AİHM: Başörtüsüne 'hayır' teröre 'evet'

Kâmil Yeşil / Yazar
16.01.2021

Elimizde başörtüsüne hayır; teröre evet diyen bir mahkeme kararı var. Başörtüsü kararı ile sicilini bozmuş olan AİHM’nin, S.D ile ilgili verdiği kararı siyasi buluyorum. Çünkü söz konusu Türkiye ve Müslümanlar olduğunda AİHM’nin dini/siyasi/kültürel kodları ile hareket ettiğine dair bir kanaatim var ve bu kanaatimin delili kullandıkları siyasi dil.


AİHM: Başörtüsüne 'hayır' teröre 'evet'

Ben bir hukukçu değilim, edebiyatçıyım, hikaye yazarıyım. Fakat ömrümüzün baharı inancını ifade etme ve yaşama mücadelesi olarak geçtiği ve bu mücadeleye ait dokümanlar hâlâ elimin altında olduğu için yazmak zorunda kaldım bu makaleyi.

Türkiye’de kitleleri sokağa, hukuksuzluğa çağıran ve bu çağrısı sonucunda hemşehrilerinin (!) ölümüne sebep olan S.D hakkında AİHM’in verdiği kararı “siyasi” bulan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu beyanatından sonra, CHP başta olmak üzere Saadet Partisi, bazı partiler ve “bir kısım medya” mensupları Türkiye’nin AİHM kararına uymak zorunda olduğunu söyledi.

Bu itirazları okuyunca benim aklıma AİHM’in daha önce verdiği başka bir “siyasi karar” geldi. Aklıma gelen daha doğrusu unutmadığım bu hususu hatırlatmak istiyorum.

Bilindiği gibi 28 Şubat’a giden süreçte YÖK, rektörler, dekanlar, idari kararlarla, öğrencilerin başörtüsü ile derslere girmelerini yasaklamış ve başörtülü öğrencilere idari cezalar uygulamışlardı. Bu işlemlerin, Türk yargı organları tarafından hukuka uygun bulunması üzerine, uygulamaların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine (AİHS) aykırılığı iddiasıyla, sorun birkaç kez Avrupa İnsan Haklan Mahkemesine (AİHM) taşınmıştı.

Bu davalardan birincisi 1993 yılına aittir ve karar kamuoyunda “Karaduman ve Bulut Kararı” olarak bilinir.

Zulmün kaynağı meşru zemin

Dava, öğrencilerin, başörtülü fotoğraf vermesi nedeniyle mezuniyet diploması verilmemesine ilişkin idi. Bu davada, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu söz konusu uygulamayı AİHS’nin ifade ve inanç özgürlüğünü düzenleyen 9. Maddesine aykırı bulmamıştı.

Karara baktığımızda ifadelerin 28 Şubat mantığı ile birebir örtüştüğünü görüyoruz. Aynen şöyle geçiyor: “Laik üniversitede okumayı seçen öğrencinin, konulan kılık kıyafet kurallarına da uymak zorunda olduğu.”

Dikkat edilirse dava eğitim-öğretim, inanç özgürlüğü, dini inancını yaşama hakkı yani Avrupa insan hakları değerleri yönünden incelenmiyor. Zulmün kaynağı meşru zemin kabul edilerek bakılıyor davaya.

İkinci karar, 2004 yılındaki “Leyla Şahin Kararı”dır.

AİHM, 29 Haziran 2004 tarihli Leyla Şahin kararında üniversitelerde başörtüsü yasağına hak, hukuk, özgürlük çerçevesinden değil, tam bir siyasi anlayışla baktığını gösterdi. İfade şöyle: “ Türkiye gibi radikal dinci tehlikenin potansiyel olarak mevcut olduğu ülkelerde üniversite idarelerinin öğrencilere türban yasağı getirmelerinin AİHS’yi ihlal etmeyeceği.”

Kararın gerekçesinde Anayasa Mahkemesi’nin üniversitelerde türban takılmasının, türban takmayan kız öğrenciler üzerinde baskı aracı ve ayırımcılık yaratacağı ve Anayasanın laiklik ilkesine aykırılık teşkil edeceği değerlendirmesine yer veriliyor, AİHM evrensel insan haklarına vurgu yapmak yerine kendine suç ortağı bulmanın rahatlığı ile hareket ediyor.

Kararlarında türban yasağını üç noktadan değerlendirdiklerini söylüyorlar:

• Yasağın Türk Hukukunda yasal dayanağının bulunup bulunmadığı,

• Yasağın konulmasında meşru bir amacın bulunup bulunmadığı,

• Yasağın demokratik bir toplum için gerekli olup olmadığı.

Yine bu karardan öğreniyoruz ki AİHM, AİHS’ye taraf devletlerin iç hukuklarının yorumlanması ve uygulanması yetkisinin ulusal makamlara ait olduğunu vurguluyor ve bu bağlamda Türk İç Hukukunda idari düzenlemelerle üniversitelerde türban yasağı konulmasının Türk Kanunlarına ve dolayısıyla Türk Hukukuna uygun olup olmadığını belirleme yetkisinin Türk mahkemelerine ait olduğunu söylüyor. Ve ilave ediyor:

“İstanbul Üniversitesinin dava konusu işleminin, başkaların hak ve özgürlüklerinin ve kamu düzeninin korunması açısından meşru amaçlar taşıdığını ve dolayısıyla bu konuda da söz konusu yasak açısından herhangi bir sorun bulunmadığı.”

