‘Ağırlaştırılmış 28 Şubat’ mı dediniz?

Ahmet Kızılkaya / Stratejik Düş. Enst. Uz.
28.02.2015

Cuntacıların hatalarından bile sevap devşirebilen bu örgütün, yalnızca iktidarı devirmeyi değil, devleti de ele geçirmeyi hedefleyen 17/25 Aralık darbe girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra yaşanılan hukuksal süreci ‘28 Şubat’tan bile beter’ bir mağduriyet olarak tanımlaması trajik ve komiktir.


‘Ağırlaştırılmış  28 Şubat’ mı dediniz?
Siyasal tarihimize ‘post-modern darbe’ olarak geçen 28 Şubat’ın yeni bir seneyi devriyesini daha ardımızda bıraktık. 1996 Şubat’ının son gününde yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan kararlara atfen bu adla anılan söz konusu süreç, ‘belirlenmiş bazı kırmızı çizgilerin’ dışına taştığı ve ‘haddini aştığı’ düşünülen dönemin meşru sivil iktidarına yönelik açık bir darbe girişimiydi şüphesiz. Bu darbeyi öncekilerden farklı kılan ve tam da bu nedenle post-modern olarak nitelendirilmesine yol açan tek özelliği ise, konvansiyonel müdahale araçlarının en azından yoğun bir şekilde ve doğrudan kullanılmamış olması, bunun yerine ‘sivil nitelikli yeni tür müdahale araçlarının’ üretilmesiydi. Dönemin merkez medya organlarının attığı ‘bu defa işi silahsız kuvvetler halletsin’ ya da ‘ordu rahatsız’ yollu anti-demokratik manşetler ile yine bu dönemde vuku bulan ve işvereninden sendikacısına dek birçok kesimi bir araya getiren “5’li çete” ve aynı minvaldeki yapıları bu türden yeni müdahale araçları arasında saymak mümkündür.
Ancak Hürriyet gazetesinin ve TÜSİAD gibi kurumların yönlendiriciliğinde tedavüle sokulan bu yeni müdahale araçları, 28 Şubat sürecinin en bilindik ya da akla ilk gelen ve üzerinde çok yönlü analizlerin yapıldığı “darbe güdümlü sivil unsurlarıydı”. Oysa bu sürecin mağduru ve hatta en mağduru pozisyonunu sahiplenen ama elindeki tüm imkânlarla sürecin gelişmesine aleni ya da gizlice ve adeta dönemin merkez medya organlarıyla yarışırcasına destek veren başka bir unsur daha vardı. Söz konusu unsur, ‘Fethullah Gülen grubu’ ya da daha doğru ifadesiyle ‘örgütü’ idi. Bu örgüt, her ne kadar 28 Şubat süreciyle kendisi arasındaki ilişkiyi bir mağduriyet ilişkisi olarak tanımlasa ve süreçten müşteki edasıyla bahsetse de, gerek sürecin hazırlanmasına ve uygulanmasına sunduğu katkılar açısından gerekse dönemin aktüalitesi içinde ortaya koyduğu darbeyi/darbecileri meşrulaştırıcı ve meşru sivil iktidarı ötekileştirici tavrı bakımından 28 Şubat sürecini destekleyen ve kolaylaştıran bir rol üstlenmişti.
 
Fakat darbe sürecini destekleyici ve kolaylaştırıcı bu rolünü hakkıyla yerine getirmesine ve o süreçten güçlenerek çıkan tek ‘cemaat’ olmasına rağmen, Fethullah Gülen Örgütü (FGÖ), kendisiyle 28 Şubat arasındaki ilişkiyi bir karşıtlık ve mağduriyet ilişkisi olarak tanımlama çabasından hiç vazgeçmedi. 
 
Çünkü bu örgüt, hazırlığından uygulama aşamasına kadar hemen her düzeyde bir parçası olduğu 28 Şubat sürecinin kendi lehine yaptığı mıntıka temizliğinden faydalanma arzusu kadar, bu sürecin müsebbiplerinin geniş kitlelerde yol açtığı öfkenin hedefi olmaktan kurtulma kaygısını da taşıyordu. Nitekim 28 Şubat sürecine ilişkin yapılan analiz ve eleştirilerdeki hâkim söylem incelendiğinde, bunun büyük oranda başarıldığı ve 28 Şubat ile FGÖ arasında bir karşıtlık ya da dışlayıcılık ilişkisi olduğu yönünde yaygın bir kanının oluştuğu gözlenmektedir.
 
