Afetlerde dezenformasyon sorunu

Recep Durul / Yazar
10.03.2023

Ailesi deprem yaşamış farklı kentteki bir kişinin yakınlarından sağlıklı olduklarına dair haber alana kadar geçen sürede yaşadığı azabı tahmin etmek mümkün mü? Peki yakınlarına ulaşamayan kişi ne yapar? Sosyal medyaya sarılır... ve ikinci felaket başlar.


Afetlerde dezenformasyon sorunu

Üzerinden neredeyse çeyrek asır geçmesine rağmen 99 depremi hepimizin hafızalarında daha tüm tazeliği ile duruyordu aslında. 99 depremini yaşamış olup da hangimiz İzmit'ten, Gölcük'ten ya da Düzce'den geçerken 17 Ağustos ya da 12 Kasım'da yaşananları hatırlayıp şöyle bir iç geçirmiyoruz... Yıkılan otoban ve köprüler, devrilen minareler, sulara gömülen binalar...

99'un hafızalarımızda bıraktığı acı tortuyu daha tam hafızalarımızın derinliklerine atamadan yaşadık 6 Şubat depremini. Bu sefer deprem Marmara Bölgesi'nde olmadı ama Edirne'den Kars'a kadar tüm ülkenin yüreğine bıçak saplandı. Olayın sıcaklığı ile ne olup bittiğini anlamaya çalışırken deprem bölgesinde olmayanlar olarak hepimizin eli önce TV kumandalarına, sonra da sosyal medyaya gitti... Ve ondan sonra deprem kadar yıkıcı bir sürece girdik. Korkunç bir dezenformasyonla, doğru bilgiye ulaşmak şöyle dursun, korkunç bir provokasyonla ne olduğunu anlamaya çalıştığımız felaketi zihnimizde bir türlü bir yere oturtamadık. Yanlış bilgilendirme ve panik havası o derece arttı ki sahte haberler havada uçuşurken yalan haberler barajların kapaklarının açılıp kentlerin su altında kalacağına kadar uzandı. Kimin ne elde ettiği bilinmeyen bu iğrenç provokasyonlar sonucunda doğal olarak paniğe kapılan insanlar, yardım ekipleri, yardım araçları kenti terk etmeye başladılar. Yaşanan panik havası geçesiye kadar belki de kurtulma ihtimali olan enkaz altında bir can daha son nefesini verdi.

Panik ve sosyal medya

"Yangında ilk kurtarılacak şey soğukkanlıktır" diye çok güzel bir söz vardır. Gerçekten de insan doğası gereği beklenmedik olaylar, ani korku ve kriz anlarında çok büyük paniğe kapılır. En olmadık şeyleri yapar, ya da yapması gerekenleri hep unutur. Patlayan tüpü eliyle tutmak isteyenlerden depremde paniğe kapılıp 5. kattan atlamaya çalışanlara kadar aklıselimle yapılmayacak birçok eylemle karşılaşırız. Panik sadece olayı yaşayanla kalmayıp, yakınları da sarar. Ailesi deprem yaşamış farklı kentteki bir kişinin yakınlarından sağlıklı olduklarına dair haber alana kadar geçen sürede yaşadığı azabı tahmin etmek mümkün mü? Peki yakınlarına ulaşamayan kişi ne yapar? Sosyal medyaya sarılır... ve ikinci felaket başlar. Çünkü okudukları panik halindeki depremzede yakınının kanını donduracak cinstendir...

İnternetin henüz keşfedilmediği yıllarda olağan dışı bir durum yaşandığında olay ya akşam saati TV'lerde ya da ertesi gün gazetelerde açıklanırdı. Bu durum, doğal bir filtrelemeyi getirir ve olayın ilk andaki harareti ile yanlış bilgilenmeye sahip olmak ya da hatalı bilgi ile çevresini beklenmedik şekilde galeyana getirme gibi durumlar pek sık görülmezdi. Ancak internetin hayatımıza girmesi ile birlikte hızla artan sosyal iletişim ve sosyal medya enstrümanları, diğer tüm iletişim araçlarından çok daha hızlı şekilde insanların bilgiye ulaşmasını sağlarken, beraberinde hatalı, eksik ve hatta kötü niyetli şekilde topluma yanlış bilgiyi boca ediyor. Hızla yayılan twitler ya da whatsapp mesajlarının doğrulunu teyit etmeye vakit bulamadan bir yenisi ile sarsılıyoruz.