İfadeye bakar mısınız?

“Türkiye gibi nüfusunun çok büyük çoğunluğunun belli bir dine mensup olduğu bir ülkede, üniversite yönetimlerinin köktendinci grupların bu dinin ibadet gereklerini yerine getirmeyen veya başka dini inanca mensup öğrenciler üzerinde baskı kurmalarını engellemek için çeşitli önlemler alabilecekleri…” ve bu amaçla “laik üniversitelerin bir dinin ibadet ve usullerinin yerine getirilmesini kısıtlayan düzenlemeler öngörebilecekleri…”

“Türkiye’de son yıllarda türbanın siyasi bir kimliğe büründüğü, halkın büyük çoğunluğu Müslüman olduğundan türban takmanın, takmayanlar üzerinde baskı oluşturabildiği ve türban yasağının başkalarının haklarını ve kamu düzenini korumak için “zorunlu bir sosyal ihtiyaç” olduğu yönündeki Türk yüksek yargı organlarının düşüncelerini aynen benimsendiği...”

Bu sebeplerle AİHM, dava konusu başörtüsü yasağının Türkiye açısından demokratik gerekler yönünden sorun teşkil etmediğine ve sonuç olarak, dava konusu türban yasağının AİHS’ye aykırı olmadığına oybirliği ile karar verdiler. Bu karar o zaman da çok tartışıldı ve AİHM’in hukuki değil siyasi bir dil kullanarak, kendi ilan ettiği değerlere ters düşme pahasına siyasi bir karar verdiği üzerinde durulmuştu. İtirazı yüksek sesle değerlendirenlerin başında “S.D konusunda AİHM’in verdiği karara uyulmalıdır” diye Saadet Partisi çevresi vardı.

Ölümlerin sorumluluğu

Dedim ya, ben hukukçu değilim, sadece hafızaları tazeliyorum. AİMH’nin S.D ile ilgili olarak açıklanan kararı ile başörtüsü dolayısıyla verdiği kararın gerekçelerini, argümanlarını incelemek ve iki davayı karşılaştırarak S.D.’nin:

n Söz ve eylemlerinin suç olması ile ilgili olarak Türk Hukuku ne diyor,

n Halkı demokratik devlete kışkırtarak sebep olduğu ölümlerin sorumluluğunu taşımak gerekliliği,

n Hukuka aykırı hareket etmeye davette demokratik toplum yapısını bozup Türkiye’de yürürlükte olan hukukun çiğnenmesi,

n İç hukukun yorumlanması ve uygulanması yetkisinin ulusal makamlara ait oluşu, uygulamanın Türk Kanunlarına ve dolayısıyla Türk Hukukuna uygunluğu gibi yönleri tespit etmek onlara düşer.

Özet olarak, elimizde başörtüsüne hayır; teröre evet diyen bir mahkeme kararı var. Vatandaş olarak başörtüsü kararı ile sicilini bozmuş olan AİHM’nin, S.D ile ilgili verdiği kararı siyasi buluyorum.

Söz açılmışken bir parantez açayım: AB, Türkiye’yi bölünceye kadar bizi topluluğa üye olarak kabul etmeyecektir. Böldükten sonra üye kabul edeceği kesim de Kıbrıs’ta olduğu gibi böldüğü küçük parça olacaktır.

Çünkü söz konusu Türkiye ve Müslümanlar olduğunda AİHM’nin dini/siyasi/kültürel kodları ile hareket ettiğine dair bir kanaatim var ve bu kanaatimin delili kullandıkları siyasi dil, Avrupa ülkelerinin 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye’deki demokrasiye sahip çıkmamaları ve Fetö’cü teröristleri topraklarında barındırmalarıdır. Bu hususun altında söz konusu Müslümanlar ve Türkiye olunca kendi değerlerini hiçe sayan Hıristiyani zihniyettir.

Zayıflatma arayışı

AİHM bu siyasi kararı ile hukuku araçsallaştırmıştır. AİHM’nin böyle bir karar almasının altında başörtüsünde gördüğümüz gibi, İslam dinine/Müslümanlara olan önkabulleri olduğu kadar; Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a, onun iktidarına karşı muhalefet etme anlayışı, onu zayıflatma arayışı da var gibime geliyor.

Yoksa Avrupa’da ırkçılığın ve İslamfobinin yükselişe geçtiği bir ortamda AİHM’nin kırk yılı aşkın bir süredir terörle mücadele eden Türkiye’nin hassasiyetlerine, üniter yapısını koruma hakkına riayet etmesi gerekmez miydi?

Son sorum şöyle olacak:

Acaba diyorum, faraza Türkiye AB’ye üye olsa, AİHM bu tür kararları verirken bizi kendilerinden biri olarak kabul ederek, ilan ettikleri değerler noktasından mı karar verirler yoksa bugünkü gibi siyasi kararlara imza mı atarlar?

Benim kanaatim içten çökertmek için S. D. kararında olduğu gibi siyasi karar verirler ve kendi değerlerini yemekten o zaman da çekinmezler.

Bilmem ki siz bu konuda ne dersiniz?

[email protected]