AK Parti döneminde fikir hayatımız

Ercan Yıldırım / Yazar
28.07.2018

İslamcılar iktidarın etkisiyle en ciddi modernleşen, en sert dönüşüm geçiren kesim olurken ülkedeki en sıkı otokritiği, iktidar eleştirisini, muhasebeyi de yine bu cenah gerçekleştirdi. Başta eğitim, kültür, dini faaliyetler, giyim kuşam, ideallerin sönmesi, lüks yaşam, iftarlar olmak üzere “simgesel” meselelerde eleştiriler getirilmesine rağmen İslami dönüşüm ve dünya sistemi-kapitalizm konusunda ağızları bıçak açmadı.


AK Parti döneminde fikir hayatımız

AK Parti’nin 16 yıllık iktidarında sadece Cumhuriyet döneminin meselelerini değil 250 yıllık Batılılaşma evresinin genel fikri, siyasi, ekonomik, toplumsal hadiselerini içeren tartışmalar, kırılmalar, ideolojik çöküşler yaşandı. Bu 16 yıl hızlandırılmış 250 yıla denk geldi neredeyse!

En basitinden, Batılılaşma çabamızla başlayan içe kapanmacı seküler seçkin elitlerle modernleşme taraftarı dindar eşraf arasındaki mücadele 16 yıl boyunca farklı vesilelerle karşı karşıya geldi. Buna ister İdris Küçükömer’in malum tezi üzerinden kalkınma, büyüme çabasının sağ ve sol kanatlardaki tutumları deyin isterseniz İslamcılık hareketinin Batı’nın tekniğini alıp Batı’yı geçme, yenme, terakki düşüncesinin bir başka versiyonu olarak bakın. Her halükarda dindar-seküler var olma biçimlerinin Abdülhamit ile İttihatçılar arasındaki çatışmada zirveye çıkan, sembolleşen, Cumhuriyet ile seküler memur elitin dindar, İslamcı, tarikat merkezli kalkınmacı kesimi tasfiyesiyle muhkemleşen çatışmasının bir başka versiyonuna şahitlik ettik. Menderes hareketini, eşrafın memura galebe çalması biçiminde okursak 27 Mayıs’ı karşı darbe gibi görmeliyiz; halbuki 27 Mayıs sonrasında ne Kemalist-seküler çevre tam manasıyla egemen olabildi ne dindar-İslamcı yükseliş dünya sisteminin atarlı aparat muamelesinin dışına çıkabildi. ABD tipi muhafazakarlık bizim Kerim Devlet reflekslerimizle fonksiyonel bir senteze gitti; Kemalizmin, İngiliz dünya sistemi metodunun cebri modernleşmesi bu sayede dini muhalefet alanını paramparça etti.

Demonte siyaset

27 Mayıs karşı darbesi sonrasına rahatlıkla “demonte siyaset” diyebiliriz. Din, milliyetçilik, kadim kültürler ve medeniyet birikimleri, Batılı değerlerin tümü, etnik-mezhep fay hatlarımız ana malzemeyi oluşturduktan sonra dönemine göre, bu parçalardan demonte ideolojiler, siyasi hareketler, partiler inşa edildi. Demonte siyaset elbette demonte fikir ve ideolojiler demekti aynı zamanda. Memleket sathında, Türkiye’nin kendine özgü yolunu çizmesi, yeniden büyük olması için teklifte bulunan ideolojiler demonte siyasetin içinde eridi, teklifleri yeni ve ucube söylemlere evrilip dünya sisteminin elini kuvvetlendirecek işlevsel akımlara dönüştürüldü. İslami kesimde yeni, silsilesi olmayan tarikatlar, hudayinabit cemaatler, neoselefiliğin farklı versiyonları, mahalli radikal gruplar ortaya çıktı; sosyalistler “Ne Batı ne Doğu bize özgü yol” diyen Mehmet Ali Aybar düşüncesini terk etti, dünya sisteminin kullanışlı örgütlerine savruldu.

İslamcılığın serüveni

AK Parti döneminde ideolojiler kendi tarihlerine seyrü sefer eyleseler de çok farklı yönelimlerde buldular kendilerini. En başta neoliberal İslamcılık… Çevreden merkeze akmak isteyen ve yeni bir İslamcılık tanımı getirerek neoliberal-postmodern kavramları kullanan, çoğulculuk, birlikte yaşama söylemleri eşliğinde seküler elitle karşı karşıya gelen neoliberal İslamcılık 1980’lerden 2015 yılına kadar etkinliğini sürdürdü.