Doğru iletişim nasıl mümkün?

Kahramanmaraş depreminde de benzer durumları müşahede ettik. Tarihimizin en büyük deprem felaketlerinden biri ile sarsıldığımız bu olayda deprem anı, deprem sonrası ilk hararetli saatlerde ve ilerleyen günlerde yaşadığımız hadiseler bu durumu fazlasıyla teyit ediyor.

Böyle olağanüstü dönemlerde yanlış bilgilenmeyi önlemenin yolu internet üzerinden iletişimi tamamen kesmek değil elbette. Zira bilhassa enkaz altında sağ kalan depremzedeler, sosyal medyayı yerlerinin tespiti için çok etkin şekilde kullandılar. Demek ki sosyal medyanın doğru şekilde kullanıldığında hayat kurtarmaya katkı sağlayan tarafları da olabiliyor.

Depremin üzerinden yaklaşık bir ay geçmişken, "afet döneminde devlet-toplum yeterince doğru iletişim içinde olabildik mi?" sorusunu kendimizi sormamızda fayda var. Burada elde edeceğimiz tecrübeler hiç kuşkusuz bundan sonra yaşama ihtimalimiz olan diğer felaketler için de önemli bir yol gösterici olacak.

Algı yönetimi

Sosyal medya üzerinden iletişimi tamamen ortadan kaldırmamız mümkün olmadığına ve yazılan her twiti ya da gönderiyi okuyup kontrol etme imkanımız olmadığına göre, hızla yayılacak dezenformasyonu engellemek üzere toplumun doğru şekilde bilgilendirilmesini sağlayacak bir iletişim ağının hızlıca tesis edilmesinde büyük yarar var. İnsanların panik içinde her bilgi kırıntısına ihtiyaç duydukları bir anda, doğal olarak her türlü algı yönetimine açık olabiliyorlar. Bunun önüne geçmenin en etkin yolu toplumla doğru, samimi, sıkı iletişim içine girerek kişilerin endişe ve meraklarını giderici ve tatmin edici açıklamaları sık aralıklarla tekrar etmek olacaktır.

Depremin ilk saatlerinde AFAD yetkilisinin sık sık ekrana çıkarak toplumu bilgilendirmesi oldukça etkili idi. Keşke yetkili ağızlardan yapılan bu bilgilendirmeler belli bir periyotta felaketle ilgili hararetli süreç tamamlanana kadar istikrarlı şekilde devam edebilseydi.

Bilgilendirmenin doğru ve sık şekilde yapılması, yardım, destek, malzeme ve araç aktarımı gibi yönelimlerin de hızlı ve doğru bir koordinasyonla yapılması açısından oldukça önemli.

Öte yandan, kendi imkanları ile kurtulan ya da enkazdan sağ olarak çıkmayı başaran depremzedelerin sağlık muayenelerinden geçirildikten sonra, enkaz altında yakını olma, enkazda değerli eşyası olma gibi kendilerini bölgeye bağlayıcı bir zorunluluk yoksa hızla afet bölgesinden uzaklaştırılmalarında ve daha güvenli sıcak yemek ve barınma ihtiyaçlarını giderebilecekleri bölgelere aktarılmalarında önemli fayda var. Herhangi bir bağlayıcılık olmadığı halde sırf destek ve yardımlar düzenli gelemediği için burada kalmak zorunda olan depremzedeler zaten yaşadıkları şok etkisi ile sosyal, fiziki ve psikolojik olarak derinden sarsılmışken, o bölgede kalarak kişilerin üzerlerinde oluşan ağır psikolojik etkinin derinleşmesine de yol açılabilmektedir.

