Ailesiz kentleşme

Lütfi Bergen / Yazar
6.04.2013

Kent ideolojisi otomobil ideolojisi ile birlikte hareket ediyor. Bu da dünya kapitalizmine bağımlılık anlamına geliyor. Türkiye’nin bu yeni kentlerle aile politikalarını gerçekleştirme imkanı olmayacaktır. Yakın gelecekte Türkiye’de kentlerde aile bulmak şaşırtan ve heyecan veren keşfe dönecektir.


Ailesiz kentleşme

Kentleşme politikaları Anadolu coğrafyasının endüstriyel topluma doğru evrilmesi için kullanılıyor. Bundaki amacın “köylü” cemaatik toplulukların kentteki “muasır uygarlık seviyesinin” kazanımları için çözülmesini sağlamak olduğu da söylenebilir. Mümtaz Turhan’ın köylü toplulukların Erzincan Depremi sonrası kente göçenler üzerinde yaptığı çalışma, bu tezi haklı çıkarıyor. Türkiye Almanya’ya işçi göçü vesilesiyle de aynı deneyimi yaşadı ve işçilerinin “modernleşme taşıyıcılığı” oluşturan kimliğini uzun yıllar teşvik etti. Aslında köylülerin kente göçünün ve gecekondularda birikmesinin önünde yasal sınırlamalar getirilmemesini de aynı perspektifle okumak gerekir. Gecekondulaşma süreci bir kent savaşına dönüşmedi ve “Devletin despotik yüzü”nü ortaya çıkartmayan ilginç bir olgu halinde kabul edildi. Köylünün kenti gecekondular üzerinden yağmalanmasına ses çıkarılmadı. Kentte istihdam edilecek işçi ihtiyacı köydeki derme çatma evini kente taşıyan nüfusla karşılanacaktı. Köydeki “susuz yaz”, kentlerde yeniden üretildi ve mahalle çeşmeleri başında uzun kuyruklar oluştu. Yolsuz ve vasıtasız varoşlar 1960-1980 arasında işçi olma mücadelesinin yanında ikincil sorunlardı. Kentte tutunmak ve kent zenginlerinin tüketim alışkanlıklarına yaklaşmak daha temelli meseleydi. Dolayısıyla kent yağmasına izin verilmişse bunda köylülüğün tasfiyesinin ve köylülerin kentteki üretime hizmetinin etkisi vardı. Köylülük, kentte hem sanayi üretimine istihdam kaynağı idi ve hem de sanayi üretiminin hazır tüketicisi idi. 

Köylülüğün tasfiyesi

Yerli burjuvazi, köylülüğü tasfiye etmeye dayalı gelişimi destekledi. Şu sorulabilir: Köylü kente niye abandı? Bu soruya cevap verebilmek için de 1946-1950 arası politikaya bakmak gerekir. 1945 yılında II. Umumi Harp bitirildi. ABD Türkiye’ye otomobil değil de traktör ithali için “yardım”da bulundu. Bunun ABD’deki traktör stokları bakımından anlamını değerlendirecekler çıkacaktır. Otomobil ithali için yeterli bir otoyol ve bitirilmiş kent yapıları da yoktu. Traktör yol istemiyor ama mazot, yedek parça bağımlılığını kaçınılmaz kılıyordu. Ancak asıl etki Türk köylüsünün kentteki istihdama katkısı için köyde işsiz bırakılması yönündeydi. Kente göç “kendiliğinden” oluşmuş bir süreç değil. Modernleşme, Batı kapitalizminin Türkiye’nin (Batı dışı ülkelerin) pazar haline getirilmesini sağlayan bir araç olarak kullanılıyor. Türkiye’nin siyasal/ekonomik/entelektüel elitleri de bu süreci eleştiremediler. Özellikle muhafazakârların bu süreci eleştirmesi hiç mümkün olmadı. Çünkü “Batı’nın ilmini alalım”; “Düşmanın silahıyla silahlanmak”; “Çoğul modernleşme”; “Manevi- kültürel yapımıza uygun modernleşme” gibi teorik yaklaşımlar Namık Kemal, Mehmet Akif, Bediüzzaman, Ziya Gökalp, Mümtaz Turhan, Erol Güngör gibi yazarlarca savunuldu. Seyyid Hüseyin Nasr gibi gelenekselci ekolün önemli bir kalemi, Ali Şeriati gibi insanın zindanlarından kurtuluşu hakkında yetkin çaba harcamış bir aydın dahi Müslüman toplumların Batı toplumları gibi aşamalı ve ilerlemeci tarih felsefesini reddetmedi. Dolayısıyla kentleşme Batı toplumları ile Müslüman toplumların tarihlerinin kesiştiği ortak akılsallığı ifade eder oldu. Kentler ve endüstriyel toplum insanlık tarihinin tabii sürecinin tezahürü sayıldı. Müslümanlar bu kentleşmeyi gerçekleştirmek için köylü yapılarını (üretim ve kültür algılarını) bozmaya yöneldiler.