Devlet ile eliti ayırıp Kemalist elite yüklenirken devleti pasifize eden İslamcılık yerini “milli–yerli İslamcılık”a bıraktı. Öz itibariyle kalkınmacı İslamcılığın genel tezleri bu dönemde kuvvetli biçimde tekrarlandı, medeniyetin dirilişi ve ihyası gündemde kaldı, buna mukabil Batı dışı dindar kültürü muhafaza yaklaşımı da yine iktidar cephesinde yerini korudu. İslamcılık düşüncesinin başlangıcından beri vuku bulan tartışmaların hemen hepsi bu AK Parti devrinde gündeme geldi hatta kimi zaman tecrübe de edildi! FETÖ yazarlarının İslamcılık öldü, tartışmalarını da buna ekleyebilirsiniz…

İrancıların, İran’ın Pers İmparatorluğu ülküsü karşısında yaşadıkları travmayı, İrancılıktan caymalarını da, tarikat ve cemaatlerin nurculuğun dominant vurguları altında ezilmesini, zaman zaman Başkan Erdoğan’ı eleştirip karşısına geçmesini, her zamanki gibi siyasilerle pazarlık yapmasını, şirketlerini büyütmesini, dünyadan el etek çekmekten dünyalıkların hepsini kendilerine bağlama iştiyakını, mesiyanik karakterlerinin kuvvetlendiğini de ilave edebilirsiniz…

Ha keza bu dönemde neoliberal dindarlığın, AK Parti iktidarına doğan gençlerin, idealleri, 2000 öncesi İslami hassasiyetleri bütünüyle tersine çevirdiğini, mahrem algılarından,  görünmeye kadar küresel kültürün tüm yaklaşımlarını hayata geçirdiklerini de gördük.

Kök arayışları AK Parti döneminin en bariz hususiyetleri arasında. Bir dönem İstiklal Marşı’na, devlete hatta Türkiye’ye-vatan kavramına mesafeli davranan İslami kesim, “namaz kılınan her yer vatandır” mottosundan, 15 Temmuz’da vatanı savunmak için tank önüne dikilen bilince erişti. Vatan, millet, bayrak, marş simgeleri 27 Mayıs sonrası İslamcılığının kırmızı çizgisiydi; bunlarla yüzleşmek, barışmak ve yeni manalar yüklemekle İslamcılar Osmanlı İslamcılığıyla buluştu. Başta Mehmet Akif, Necip Fazıl, Nurettin Topçu olmak üzere fikir hayatının içine ciddi manada yeni katkılar, isimler sunuldu. Ahlak şuraları düzenlendi Türkiye’de… Bu İslami kesimin kendi içine dönük yapısal bir düşünme teklifiydi fakat yeterince ele alınmadığı bir gerçek.

Bu dönemde gündeme sıkça gelen fakat hiçbir zaman etraflı düşünülmeyen, konuşulmayan konuların başında emekçilerin hakları, sorunları oldu. Prekarya, AVM çalışanları, aile kavramı, tüketim ideolojisi ve popüler kültür, mimari, şehir anlayışı kutbun bir tarafında muhalefet argümanına dönüşürken öte tarafta savunma refleksiyle ele alındı. Çok renkli, canlı, çeşitlendirilmiş yeni düşüncelere kapı açacak eleştiriler fikir hayatımıza yerleşse de bu konularda esaslı eserler verilmedi.

Belirgin kırılmalardan biri de aydın kavramı etrafında gelişti… Entelektüel, düşünür, mütefekkir, aydın kelimeleri arasındaki farklarda hala bir ittifaka gidememişken televizyon ve sosyal medya yeni bir kimliği trol varlığını ortaya attı, trol dili ve davranışları egemenliği eline geçirdi.

İslamcılar iktidarın etkisiyle en ciddi modernleşen, en sert dönüşüm geçiren kesim olurken ülkedeki en sıkı otokritiği, iktidar eleştirisini, muhasebeyi de yine bu cenah gerçekleştirdi. Tabii bizim siyasi hayatımızda dış güçler, Yahudiler, masonlar, komünistler, içerideki uşaklar, 5. kol, hainler her daim temel analiz, fail, etken unsurdur. Başta eğitim, kültür, dini faaliyetler, giyim kuşam, ideallerin sönmesi, lüks yaşam, iftarlar olmak üzere “simgesel” meselelerde eleştiriler getirilmesine rağmen İslami dönüşüm ve dünya sistemi-kapitalizm konusunda ağızları bıçak açmadı.

Kapitalizmin sosyalistleri

Sosyalistler, Kemalistler ve laik çevreler tüm seçimlerde yenilmelerine rağmen bir otokritik çabası içinde hiç bulunmadılar.

