Ahlak, gerçek ve Dersim

Şenol Kaluç / Liberal Düşünce Topluluğu
29.11.2014

Alevilerin, Dersim’de yaşananların tüm açıklığı ile ortaya çıkmasına rağmen CHP’den uzaklaşmamasının sebebi, ‘devlet aklı’nın kendinden menkul ‘çağdaşlaşma’ ironisinde aranmalı.


Ahlak, gerçek ve Dersim

Bir ülkede temel ahlaki normlar yeterince yerleşmemişse hemen hiçbir konuda sağlıklı bir tartışma ve münazara ortamı oluşturulamaz. Eric Hoffer’in deyimi ile “kesin inançlıların” yaşadığı bir coğrafyaya dönersiniz. Toplumun her kesiminden bireyler kendi gettosunda kendi gerçeklerine inanarak yaşar ve yaşarken, bu zehirli atmosferi solurken, aynı ahlaki çöküntünün tüm zaaflarını paylaşır. Bu durum, bazen açık konularda bile gösterilmesi gereken ahlaki dürüstlüğün gösterilmesini engellediği gibi, zamanla toplumun genlerine işleyerek takiyyeci bir dilin egemen olmasına yol açar.

Açık zihinler kurulan bu tuzakları sezse bile, çoğunluğu bu kez de ait olduğu toplumsal sınıftan dışlanma, hain ilan edilme, ellerindeki küçük-büyük menfaatleri kaybetme vb. korkularıyla susmayı tercih eder. Bu susuş, bu dil zamanla öylesine kökleşir ve yerleşir ki içinde yaşayan hiç kimse bu dilin neden kullanıldığını hatırlamaz ve üretilen yalanlar zamanla inanılan gerçeğe dönüşür. Yalanlar yüze vurulduğunda ise şiddetle itiraz edilir ve kabuğuna çekilip o yalanları besleyecek yeni yalanlar üretilmeye çalışılır. Nitekim, Dersim tartışmalarında da bu ahlaki sıkıntılarımız her geçen gün gün yüzüne çıkıyor.

“Dersim’i kim yaptı?” sorusunun cevabı aslında çok basit. Dersim’i yapan güç o günkü devlettir, “devlet aklı”dır ve bunun başka da bir açıklaması yoktur. Geçmişte “Ermeni Tehciri”ne, “Mübadele”ye karar veren, “İstiklal Mahkemeleri” kuran daha sonraları “Varlık Vergisi”ni uygulayan, “6-7 Eylül’ü” hazırlayan “devlet aklı” neyse, “Dersim Tenkil Harekâtı”na karar veren akıl da odur.

Bu nedenle CHP, geçmişteki “tek parti devrinin” ve “devlet aklı”nın sadece bir kısmını temsil eder. CHP dışında DP’den AKP’ye kadar uzanan sağ-muhafazakâr siyasal çizgi eğer bu devlet aklını gerçekten mahkûm etmek istiyorsa, bu katliamdaki diğer sorumluları örneğin Celal Bayar ve Fevzi Çakmak’ı da mahkûm etmelidir.

Bir diğer önemli nokta ise, Dersim konusu ne zaman açılsa hemen dillere pelesenk olan “isyan” sözcüğüdür. “Ne yani devlet isyan edenlere ses çıkarmasa mıydı?” savunması ile asıl gerçek gözden kaçırılmaktadır. Olaylar devletin resmi kayıtlarında “Dersim Tenkil Harekâtı” adı ile geçer. Peki, “tenkil” ne demektir? TDK sözlüğüne göre anlamı: “a. (tenki:li) esk. 1. Uzaklaştırma. 2. Herkese örnek olacak bir ceza verme. 3. Düşman veya zararlı kimseleri topluca ortadan kaldırma”dır. Tenkil’in sözlük anlamı bile tek başına bizlere çok şey anlatıyor. Bu cahilliğimizi de “dil inkılabı”na borçlu olduğumuzu tespit etmekte fayda var.

Bu işin bir de cahillikten kaynaklanmayan, daha çok vicdan ve bilim ahlakından yoksunluktan kaynaklanan başka bir boyutu var. Dersim konusu ile ilgilenen hemen herkesin bildiği ama ne hikmetse anlamazlıktan geldiği, İsmet İnönü’nün 1935 tarihli meşhur “Kürt Raporu”dur.

Bu raporun Dersim ile ilgili bölümünde daha 1935’den olacaklar adeta adım adım tarif edilmektedir. 1935-36’da yollar yapılacak, karakollar kurulacak, 1937’de bölgeye ordu sevk edilecek, bölge silahtan tecrit edilecek, ardından yapılması gerekenler yapılacaktır. Ve ilginçtir ne yapılmak istendiği Dersimliler tarafından fark edilirse gizli hazırlanan planın hemen devreye sokulması gerektiği önemle belirtilir. Şimdi bu raporu okuyup, Tunçeli Kanunundan haberdar olup bölgede isyan vardı demenin mantıklı bir açıklaması yoktur.

Dersim’de halkın askere gitmediği, vergi vermediğinin birer yalan olduğunu; bu tür olayların Türkiye’nin diğer herhangi bir yerinde ne oranda ise orada da o oranda olduğunu herkes bilmektedir. Eşkıyalığın ise ülkemizde 70’li yıllara kadar devam ettiği ise bilinen bir gerçektir. Bölgede istenmeyen bir takım olayların olması ise bölge halkının toptan suçlanmasını gerektirmemektedir. Ancak bölgenin hem Alevi kimliğine hem de Kürt kimliğine sahip olması bölgeye bambaşka bir önemin verilmesine yol açmıştır. Nitekim harekât sırasında Dersim vilayeti içinde yaşayan Sünni Kürtlere hemen hiç dokunulmaması bu durumun en büyük delilidir.