Darbe müktesebatı
 
Şüphesiz ki, bu kanının oluşmasındaki en önemli etkenlerden biri, Fethullah Gülen Örgütü’nün yayın organlarıdır. Zira bu yayın organları, özellikle 28 Şubat’ın yıldönümüne denk düşen gün ve haftalarda yoğunlaştırdıkları propaganda faaliyetleri aracılığıyla, bu sürecin doğrudan kendilerini hedef aldığını öne sürmekte, geçmişteki darbesevici tavırlarını yok sayarak, şedit bir darbe karşıtı ve demokrasi sevdalısı imajı oluşturmaya çalışmaktadırlar.  
 
FGÖ’nün haftalık periyotlarla yayınlanan Aksiyon dergisinin son sayısı da, artık bu gün ve haftada mutat olduğu üzere, aynı konuya ayrılmış. “Ağırlaştırılmış 28 Şubat” kapak dosyasıyla çıkan dergi, bu sefer önceki yıllarda olduğu gibi analizlerini yalnızca sloganik ve propagandif içerikli imaj çalışmasıyla sınırlı tutmamış, aynı zamanda “28 Şubat’ı” içinde bulunduğumuz sürecin tasvirini yapacak analitik bir tanımlama aracı olarak da kullanmış. Aksiyon dergisine göre, içinde bulunduğumuz süreç, kendisini ülkenin ve insanlığın kurtuluşuna adamış hayırhah bir yapıya ve onun liderine yönelik her türlü keyfi ve hukuk dışı uygulamanın reva görüldüğü ağırlaştırılmış bir 28 Şubat sürecidir. Hatta derginin editörü Bülent Korucu bir adım daha öteye geçmekte ve “bugün yaşananlar 28 Şubat’tan da beter” yargısına varmaktadır. Peki, bu gerçekten bir hakikatin mi ifadesidir yoksa merdi kıptinin şecaat arz ederken sirkatin söylemesi durumu mudur?
 
Dikkatli bakıldığı zaman, görülecektir ki, burada çift yönlü bir yanıltma durumu ya da manipüle etme çabası söz konusudur. Bu manipülasyon çabalarından birincisi, 28 Şubat süreci ile FGÖ arasında bir karşıtlık ilişkisi oluşturmaya ve böylece bu sürecin geniş toplumsal kesimler nezdinde uyandırdığı olumsuz duygu ve düşüncelerin istismarına dayalı bir fırsatçılığa; ikincisi ise Türkiye’nin ‘zengin darbe müktesebatı’ açısından bile şaşırtıcı olan ve şükür ki akim kalan FGÖ tandanslı 17/25 Aralık darbe girişimlerinin unutturulmasına yönelik bir kurnazlığa istinat etmektedir.
 
Takkiyye versus ilke
 
Aslında kabaca içinde bulunulan her durumdan rant elde etme ya da muhatap olunan her durumu ranta dönüştürme çabası olarak tanımlanan aferizmin en tipik ve belki de en bayağı örneği olarak gösterilebilecek bu çabaların ne denli temelsiz olduğunu uzun uzadıya anlatmaya dahi hacet yoktur. Zira internet marifetiyle yapılacak basit bir araştırma bile, kendisini amansız bir darbe karşıtı ve mağduru olarak sunan/sunmaya çalışan FGÖ ile 28 Şubat süreci arasındaki ilişkinin karakteri hakkında fikir vermeye yetecektir. 
 
