendi öznel Türkiye karşıtı politikalarını göstermek için kullanılıyor mu sorusunu akla ister istemez getirdi. Bu iki sorunun birbiriyle bağlantılı olduğu bir Akdeniz jeopolitiği içerisinde yaşadığımız da bir gerçek.

Hadisenin özünde Türkiye bandıralı MV Roseline A adlı ticaret gemisinin, IRINI Operasyonu kapsamında Hamburg isimli Almanya’ya ait savaş gemisi tarafından Ankara’nın yani bayrak gemisinin izni olmaksızın uluslararası hukuka aykırı bir biçimde durdurulmuş ve aranmış olması yatıyor. Gemi aranırken çekilen görüntülerden gemi mürettebatının da sorguya çekilmiş olduğunu anlıyoruz. Söz konusu gemi İstanbul’dan Libya’nın Misrata Limanı’na boya, boya malzemesi ve insani yardım malzemesi taşıyan sivil bir ticaret gemisiydi ve gemiye müdahale Bingazi Limanı’nın 160 deniz mili kuzeyindeki uluslararası sularda gerçekleşti. Türkiye durumu derhal protesto etti. Protestosunun nedenlerinden biri uluslararası deniz hukukunun mihenk taşı olan ticari gemilerinin seyrüsefer güvenliği ilkesinin çiğnenmesiydi. Nitekim, IRINI Operasyonu bünyesinde hareket eden denetim unsurlarının her gemiyi durdurmadığını, dahası Libya’nın doğusunda Hafter güçlerine silah ve mühimmat sevkini nasılsa kesemediklerini biliyoruz. Dolayısıyla sivil amaçlı bir ticaret gemisinin yasadışı bir operasyonun parçasıymış gibi durdurulması, serbest ticaret rejiminin güçlenmesi fikrine dayalı AB için kibar deyimi ile haddini aşmış, özürlü bir hareket, daha kabaca kirli propagandanın parçası olmaya aday yanlı bir tutumdur. Ayrıca, IRINI Operasyonu’nun dayandırıldığı meşruiyet kaynaklarından biri olarak görülen BM Güvenlik Konseyi’nin 2292 sayılı kararı ve AB’nin IRINI Operasyonu’nu yetkilendirme kararları, operasyonun icrasında hem Libya’nın meşru hükümeti olan UMH ile koordinasyonu hem de denetleme eylemi öncesi bayrak devletinden izin alma zorunluluğunu getirmektedir. AB’nin dört saatlik bekleme süresi üzerinden kendi hukuki çerçeve ve yetkisini genişletme girişiminin Ankara’yı ciddi ihlal karşısında yatıştırmadığını hem Türkiye’nin Ankara’daki AB, İtalya Büyükelçileri (Operasyon merkezi Roma’da) ile Alman Maslahatgüzarına verdiği notadan hem de Dış İşleri Bakanı Çavuşoğlu’nun konunun hukuki ve siyasi alanda takipçisi olacakları yönündeki sözlerinden anlıyoruz. IRINI Operasyonunun nispeten yeni bir operasyon olarak UMH ve Ankara nezdinde yola kötü bir başlangıç yaptığı ve kendisine yönelik AB içerisinden ve Ankara’dan gelen eleştirileri haklı çıkardığı görülüyor.

Bilindiği gibi IRINI Operasyonu AB Donanma Gücünün Akdeniz’deki operasyonlarının (EUNAVFOR MED) ikincisi. Pek çok yazarın andığı gibi güzel bir kelimeyi, barışı, isim olarak seçiyor AB bu operasyon için ve IRINI kapsamında operasyonel olan gemi, uçak ve uyduları aracılığıyla BM’nin Libya’ya yönelik silah ambargosunun ihlalini önleme misyonu ile yola çıkıyor. Aslında Operasyonun görev tanımı sadece silah ambargosunun denetlenmesini kapsamıyor. IRINI’nin görev tanımının içerisinde ayrıca a)- Libya’dan petrol, ham petrol ve rafine edilmiş petrol ürünlerinin yasadışı ihracatını izlenmesi ve bunlar hakkında bilgi toplamak, b)-Libya Sahil Güvenlik ve Donanmasının kapasitesinin geliştirilmesi ve eğitimine katkıda bulunmak ve c)-Uçaklarla bilgi toplama ve devriye gezme yoluyla kaçakçılık ve insan kaçakçılığı ağlarının işlemesini engellemek de var. Kısaca 31 Mart 2020’de yani Berlin’deki Libya Zirvesindeki başarısızlığın ardından göreve başlayan IRINI Operasyonu bir taşla birden fazla kuşu vurmayı hedeflemekteydi.