Sosyalistler AK Parti iktidarına destek vererek girdiler milenyuma… Neoliberal İslamcılık gibi Neoliberal Sol yeni yüzyılın düşünce yapısını taşıyordu. Sol 12 Eylül ile devrimci, proleter öncülüğü, sınıf savaşı gibi kendini var eden paradigmayı rafa kaldırdı; neoliberal siyasal tezleri, kültür endüstrisinin kavramlarını sahiplendi. Çevrecilik, etnik-gayri müslim-mezhep iddiaları, feminizm, lbgt-i hakları, AB’ye katılım gibi Türkiye’nin büyük müesses nizamı olan İslam-Türk-ehli sünnet-gaza omurgasını çatırdatacak görüşlerin bayraktarlığını üstlendi sosyalistler. Fakat 2011 itibariyle İslamcılarla olan yakınlaşma ve iktidar desteği yerini muhalefete ve düşmanlığa bıraktı.

Sosyalistler diktatör, tiran, totaliter yönetim eleştirisini Stalinist yöntem savunuculuğuna yaklaşan, PKK metodlarını sahiplenen “önleyici şiddet, yeni devrimcilik” kavramlarıyla yürüttüler. Kürtçülüğün kanatları altına sığındı sosyalistler. Türkiye bu dönemde siyasal alan, siyasi dinamikler bakımından sahiden çok yönlü, sıcak fikri tartışmalar yaşadı. Statükonun geriletilmesi, devletçi Kemalist elitin ortadan kaldırılması başlığı altında Türkiye’nin Nomosu’na cephe alınması, agonist-antagonist siyaset tarzı, demokrasinin niteliği, sandıktan çıkmanın ve icraatların hukuku, kapsamı, otoriterliğe kapı açıp açmayacağı, oyun kapsamı, sandığın demokrasi olup olmadığı, “zinde güçlerin” hareket alanı, pasif-aktif eylemlilik, Gezi olaylarında görülen yeni direniş imkanları, isyan ile kariyerizm arasında tercihte bulunma, popülizm, 15 Temmuz’un uç verdiği darbecilik, müdahalecilik, cuntacılık, işgal kavramlarının açılması, idareden kurtulmak için meşru olmayan gruplara, FETÖ’ye, dincilere destek olunup olunmayacağı, “istisna hali hukuku” fikir hayatımıza ya yeni girdi  ya da hararetle tartışıldı.

Buna rağmen sosyalistler hiçbir zaman otokritik yapmadı. Niçin Erdoğan’ın halkın tercihi olduğunu itham etmeden, milleti küçük görmeden, “dış güçler komploculuğu”nun farklı versiyonu devlet imkanları söylemini servise sunmadan tartışamadılar.

Bu dönemde çok ciddi manada entelektüel üretim, dünyayı ve düzeni anlamada Lacan-Hegel ilişkisinden Freud’a, Makyavel ve Don Kişot’u yeniden okumaya kadar çok farklı zihni etkinlikler gerçekleşti. Ama her seferinde devletin, milletin, Erdoğan’ın “bilinç dışı”na inme, çocukluğuna gitme gibi entelektüel şiddet yöntemleri daha cazip görüldü. Tabii buna yeni eklemeler yapmalıyız, Şerif Mardin’in “mahalle baskısı” kavramı ile “endişeli modernler” tanımlamaları yine üstten bakış olarak yerini aldı… Kabul etmek gerekir ki mahalle baskısı İslami kesimde değil en çok öteki kutupta, HDP desteğinde kendini gösterdi. Endişeli modernlerin endişesi İslami kesime de sirayet etti, milli ve yerli süreç endişeli muhafazakarlığı, kaygılı İslamcılığa taşıyabilecek yolları ördü.

Eleştiriler, tartışmalar…

Genel yargıların aksine Cumhuriyet döneminde düşünce en hareketli dönemini milenyumdan sonra yaşadı. Seküler elit-dindar eşraf çatışmasının farkı boyutlarda darbecilik, İttihatçılık versiyonlarında tezahür etmesi, 27 Nisan bildirisinden

15 Temmuz’a uzanan süreçte darbeciliği sempatiye sandıktan çıkamama korkusu ekledi. Tabii Türkiye’de sistemin değişmesi, sosyolojik, siyasi, tarihi kökleriyle çok yönlü fikir tartışmalarına neden oldu. Bu dönemde Kürtçülük de çok ciddi ve tüm boyutlarıyla ele alındı.

2000’lerden önce bilinen fakat telaffuz edilemeyen özerklik, ayrılıkçılık, bağımsız devlet gibi konular, yavaş yavaş Kürtçü siyasetin, solun da gündemine girdi. Suriye meselesi elbette Kürdistan fikrini tetikledi, Rojava deneyimi, küresel güçlerin zorlamasıyla kanton yönetimi örgütlenmesi, yeni komün imkanlarına çözüm sürecini de eklersek Kürt milliyetçiliği Kürt ulusçuluğuna evrildi, HDP’nin son seçimdeki varlığı fiili vaziyeti yerleştirdi.