Devletimizin aileleri Akdeniz Bölgesindeki turistik tesislere, diğer bölgelerde üniversitelere hizmet veren KYK yurtlarına geçici barınma için yönlendirmiş olması bu çerçevede bakıldığında oldukça isabetli bir politika olarak değerlendirilebilir.

Bunlarla birlikte, deprem bölgesinde kalan ailelerin küçük yaştaki çocukları için afet bölgesinde yaşam sürmek yetişkinler için olduğundan çok daha zordur. Çetin kış şartlarına karşı mukavemet gösterememeleri yanında, çevrelerinde yaşanan ağır felaket dolayısıyla zihinlerinden ömürleri boyunca çıkmayacak ve belki de bilinçaltlarına yerleşerek yıllarca devam edecek korkuların tohumları 6 Şubat gecesinde atıldı. Özellikle ana sınıfı ve ilkokul çağındaki çocukların depremin sebep olduğu psikolojik travmadan çıkmaları için bölgede uzman psikolog ve psikiyatristlerin bu çocukları uzun süre takip edilmeleri oldukça önemlidir.

Okul çağındaki çocukların depremin olumsuz etkilerine rağmen, iptidai koşullarda olsa da eğitim hayatlarına dönmeleri, hayatın normalleşmesi açısından oldukça değerli. Her sınıf seviyesinde öğrencinin çadırlarda da olsa eğitimlerine devam etmeleri, ödev yapmaları, sınıf arkadaşları ile sosyal etkinlik yapmaları depremzede çocukların normal hayata dönmeleri için önemli katkı sağlayacaktır.

Asla eskisi gibi olamaz

Çocuklar kadar, yakınlarını enkaz altında kaybeden yetişkinler için de hayat asla 6 Şubat'tan önceki gibi olmayacak. Bu kişilerin psikologlar yanında din adamları ve kanaat önderleri gibi topluma istikamet verebilecek kişilerce ruhsal yönden desteklenmeleri, ileriki yaşamlarında hayata tutunabilmeleri açısından önem arz ediyor.

Bölge insanlarının önemli bir kısmı yaşadığı felaketin korkusu ile farklı kentlere yakınlarının yanına şimdilik geçici olarak göç etti. Göçün kalıcı hale dönüşmemesi için devletin hızlı tedbirler almasında önemli fayda var. Özellikle çalışma yaşında olan depremzedeler, evleri yanında iş yerlerini, fabrikalarını da kaybettiler. Geri dönmek istese de çalıştığı iş yeri yıkılmış ve yeniden inşası belki yıllar alacak. Devletin iş yerlerinin yeniden inşası ve ekonomik döngünün yeniden başlaması için bölgeye teşvikler ve sübvansiyonlar sağlaması, geçici göçün tersine dönerek vatandaşların kendi topraklarına dönmelerine önemli katkı sağlayacaktır. Aksi durumda depremzedeler canlarını kurtarmış olsalar da hayatlarını sürdürmelerini sağlayacak kafalarını sokacak yuvaları, kazanç sağlayacakları işleri olmadıktan sonra topraklarını terk etmekten başka ne yapabilirler? Onların zihinlerinde bu topraklar aksine bir destek sağlanmadıkça sevdikleri kaybettikleri beton yığınları olarak kalacaklardır.

Sonuç olarak, Maraş depreminin bize öğrettiği sağlam konut, sağlam zemin gibi temel konular yanında, felaketi yönetebilme kabiliyetinin ne kadar önemli olduğudur. Yaşanan olaylardan ders çıkararak bundan sonra yaşanabilecek felaketlere daha hazırlıklı olacak tedbirler almalıyız. Sıkı iletişim, akıllı afet yönetimi, afet anında ve afet sonrasında da can kaybını önemli ölçüde azaltır.