Gerçekleşmeyen hedefler

İlk kuş, silah ambargosunun denetlenmesi aracılığıyla Berlin’de başarısız olunmuş AB aracılığıyla sağlanacak bir çatışma çözümü modeline geri dönülmesi umuduydu. Berlin’de ve sonrasında Türkiye, Libya’da hedef uluslararası hukukun meşru kıldığı UMH hükümetinin desteklenmesi ise bunun nasıl başarılacağını aslında göstermişti. Dolayısıyla IRINI Operasyonunun ilk kuşunu (cılız bir barış güvercini olsa gerek) vurup düşüren, UMH ile koordinasyonda olmak bir yana UMH’yi devirmek için Libya sathında darbeci bir generali destekleyen bazı AB güçleriydi. Fransa’nın Hafter sevgisinin Libya’daki Fransız çıkarlarından kaynaklandığı bilinmekle birlikte Hafter’i desteklenme koalisyonuna Yunanistan ve Güney Kıbrıs (Hafter’in baş silah sağlayıcısı BAE’nin yeni savunma ortakları) gibi güçlerin dahli Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin deniz yetki alanlarındaki haklarının gaspıyla ilgili -şimdi AB’nin Sevilla Haritası üzerinden reddi miras ettiği- öznel ve gerçekleşmesi imkânsız “more nostrum” hayallerini içeriyor. AB’nin Sevilla Haritasını yaklaşık 16 yıldan sonra reddetmesinden anlaşılacağı üzere, Akdeniz’de Türkiye’yi çevreleme olasılığı Ankara tarafından yok edildiği andan itibaren AB üyesi ülkeler Akdeniz’de Ankara ile yan yana mı, karşı karşıya mı gelecekleri konusunda kafa karışıklığı yaşıyorlar. Sonuçta bu kafa karışıklığı Korsika’dan gelecek AB Liderler Zirvesine şimdilik kapanmamış bir Türkiye yarığı biçiminde yansıyor ve IRINI’nin ilk ölü kuşunu tabiri caizse, her ağzını açtığında Ankara, Ankara diye sayıklayan bir hayalet haline getiriyor. Bu gidişatı öngörmüş Malta’nın IRINI operasyonuna hiç katılmamayı tercih etmesi, Operasyonun bir yıllık yetkisi dolduktan sonra akıbetinin de ne olacağına dair ip ucu veriyor.

SOPHIA’nın kötü hatıraları

IRINI’nin hedeflediği ikinci kuş, AB’nin Donanma Gücünün Akdeniz’deki ilk operasyonu olan SOPHIA’nın başarısızlığını telafi etmekti. SOPHIA (yine güzel bir isim ile, Hikmet ismi ile) 22 Temmuz 2015 de AB’nin mülteci meselesiyle ilgili sürdürdüğü politikanın bir parçası olarak devreye sokulmuştu. Bu operasyonunda merkezi de Roma’ydı ve Suriye ve Libya’daki savaşların neden olduğu yıkım daha çok insanı Akdeniz’e botlarla açılmaya iterken bu dalga ile nasıl baş edileceği konusundaki arayışın bir sonucuydu. Hatırlanacaktır bu tarihler Türkiye’nin Suriye’de DAEŞ ile mücadele konusunda önerdiği rol haritasının ABD başta olmak üzere Batı tarafından hiç düşünülmeden reddedildiği bir dönemdi ve Türkiye’nin mülteci sorunu konusundaki ortaklık önerileri tam adresini bulmuyor, AB Türkiye’ye yönelik sorumluluklarını yerine getirmiyordu. Bu kargaşada Akdeniz mültecilerin boğulduğu, boğulmaya mahkûm edildiği bir yer haline dönüşmüştü ve AB içerisinde birileri AB normları adına kendilerini kötü hissediyordu. Sonuçta SOPHIA, 500 Libyalı kıyı muhafızına eğitim vermeyi başardı. Ancak SOPHIA’yı destekleyenler daha başarılarının mutluluğunu yaşayamadan AB çevreleri SOPHIA üzerinden derin bir görüş ayrılığının içerisine gömüldü. Bir grup AB ülkesi SOPHIA’nın havadan gözlem gücü olarak, AB’yi mültecilerden korumak için kullanılması gerektiğini savundu. Öte yandan bir başka grup ülke SOPHIA’nın deniz gücü olarak Akdeniz’de var olması böylece AB’nin insan hakları ve sivilleri kuruma odaklı programının merkezi olması gerektiğini söylüyordu. Brüksel’de herkes birbirini AB ülküsüne ihanet etmekle suçladı, uzun toplantılar yapıldı ve SOPHIA sessizce sonlandırıldı. 2018 yılından IRINI’nin doğduğu 2020’ye kadar AB, Akdeniz’i havadan denetlemekle yetindi. Tabi bu durum, hem AB’nin Ortak Savunma ve Güvenlik Politikası geliştirme derdindeki üyeleri, hem de AB’nin Akdeniz’de bir alan kapatma gücü olarak var olması gerektiğini savunanlar için kötü bir haberdi. Bu nedenle SOPHIA’nın ardından IRINI’ye sarılındı.

