Ahlak felsefesi temelli modernite eleştirisi

Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
25.07.2020

“Her şeyin suçunu devlete, şirketlere, ordulara, endüstrilere ve ‘sistemlere' atamayız; bizim bütün bu yapılara nispet ettiğimiz problemlerin derin sebepleri, insani özneler olarak kendi mahiyetlerimizde yatar” diyen Hallaq'ın bu sözleri onun ve Taha'nın modernite eleştirisinin temelde “ahlak felsefesi”ne yaslı olduğunu göstermektedir.


Ahlak felsefesi temelli modernite eleştirisi

Kökleri 19. yüzyıla kadar uzanan İslam dünyasındaki modernleşme çabalarının çoğu kez istenen sonuçları doğurmaması, özellikle Arap dünyasında 1968 Arap-İsrail savaşı ertesi yeni bir dalga oluşturmuştu. Nahda denen bu uyanış hareketinin sonuçlarından önemli bir bölümü de düşünmede yenilenmeyi konu edinmekteydi. Muhammed Arkun, Muhammed Abid el-Cabiri, Nasr Hamid Ebu Zeyd, Hasan Hanefi vb. isimlerini de içeren ve özellikle Mısır, Cezayir ve Fas gibi Kuzey Afrika ülkelerinin entelektüel hayatına yön veren genel akım, İslami mirasın kapsamlı bir restorasyonunu amaçlarken, bu restorasyonu kimileyin milliyetçilik, Marksizm, sekülerizm, liberalizm vb. siyasal programlarla karışık bir şekilde ya tarihselci ya yapısalcı ya da post-yapısalcı bir bakışla ele almayı da getirdi. Özellikle az önce zikrettiğimiz isimlerde görüldüğü kadarıyla klasik İslami mirasın yenilenmesini hedefleyen çalışmalarda ilk başvurulan yordamın modernlikten ödünç alınan eleştirel aparatların kapsamlı ve titiz kullanımı, ama gerek sınanma ve doğrulanma, gerekse eleştiriye tabi tutulma gibi onların klasik İslami mirasın özellikleriyle uyumuna dikkat etmeyi gerektiren bir yol haritasına sahip olmamasının da kendi içinde başka birçok problem barındırdığı görülüyordu.

Özgün bir eleştiri

Daha önce Türkçe’ye İslam Hukukuna Giriş, İmkansız Devlet, Şarkiyatçılığı Yeniden Düşünmek adlarıyla çevrilmiş kitaplarından bildiğimiz Lübnanlı Hıristiyan İslam Hukuku araştırmacısı Wael B. Hallaq üç unsurdan mürettep projesinin son parçasını teşkil eden Modernitenin Reformu’nda Faslı düşünür Abdurrahman Taha’nın düşüncelerine yoğunlaşıyor.

Hallaq’ın ilk adımını İmkansız Devlet’te attığı projesi İslam araştırmasını Batılı entelektüeller ve okura sadece bir nesne olarak değil, eşit bir konuşmacı ve kendi sesine sahip aktif bir özne olarak konumlamaya dayanır. Hallaq bu ilk adımı tamamlayıcı ikinci bir adım olarak Edward Said’in ünlü eseri Şarkiyatçılık’ın titiz bir okunuşuna dayanarak, yani ilk adımda içerilen İslam’ı ve söylemlerini gerek Batılı gerekse küresel düzeyde tartışma gündemine eşit bir katılımcı kılmaya, İslam’ın ve İslam geleneğinin eleştirel bir yapı olarak konumlandırmaya çalışır. Üçüncü adım ise İslam ve İslam geleneğinde içerilen eleştirel potansiyelin hedefine moderniteyi konumlandırmaktır. Böylelikle Hallaq, özgün ve “özel bir modernite eleştirisi” ürettiğini düşünür.