Şimdi Türkiye geleceğini belirleyecek yeni kentleşme dalgasının hemen eşiğindedir. Başlangıçta gecekondu bölgelerinin iyileştirilmesi amacıyla politize edilen süreç yetmedi ve kent merkezlerinin de yeniden yapılandırılmasına, şantiyeye çevrilmesine, daha yüksek konutlarla AVM inşaatları merkezinde dönüştürülmesine doğru evrildi. Varolan bu sürecin “kentleşmenin kentlileştirilmesi” olduğu da ifade edilmelidir. Kentler yetmiyor, metropoller geliyor, mega-kentler çıkıyor. Kent denetimsiz bir büyümeye, azmanlaşmaya uğruyor. Bu azmanlaşma içinde işgücünü emen sanayi ve imalat alanlarının giderek çöktüğünü de görüyoruz. Endüstriyel bir toplumun ihtiyacı olarak üretilen kentler artık sanayi ve üretimin merkezleri olmaktan çıkmış durumdadır. Üretilen konutların mimari endişeden ziyade “kent coğrafyasında yayılmış” nüfusu dikine bir yerleştirmeye tabi tutmayı öncelediği tartışmasızdır. Çoğunlukla üç- dört kişilik bir aile modelini dayatan bu kentleşme politikasının ailenin korunması, nüfusun yenilenmesi politikaları ile çeliştiği açıktır. Buna göre kadınların çocuk başına maddi manada desteklenmesi, kadınların çocuk sahibi olmak için evlerine döndürülmesi için yapılan siyasi çalışmalar çözüm olmayacaktır. Çünkü modern kent sokağı yok ederek, mahalleyi gözden çıkararak merkezinde AVM bulunan özel güvenlikli siteler inşa ediyor. Müslüman toplumların mahalle kavramı etrafında oluştuğu, kentleşme politikaları tarafından değerlendirmeye alınmıyor. Bu yapılarda cemaatik karakteri olan Müslüman toplumların birey felsefesi üzerinden yeniden ve bozulmaya uğratılarak inşa edilmek istendiğini görüyoruz. 

Kentler insanların değil arabaların  

İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlerde ulaşım politikalarının bireysel hareketliliğe yöneldiğini de işaret etmeliyiz. Alt geçitler, üst geçitler, köprüler, viyadükler, vs. bireysel ulaşıma yönelik ve ekmeğini kazanan kişinin tüketim harcamalarını büyüten planlamalar olarak ele alınıyor. Türkiye yerleşim alanlarının lastik tekerlekli araçlar için dizayn edilmesine boyun eğmiş durumda. Kentin tamamını mobilize etmek vazgeçilmez sayılıyor. Yani kent ideolojisi otomobil ideolojisi ile birlikte hareket ediyor. Bu da dünya kapitalizmine bağımlılık anlamına geliyor. Tarihi olarak ele alınırsa İslam şehrinde yaşayan ahalinin okul, iş, ibadet, sağlık, kurbiyet için uzun vakitler harcayıp, mesafeler aşması gerekmiyordu. İşin tuhaf tarafı Batı kentini örnek aldığımız halde Türkiye’nin Avrupa kentini değil Amerikan eğlence ve finans kentlerini model olarak ithal etmiş oluşudur. Türkiye’nin bu kentlerle aile politikalarını gerçekleştirme imkanı olmayacaktır. Yakın gelecekte Türkiye’de kentlerde aile bulmak şaşırtan ve heyecan veren keşfe dönecektir.

[email protected]