IRINI’nin SOPHIA gibi, üstelik bu sefer bazı üyeleri katılmaktan dahi meneden ayrılıklar üzerinde sallantılı bir zeminde hayat bulduğunu daha önce söylemiştik. Dolayısıyla SOPHIA’nın sona ermesine neden olan AB üyeleri arasındaki uzlaşı yoksunluğu IRINI operasyonunun başından itibaren geçerliydi. Ancak sakat ve yaralı da olsa IRINI misyonu AB’nin Akdeniz’de bayrak göstermesi olarak lanse edildi ve bir başarıymışçasına alkışlandı. 2-3 gemiyi durduklarını ve onlarda da hiçbir şey (silah, petrol, mülteci vb) bulamadıklarını biliyoruz. Şöyle söylenebilir, IRINI Misyonunun bugüne kadar en çok ses getiren operasyonu Roseline A’nın durdurulmasıyla başlayan ve neye hizmet ettiği (AB’nin istihbarat açısından çuvalladığını göstermesi, Uluslararası hukuk açısından kabahatli konuma AB’yi getirmesi ve UMH ile koordinasyonsuzluğunu sergilenmesi dışında) anlaşılamayan son vukuatı oldu.

Kapatma gücü

IRINI’nin sahadaki uygulaması AB’nin Akdenizde’ki varlığına hizmet etmediği için, Operasyon AB’nin Türkiye zirvesi öncesi bazı AB ülkeleri tarafından kendi gündemleri için kullanılıyor mu sorusunu da sorulmasına neden oldu. IRINI’nin AB ile ilgili sıcak mesajların verildiği bir döneme denk gelmesi de bu yöndeki soruların daha yüksek sesle dillendirilmesine neden oldu. Gerçekten de IRINI’nin Libya’daki amaçları adına hiçbir katkı sağlamayan son vukuattı, Türkiye özelinde farklı farklı okunabilir. Nitekim bu vukuatı Yunanistan’ın AB operasyonlarını Türkiye aleyhine kullanabilirim mesajı olarak okuyanlar da, AB içerisinde Almanya ve İtalya ile Türkiye’nin arasını açma çabası olarak okuyanlar da var. Bu okumaların arkasındaki mantığın yanlış olduğunu söyleyemeyiz ancak bizi özelikle jeopolitik mücadele söz konusuysa sonuçlar süreç kadar ilgilendiriyor. Sonuç da bize şunları söylüyor: 1)- Türkiye uluslararası topluma ve AB’ye her zaman diyalog kapısını açmıştır. Ancak bu Türkiye’nin Akdeniz’deki hak arayışını ve alan kapatma gücünü durdurduğu anlamına gelmez. 2)- IRINI Operasyonu göstermiştir ki Türkiye’nin sahip olduğu alan kapatma gücüne Akdeniz’de AB sahip değildir. Dün Fransa’nın radar sinyalleri konusunda söylediği yalan, bugün sivil bir ticaret gemisini durdurma/arama girişimi bu basit gerçeği örtemez. Biz biliyoruz ve AB uzmanları da AB’nin askeri ve istihbaratı yetersizliklerini biliyor. 3)- SOPHIA ve IRINI; AB normları, AB’nin ortak savunma hayalleri konusunda AB üyeleri arasında derin ayrılıklar olduğunu göstermektedir. IRINI’nin kâğıt üzerindeki misyonları AB politikaları konusunda Malta’yı bile ikna edememektedir. 4)- AB tüm bu görüş ayrılıkları arasında Türkiye ile ilişkiler konusunda derin bir ayrışma yaşıyor. Bir yanda Fransa, Yunanistan ve GKRY’nin gerçekleşmeyen projeleri, diğer yanda İspanya, Portekiz, İtalya, Macaristan ve Bulgaristan’ın Türkiye ile para kazanma hayalleri. Gelecekte hangisinin daha çekici geleceğini tahmin etmek zor değil. 5)- Türkiye ile karşıtlık AB’yi normsal, hukuki çerçevesinin dışında oyun oynamaya zorluyor; bu oyunu da iyi beceremiyorlar. 6)- Adları güzel masallar, SOPHIA ve IRINI’nin hedefini bulması isteniyorsa, hikmet ve barış içerisinde bir AB arzu ediliyorsa AB hızla Türkiye ile yakınlaşmanın yolunu bulmalıdır.

[email protected]