Hallaq’ın projesinin temel iddiası tarihin geçip gitmiş, feshedilmiş kurum ve fikirlerden ibaret olmadığına dayanarak onu bir ahlak felsefesi inşasında kullanılabilecek önemli ve zengin bir kaynağa dönüştürmek. Bu proje ve kaynak aracılığıyla Hallaq şu soruları gündeme getirmeye fırsat bulur: Özneler olarak biz kimiz? Ne tür özneleriz? Bu sorular önemlidir, çünkü modernliğin oluşturduğu çevre felaketleri, zengin-fakir uçurumu, ailenin ve hatta toplumun yok edilmesi, bireysel benliklerin parçalanması, ciddi zihinsel hastalıkların ortaya çıkması bize bu soruları sordurur.

Nitelik sorgusu

Hallaq’ın kendi projesiyle Nahda sonrası Arap dünyasındaki fikri yönelimleri kapsamlı bir şekilde yapıbozuma uğratarak temelde ahlak felsefesi diyebileceğimiz bir alanda konumlanmayı tercih eden yoğun bir modernite eleştirisi içerek Abdurrahman Taha ile kesiştiği nokta Hallaq’ın sunumuyla “modern öznenin niteliğini ve dolayısıyla bizzat modernitenin niteliğini sorgulamak”tır. Kitapla son adımını attığı projesinin temel iddiasını da şöyle açıklar Hallaq: Her şeyin suçunu devlete, şirketlere, ordulara, endüstrilere ve ‘sistemlere’ atamayız; bizim bütün bu yapılara nispet ettiğimiz problemlerin derin sebepleri, son tahlilde, bizim kendi öznel yapımızda yatar, bireysel insani özneler olarak kendi mahiyetlerimizde yatar. Hallaq’ın bu sözleri onun ve Taha’nın modernite eleştirisinin temelde “ahlak felsefesi”ne yaslı olduğunu da göstermektedir.

@uzakkoku

Lord Acton’dan liberal tarihçilere öğütler

İngiliz liberal düşünür Lord Acton, Cambridge Üniversitesi’nde verdiği Tarih bölümünün açılış konferansında modern tarihi 16. yüzyıldan başlatarak modernite deneyiminin tarihe ve tarihçiliğe ne tür etkilerde bulunduğunu anlatıyor. Bu anlatımında Lord Acton’un sık sık isimlerini andığı kişiler arasında Kolomb, Luther, Machiavelli ve Erasmus da bulunuyor. Alman Tarihçilik Okulu ile Victoria Çağı İngiliz tarihçiliğinin perspektiflerini bir arada kullanan Lord Acton’un genç tarihçi adaylarına yaptığı öneriler de kitapta ilgi çekici bir unsur olarak yer alıyor. Kitapta ayrıca Hasan Aksala’ın yazdığı Lord Acton’ubn entelektüel portresi de bulunuyor.

Tarih Üzerine Bir Ders, Lord Acton, çev. Kerem Başer, Vakıfbank, 2020

Asıl topraktan, Horasan’dan çıktık yola

Türkiye Selçukluları tarihinin ana kaynakları arasında sayılan İbn Bibi, Kerümiddin Aksarayi ve Niğdeli Kadı Ahmed’e ait eserleri Türkçeleştiren emekli tarih profesörü Mürsel Öztürk’ün on üçüncü yüzyıldan itibaren sadece siyasi değil, kültürel ve manevi bakımdan da Anadolu’nun Türk yurdu olmasına katkısı büyük Mevlana, Hacı Bektaş, Horasan Erenleri, Yunus Emre gibi isimleri yetiştiren asıl topraklar addedebileceğimiz Horasan’ı ve oradaki ortamı aydınlatmaya çalışan eseri, Horasan hakkında Türkçe’de eksikliği hissedilen araştırmaların azlığında önemli bir giriş kaynağı olmaya aday. Ancak, Öztürk’ün kitabının bu bakımdan konuyla ilgili sadece temel bilgileri bir araya getirdiğini de vurgulayalım.

Anadolu Erenlerinin Kaynağı: Horasan, Mürsel Öztürk, Bilge, 2020