Demonte siyaset ve demonte düşünce ile meselelerimize “köklü” çözümler bulamayacağımızı en başta Kürtçülüğün yükselişinden anlayabiliriz. Buna dini grupları, yeni cemaatleri de eklemeli… Demonte siyasal alan hazır kalıpları yeni bir senteze tutup eski metodları uygulayarak çare bulabileceğini zannediyor, halbuki “tarihin ruhu”nu çağırırken olguların kesinliğine de kulak vermek gerekir. Milli semboller, ulusçuluklar peşine kültürel dönüşüm çağrılarını da takar.

Gençlerin mensubiyet sorunları, milli ve yerli doktrinin kanıksanmasında Diriliş Ertuğrul, Filinta, Payitaht, Kut’ül Amare dizileri ile Malazgirt ruhu etkili oldu. Bu bakımdan tarihi 1923’ten başlatan Cumhuriyet ideolojisine karşın 1071 vurgusu sahih bir temele oturdu. Fakat başta Diriliş olmak üzere dizilerdeki tarih okumalarını İslam öncesi özcülüğe, simgeciliğe çekince AK Parti’nin beklediği yönelim gerçekleşmedi, mitolojinin etkisindeki Türk kavramının içinde İslam iğreti durmaya başladı. Kürtçülükle beraber özyönetim gibi kavramlar yeni siyasal alan için konuşuldu, fakat 24 Haziran’da yürürlüğe giren sistem yeni bir merkeziyetçiliğin yansımasıdır esasında. Kerim devlet refleksiyle dünya sisteminin gidişatı, Soğuk Savaş sonrası imkanlar, NATO ve çevreleme harekatlarının tesirleri, tarihi rol neo Osmanlıcılık gibi akımların ele alınmasını beraberinde getirdi. Zaten Gezi’den sonra temel dış politika anlayışı “üçüncü yol”a oturdu. Türkiye güçlü AB taraftarlığını, ABD etkisini tartışmaya açtı. AB için pürteslim irade hem devlet hem millet katında kabul edilemez bulundu. Transatlantik blokundan yana mı olalım, Avrasyacılığa mı yönelelim? Bu ihtimaller siyasal alana düşse bile etraflıca ele alınmadı, aynen üçüncü yol fikri gibi!

Türklüğün serencamı

AK Parti iktidarının en bariz, karakteristik, yönlendirici düşünce arayışı Türk kavramı etrafında gelişti. İktidarın ilk yıllarından çözüm sürecine kadar Türk kavramı öteki etnik kimliklerle birlikte anıldı, Türk etnik unsurlardan biriymiş muamelesi gördü. Türkiye gibi millet hayatı güçlü ülkede millet-i hakime gözlerden uzak kaldı, bu da ister istemez rahatsızlığı büyüttü.

İsmet Özel etnik kaygılardan uzak, İslamla varolmuş bir Türklük fikrini açıkça savunmaya başladı, elbette ona çok sert eleştiriler geldi. Fakat Türklük neoliberal İslamcılığın akabinde Gezi sonrasında belirgin bir yükselişe geçti. Milli-yerli doktrinle Türklük düşüncenin, siyasetin merkezine oturdu. Fakat buradaki Türk, sahih bağlamında kafire karşı cihat eden, İslami düzeni kuran, Müslüman varlığını öne çıkaran

Türk müydü yoksa Kemalistlerin seküler, İslam öncesi kökleri yücelten, mitlerle büyüttüğü afaki, ayakları yere basmayın, Kaf Dağı idealindeki Türk mü…

Modernleşme ile etnik kimlikler öne çıkıp imparatorlukları güdümüne alınca Osmanlı bundan berî kalamadı, erken Osmanlı aydını Türklüğü İslam’ı varoluşundan saydığı biçimiyle benimsemişti, olaylar geliştikçe Türklük yerini milliyetçiliğe sonrasında ülkücülüğe bıraktı.

2000 sonrasında Türklüğün, İslami düzen ve Batı’yı gerileten gaza anlayışıyla gündeme gelmesi Türkiye için, fikir hayatımız açısından büyük kazanım; fakat demonte siyaset ve fikir hayatı, kerim devlet varlığını kontrol etmede mahir dünya sistemi bu potansiyeli Kemalist milliyetçilikte donduracak gibi duruyor.

Üçüncü yolu da geçip bize özgü yolu inşa etmek istiyorsak Türk ile İslam, Türkiye ile İslam alemi arasında niza çıkartacak eğilimlerden kaçınmak, 1071 sonrasında inşa edilen Batı ve kapitalizm dışı İslami nizamı kuran ruhu yeniden çağırmak gerekir!

@Ercnyldrm1