Afrika ile ortak gelecek nasıl mümkün?

Cafer Talha Şeker / Marmara Üniv. Ortadoğu ve İslam Ülk. Araş. Ens./ ORDAF
12.03.2016

Türkiye, büyüyen ekonomisinin motoru olan sanayisi için her türlü ham madde tedariki ve devletlerarası diplomasi için dostça ilişkiler sağlamayı hedefliyor. Afrikalılar ise kıtalarına gelen yabancı yatırımcılar arasında kendilerine en fazla kazandıracak olan ile işbirliği yapmak mecburiyetinde. Alt yapı ve gelişim vasıtalarına ihtiyaçları var. Kim bunları, temin ederse oyunu önde götürecektir.


Afrika ile ortak gelecek nasıl mümkün?

Geçtiğimiz haftalarda Reisicumhur Recep Tayyip Erdoğan’ın ziyaret ettiği Batı Afrika ülkelerindeki Müslümanlar, bundan bir asır evvel cereyan etmekte olan I. Dünya Harbi’nde İstanbul’daki Halife-Sultan’a karşı İngiltere ve Fransa’nın safında yer almıştı. Oysa Batı Afrikalı Müslüman emirlikler asırlarca Osmanlı Sultanı’na biat etmiş, İstanbul’u İslam Dünyası’nın başbuğu olarak tanımıştı. Nijerya Müslümanları, 1894 senesinde Lagos’taki büyük caminin açılışı için “Emir’ül-Mü’minin” Osmanlı Sultanı’ndan temsilci göndermesini talep etmişti. Bunun üzerine Sultan II. Abdülhamid’in Batı Afrika’ya gönderdiği temsilcisi Abdullah Quilliam Bey bölgedeki siyahî Müslümanlar tarafından şaşaalı bir karşılama merasimi ile misafir edildi.

Londra’ya itaat ettiler

20. yüzyılın başlarında İngiltere, Fransa ve Almanya’nın paylaşmaya çalışırken bizzat silahlı mücadele verdiği Batı Afrika bölgesinde, Avrupalı kolonyal politikalar karşısında Osmanlı Sultanı’nın nüfuzu eriyip gidiyordu. Gana ve Nijerya’da İngilizler, Fildişi Sahili ve Gine’de Fransızlar, Kamerun’da Almanlar hâkim konuma geldi. 1901-1903 yılları arasında İngilizler Nijerya ve Gana’daki Müslüman devletleri yıkıp bu ülkelerin başına kendileri ile anlaşabilecek emirleri geçirdiklerinde, Libya’daki Osmanlı silahları sahra üzerinden bölgeye ulaşamadığı için çaresiz kalan Nijerya Müslümanları, İngiliz işgaline karşı direniş gösteremedi ve çöktüler. Aynı durum Batı Afrika’da Fransız işgaline maruz kalan diğer yerli halklar için de geçerliydi. Bu yüzdendir ki 1914’te başlayan ‘Büyük Harp’te Gana ve Nijerya’daki Müslüman emirlerin, Almanya ile ittifak eden İstanbul’daki Halife-Sultan’a değil de Londra’daki Kral 5. George’a itaat ettikleri görüldü.

Gana, efsanevi kurucu babası Kwame Nkrumah’ın önderliğinde 1957’de Afrika’nın bağımsızlık kazanan ilk yerli ülkesi oldu. Takip eden yıllarda sahra altındaki kolonilerin tamamına yakını istiklallerini elde etti. Bugün petrol ve tabii gaz zengini Nijerya, dünyanın dev sanayileri için enerji tedarikçisi konumundadır. Rusya ile kriz yaşamakta olan ve tabii gaza ihtiyacı artan Türkiye, Nijerya’dan hatırı sayılır miktarda sıvılaştırılmış gaz ithal etmektedir. Gana’da yeni enerji kaynakları tespit edilmiştir. Böyle bir dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bölgeyi ziyaret etmesi, ismi geçen yerli ülkeler için olduğu gibi Türkiye ekonomisi için de önem ihtiva ediyor.

Türk, Afrika’da ne arıyor?