İnönü karşı mı çıktı?

1937’de ilk harekât Seyit Rıza’nın asılması ile sona erer. Bu dönemde öldürülenlerin sayısının 2000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Seyit Rıza ile Dersimliler arasında teslim alınmadan önce geçen diyalog oldukça ilginçtir. Kendisini harekâtın sebebi olarak gören ve “başımıza bu işleri sen açtın” diye suçlayanlara, Seyit Rıza’nın Alpdoğan Paşa ile görüşmeye gitmeyi kabul etmesinden sonra sarf ettiği “Ben teslim olsam bile bunlar yapacaklarından vazgeçmezler” sözleri gerçekten ibretliktir.

Birinci Harekât sonucu Dersim silahtan tamamen temizlenmiş ve Seyit Rıza ve adamları idam edilmişken 2. ve 3. Dersim Tenkil Harekatları başlar ve asıl korkunç katliamlar bu dönemde gerçekleştirilir. Gayrı resmi tarihi oluşturan söylencelerine göre İsmet İnönü’nün görevden alınma sebeplerinden birisinin de 2. Harekâta “yapılması gerekenler yapıldı” diyerek karşı çıkması olduğudur. 14 Haziran 1937 tarihli TBMM oturumunda bölgedeki durumu İ. İnönü şu şekilde Meclis’e izah edecektir: “Bugünkü vaziyet şudur: Orada jandarma ve hükümet kuvveti tamamıyla teessüs etmiştir. Tunceli’nde ıslahat programı olarak düşündüğümüz tedbirler fasıla görmeksizin devam etmektedir. Yol yapıyoruz. Mektep yapıyoruz. Karakol yapıyoruz.” Ancak Atatürk, asıl büyük harekâtı gerçekleştirecek adamı kısa sürede bulur. 1911-12 arası Batı Anadolu’da Rumların korkulu rüyası olan Celal Bayar Başbakan olur ve harekâtın tüm emirlerini verir ve korkunç bir katliam başlar. Tabiî vicdanlı ve ahlaklı kimselerin silahları toplanmış, elebaşları (?) ya asılmış ya da mahkûm edilmiş bir halkın topu, tüfeği, kimyasal gazı ve uçağı ile saldıran bir devlete nasıl isyan ettiğini sorgulaması gerekir.

Bugünkü MHP, o günkü devlet aklını aynen paylaştığı için söylemi en açık parti durumunda. AK Parti, eski CHP geleneğinin muhafazakâr yüzü olarak “Dersim özrü”nü dileyerek kendisini bir ölçüde temize çekmekle birlikte, olayda sorumluluğu bulunan Celal Bayar ve Fevzi Çakmak gibi muhafazakârları görmezden gelmemesi gerek. Bugünün CHP’si ise kendisini, Doç. Dr. Ahmet Kuyaş’ın deyimi ile Cumhuriyet’in kurucu partisi olduğunu iddia ederek 1925-1945 arası geçmişin tüm olumlu-olumsuz yönlerine sahip çıkma gafletine düşmekte. Böyle bir sahiplenmeye girdiğinizde geçmişte yapılan hatalardan dolayı özür beyanında bulunamaz, bir CHP milletvekilinin, İsmet İnönü’nün torununu izleyerek, sürgünleri savunabilmek için “tuvaleti olan evlere kavuştular” noktasına kadar savrulursunuz. CHP’nin geçmişle yüzleşmesi ancak kendisini dönüştürmesi ile mümkündür ki bu da çok zor görünüyor.

Dersim’i medenileştirmek

Bugün sağdan sola tüm siyasal yelpaze büyük ölçüde bu “devlet aklı” ile tasarlanmış. Bu nedenle “vesayetçi” ve “statükocu” yapılar sürekli olarak karşımıza şekil değiştirerek çıkabiliyor. Bu yapılar yeri geldiğinde laik, yeri geldiğinde Sünni-Türk ya da başka bir şey olabiliyor. Çok ilginçtir bugünkü PKK ve Kürt hareketi de ülkemizi bugüne kadar şekillendiren “devlet aklı”nın tüm özelliklerini içselleştirmiş ve ona öykünmüş durumda. Öyle ki PKK, Kürtlerin çağdaşlaşma (?) sürecinde eski CHP’nin oynadığı rolü oynamakta.

Alevilerin, Dersim’de yaşananların tüm açıklığı ile ortaya çıkmasına rağmen CHP’den uzaklaşmama ve bir iç hesaplaşmaya gidememesinin nedenleri arasında bu “devlet aklı”nın kendinden menkul “çağdaşlaşma” ironisinin de büyük payı olduğunu kabul etmek gerekiyor. Aleviler ve özelde Dersimliler çağdaşlığı(?) her türlü olumsuzluğa rağmen içselleştirdikleri için “tuvaleti öğrendiler” diyen CHP milletvekiline ve “Sonuçta bugün Tunceli bölgesi en görgülü, en eğitimli, demokrasiye inanan insanlardan oluşuyor. Mesela sürgünlerden söz ediliyor. O sürgünlerde çok iyi yetişmiş genç kızlar da var. Belki o bölgede, ortaçağ şartlarında kalsalardı o aileleri kuramayacaklardı” diyen İ. İnönü’nün torununa da gereken tepkiyi gösterememektedirler.

Çünkü herkes kendi yalanında yaşamaktan ziyadesi ile memnun görünüyor ve geçmişteki kötülükleri hayra yoruyor. Bu yüzden de bugünü eski kötülüklerden gereği gibi arındırarak inşa etmek kolay olmuyor.

[email protected]