Böyle bir araştırmanın ortaya koyduğu/koyacağı ilk şey, FGÖ’nün, her türlü demokratik ilke, kural, tutum ve teamülün ihlal edilmesine, askıya alınmasına ya da ortadan kaldırılmasına neden olan 28 Şubat sürecinin fetva makamı gibi çalıştığı gerçeğidir. Örneğin mezkûr örgütün liderinin, yani Gülen’in, dönemin meşru sivil iktidarını (Refahyol hükümeti) devirmeyi ve özellikle bu iktidarın temsil ettiği varsayılan manevi değerleri ve muhafazakâr kesimleri baskı altına almayı amaçlayan cuntacıların her talebini meşrulaştırmaya ve haklı çıkarmaya dönük ‘içtihatlarını’ saymakla bile tüketmek mümkün değildir. “Erbakan hükümeti bırakmalı, ülkeyi daha fazla germemeli” sözleriyle darbe sürecine daha başından itibaren destek vermeye başlayan Gülen, bu iş bir kez halledildikten sonra da, aynı doğrultudaki açıklamalarına devam etmiş ve devrik hükümetin halefi olan Mesut Yılmaz başkanlığındaki “darbe güdümlü sivil iktidar” için Zaman gazetesinde “hayırlı olsun” manşetini attırabilmiştir. Söz konusu dönemde gazete ve televizyonlara manşet olacak nitelikte açıklamalar yapma hususunda pek bir hevesli olan Gülen, kendi örgütüne ait bir televizyon programında “asker daha demokrat” diyerek, cuntacıları meşru sivil iradeye tercih ettiğini bir kez daha göstermiştir. Kaldı ki, aynı Gülen, daha demokrat olmakla övdüğü cuntacıların başörtüsünü yasaklamasını da teferruat kabilinde değerlendirmiş, böylece artık takiyyeci mantıkla bile izahı mümkün olmayan bir darbesevicilik örneği sergilemiştir. Zaten Gülen’e ve onun mutlak yönetimi altındaki müritlerine göre, cuntacı askerler müçtehit vasfına sahiptirler ve bu nedenle onların hatalarında bile yalnızca sevap vardır. 
 
‘Beceremediniz, bırakın’ 
 
Elbette Gülen’in 28 Şubat sürecindeki sözleri sadece bunlarla sınırlı değildir. Zira Gülen’in 28 Şubat sürecine verdiği destek dönemin konjonktürünün dayattığı zoraki bir tercih ya da salt takiyye ile tevil edilebilecek bir ilkesizlik değil, tam aksine gönüllü ve bilinçli bir şekilde sunduğu samimi bir katkı, kendi kişisel ve örgütsel çıkarları açısından ihtiyaç duyduğu rasyonel bir yatırım, ileride kurmayı tasarladığı korku imparatorluğu için gerekli olan taktik bir adım ve uluslararası hamileri tarafından şahsına yüklenen ‘kutsal’ bir misyondur. Gülen’in ve onun mutlak iradesi altındaki müritlerinin kendilerini 28 Şubat mağduru ve karşıtı olarak takdim etme çabasını da böylesine güçlü ve uzun erimli bir motivasyonla çalışan stratejik bir aklın ürünü olarak görmek gerekir. 
 
Ancak yukarıda da belirtildiği gibi, “Ağırlaştırılmış 28 Şubat” başlığıyla çıkan Aksiyon dergisinin ve bu yapıya ait olan diğer yazılı-görsel medya organlarının aynı doğrultudaki yayınları, sadece 28 Şubat’ın geniş kitleler nezdindeki olumsuz çağrışımlarından istifade etmeye ve kendi günahlarını saklamaya yönelen basit bir fırsatçılığa denk düşmemekte, aynı zamanda 17/25 Aralık darbe girişimlerinin ardından başlayan hukuksal süreci manipüle etmeyi de amaçlamaktadır.
Cuntacıların hatalarından bile sevap devşirebilen bu örgütün, yalnızca iktidarı devirmeyi değil, devleti de ele geçirmeyi hedefleyen 17/25 Aralık darbe girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra yaşanılan hukuksal süreci ‘28 Şubat’tan bile beter’ bir mağduriyet olarak tanımlaması trajik ve komiktir. Kendi çıkarlarıyla ilişkilendirebileceği her durumla bağlantı kurabilecek bir esnekliği şiar edinen bu örgütün bizatihi müsebbibi olduğu bir kötülük sürecinden/kaynağından (28 Şubat’tan) istimdat etmek suretiyle kendisini savunma çabası trajik; suçüstü yakalanmasına ve sadece yol açtığı değil, açabileceği kötülüklerin de anlaşılmasına rağmen, mağduriyet edebiyatını sürdürebilme gayreti ve bunun geniş toplumsal kesimlerce sahiplenileceğine dair taşıdığı iyimserlik ise komiktir. Öyle ya, ne diyordu Gülen, 28 Şubat’ın devrik iktidarı için? “Beceremediniz, bırakın”
 
 Ahmet Kızılkaya / Stratejik Düşünce Enstitüsü Uzmanı [email protected]