Avrupalı kolonyalistler Afrika’da iki kaynak aramış ve büyük ölçüde hedeflerine ulaşmışlardı: Tabii kaynaklar ve insan kaynağı. Ucuz ham madde temin eden Batılı kolonizatör şirketler, aynı zamanda bedava işçi gücü elde ederek modern köleciliği başlatmış ve yüksek karlı işler yapmışlardı. Ancak yirmi birinci yüzyılda Afrika eski Afrika değil ve Afrikalılar eskisi kadar ‘köle’ değildi. Bugün her gelişmiş ve gelişmekte olan ülkenin Afrika’ya yeni bir açılımı var. Büyük devletler Afrika’da petrol ve gaz başta olmak üzere çok şey arıyor. Afrikalılar ise kıtalarına gelen yabancı yatırımcılar arasında kendilerine en fazla kazandıracak olan ile işbirliği yapmak mecburiyetinde. Aralık 2015’te Başbakanlığın desteği ve ORDAF’ın katkılarıyla İstanbul’da tertip edilen ilk Türk-Afrika Düşünce Kuruluşları Zirvesi’nde bazı Afrikalı konuşmacıların da dikkat çektiği gibi Afrikalıların alt yapı ve gelişim vasıtalarına ihtiyacı var. Kim bunları Afrika’ya götürürse, oyunu önde götürecektir. Bu yüzden Türklerin Afrika açılımı ile ne beklediklerini ve ne yapmak istediklerini soruyorlar. Türk tarafından verilen cevapların Afrika aydınını ikna etmesi elzem. Eğer “Sadece Allah rızası için geliyoruz” denirse (ki bu tamamen samimi bir ifade olsa bile) Afrikalı düşünürler bu sözü kendi dindaşlarından işittiklerinde bile bu cevaba asla inanmaz. Çünkü 19. yüzyılda sahra altına inen Avrupalı şirketler ve misyoner cemaatleri de “Niçin geliyorsunuz?” diye soran yerli halka aynı cevabı vermişti: “Tanrı aşkına ve insanlık için geldik” Bu yüzden Kenya’nın (misyoner mekteplerinde yetişmiş olmasına rağmen) kurucu babası Jomo Kenyatta’nın da dile getirdiği meşhur söz hafızalara kazınmıştır:

“Avrupalılar ülkemize geldiklerinde onların ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize İncil’i verdiler ve gözlerimizi kapayıp dua etmemizi söylediler. Gözlerimizi açtığımızda onların elinde bizim topraklarımız vardı bizim elimizde İncil.”

Kararlılık kazançtır

Günümüzde Afrika’da küresel enerji şirketleri petrol ararken Hıristiyan ve Asyalı misyoner cemaatler de ortak değerlere inanan yeni bir nesil inşa etmek için insan kaynağı oluşturuyor. Çinliler ve Hindistanlılar büyük inşaat ihaleleri peşinde koşturuyor. Türk girişimciler sahra altına son 10 yıl içinde inmeye başladıkları için henüz küresel rakipleri ile hiçbir şekilde kıyaslanamayacak kadar gerideler. Ancak mevcut kararlılık orta vadede büyük kazançlar sağlayıp uzun vadede çok önlerde yer alınabileceğini gösteriyor. Bunun için Türkiye’nin Afrikalı muhatapları ile her sahada ortak menfaatler inşa edebilmesi elzemdir. Mutlaka gerekli olan iki adımın atılmış olması, yani ulaşımın geliştirilmesi ve elçiliklerin açılması Türkiye’nin Afrika ile münasebetlerinin önünü açıyor. Son 10 yıl içinde THY’nin Afrika’daki muazzam yükselişi ve sahra altında açılan Türk elçiliklerinin sayısının artışı, farklı vakıfların sahra altında yer almaya başlamaları şimdilik Türkiye’nin rakiplerinin gözlerini kamaştırıyor ve Afrikalıların Türkiye’ye karşı güvenini sağlamlaştırıyor.

Türkiye, Afrika’da kendi geleceği için ihtiyaç duyduğu her şeyi arıyor. Türk tekstil malları Afrika’da Çinliler ile rekabet edecek halde değil. Bunun sebebi Türk mallarının nispeten kaliteli ve pahalı olması. Mamafih Afrikalı ülkelerde büyük bir tüketici orta sınıf yok. Nüfus küçük bir zengin zümreye tabi olarak yaşayan büyük bir fakir kitleden oluşuyor. Zenginler devletin etrafında yer tutmuş ve büyük ihaleleri ele almış vaziyette. Fakir halk ise ancak Çin ve Hindistan’dan gelen ucuz malları alabiliyor. Türk ekonomisi ucuza mal edip daha ucuza nakliyat işini sağlayamazsa Afrika pazarında ihracatçı olarak yükselemez. Bilakis Türkiye’nin Afrika’da iyi bir ithalatçı olması mümkündür. Bu da öncelikli olarak Afrika’nın zengin enerji kaynaklarının satın alınması ile gerçekleşebilir. Türkiye, büyüyen ekonomisinin motoru olan sanayisi için her türlü ham madde tedariki ve devletlerarası diplomasi için dostça ilişkiler sağlamayı hedefliyor. Bu aslında bütün ülkelerin dış politikasıdır. Ancak Türkiye, Afrika’da bunları ararken Afrikalıların Türkleri kabul etmesi sadece yerli halkın da bu işten kar etmesine bağlıdır. Aksi halde Türkiye’nin “Allah rızası” için atacağı adımlar, bu dünyada değil sadece öbür dünyada karşılık bulabilir.

Talep: Karşılıklı menfaat

Nijeryalı eski siyasetçi ve akademisyen Dr. Usman Bugaje, Türkiye’nin Afrika ile karşılıklı ortak kazanımlar elde edebileceğine inanıyor. Bugaje, dünya kendisini yenilerken Afrika’nın siyasi ve ekonomik kalıplarının da yenilenmeye başladığına atıf yapıyor ve Türkiye’ye açık mesajlar veriyor. Uzun yıllardır Türkiye’de yaşamakta olan Kenyalı bilim adamı Prof. Dr. Muhammed Bakari, Avrupa’da ve Amerika’da pek çok üniversitede ders vermiş tecrübeli bir akademisyen olarak, hedeflerin çok gerçekçi olması ve sahaya uygun adımlar atılarak belirlenmesinin önemine dikkat çekiyor. Bu, kuvvetli bir rekabetin yaşandığı Afrika kıtasında çok iyi hesaplanmış bir stratejiyle ancak ayakta kalınabileceğinin bizzat Afrikalı bir aydının sözüyle ifade edilişidir.

Karşılıklı menfaatlerin temin edilmesi, Afrikalı münevver sınıfın, siyasetçilerin ve tüccarın Türkiye’ye güvenmesini sağlayacaktır. Türkiye’de eğitilen Afrikalı gençlerin kendi ülkelerine döndüklerinde sadece Türkiye’nin çıkarlarına katkı sağlayan değil aynı zamanda kendi ülkelerinin meselelerine de çözüm üretebilen bir donanımda olmaları ve bu anlayışla hareket etmeleri, karşılıklı eğitim politikasının esasını oluşturmalıdır. Soğuk Savaş döneminde Afrikalı gençler yabancı ülkelerin burslarını alarak yurtdışına giderdi. Döndüklerinde ülkelerindeki rejim eğer okudukları ülkeye sıcak bakmıyorsa bir hiç olurlardı. Soğuk Savaş sonrası dönemde bu anlayışın büyük ölçüde değişmiş olması Türkiye için bir fırsattır

Türkiye’den Afrika’ya giderek eğitim ve insani noktada yatırım yapan girişimcilerin bir şirket, vakıf veya cemaat etrafında toplanmaları ve aralarında rekabet etmeleri gayet müspet ve tabii bir vakadır. Nitekim bu üç gurup da insanoğlunun teşkilatlanma biçiminin bir neticesidir ve bir sahada tekelleşmenin önünü keser. Ancak bunlardan birisinin diğerleri ile çıkar çatışması yaşaması durumunda, gidilen ülkede Türkiye’nin itibar kaybetmesi kaçınılmaz olacaktır. Bunu takip etmek Ankara’nın mesuliyetinde olmalıdır. Devlet, elbette girişimcilere ne yapacaklarını öğretemez ancak kendi bekası için vatandaşlarının sadece yurt içinde değil yurt dışındaki hukukunu ve temsil değerlerini takip etmekle mükelleftir. Bir ülkede Türklerin her hangi bir kötü iş ile isim yapmaları durumunda o ülkeye gidecek diğer gurupların önü kesilir ve kaybeden hem Türkiye hem de muhatap alınan ülke olabilir. 19. yüzyılda Afrika’da yayılan Avrupalı yatırımcılar bu hususlara çok dikkat ediyordu.

Türkiye, öz kaynaklarıyla uçağını, arabasını ve silah sanayisini inşa etme yoluna girdiyse bu kazanımlarını kendisine güvenmesini beklediği muhataplarıyla da paylaşmalıdır. BM’nin müeyyide kararları sonrası Batı’nın ambargosuna ve baskılarına maruz kalmasına rağmen araba üretmeyi becermiş ve Afrika’da bunun fabrikasını açabilmiş İran, bu işi yapabilmişse Batı müttefiki Türkiye’nin bundan daha iyisini başarmaması için bir sebep yoktur. Türkiye’nin Afrika’da geçici ve küçük ihaleler peşinde koşması değil kalıcı yatırımları planlaması gerekiyor. Ancak bu yatırımların karşılıklı olması ileriye yönelik faydalar sağlayabilir. Tek taraflı olarak Afrika’da üniversite veya fabrika açmak Türk girişimciyi zorlayabilir. Afrikalıların da Türkiye’de yatırım yapmasının önü açılmalıdır.

Şu anda binlerce Afrikalı genç Türkçe konuşuyor. Aynı dili konuşmanın insan tabiatı üzerinde tesirli olduğu muhakkaktır ancak aynı hislerin ve aklın dili ile anlaşabilmek başka bir şeydir. Türkiye her ne kadar Müslüman hüviyetinden ötürü Afrika’ya açılırken ortak kimliğe sahip olduğu Müslüman Afrikalılar ile irtibat kuruyor olsa bile bunun, tek başına yeterli olamayacağı aşikârdır. Türkiye’de kurulması gereken Afrika Araştırmaları Merkezleri’nin benzerlerinin Afrika’da da kurulması ve bu yatırımların Türk-Afrika ortak havuzu ile desteklenmesi gerekir. Dolayısıyla yatırımlar ister insan eğitimi ister ticari hedefler için kurulmuş olsun, karşılıklı sermaye ve katma değer ile başlatılması, karşılıklı güvenin temin edilmesini sağlayacaktır. Tarihi sicilinde sömürgecilik kaydı bulunmayan Türkiye halkı, böylece Afrikalı dostlarıyla ortak geleceğini daha hızlı inşa edecektir.

cafer [email protected]