AK Parti, sekülarizm, İslam

Esat Arslan / Yazar
25.07.2015

Türkiye İslam’ı bir anlamda İslam medeniyetinin geleceğini gösteren bir laboratuvardır. Türkiye Batı’nın ve İslam’ın en yoğun biçimde karşı karşıya geldiği coğrafyadır. Yaşanılan bu sekülerleşme sürecine kesinlikle İslami bir yanıt verilemelidir.


AK Parti, sekülarizm, İslam

AK Parti İslamcı Refah Partisi’nden süzülerek meydana geldi. AK Parti’yi oluşturan dindar Müslüman kadrolar 28 Şubat’ın baskısı altında yaşadıkları bilinç dönüşümünde ilahi egemenlik alanını beşeri egemenlik alanından ayrıştırdılar. Ve laik-demokratik bir siyasal dili özümsemiş olarak muhafazakâr-demokrat bir kimlik edindiler.

Bu dönüşüm Türkiye’nin hayrına bir dönüşümdü. Bu dönüşümle beraber sistem-karşıtı Müslüman camia demokratik sistemle bütünleşmenin bir yolunu buldu. Ve Türkiye önündeki üç kimlik sorunundan birini (diğerleri Kürt ve Alevi kimlikleridir) kalıcı olarak çözmüş oldu. Yine bu yolla geçmiş dönemlerde insancıl bir misyon üstlenmiş ve fakat çağımızdaki çok kültürlü dünyada oldukça büyük problemler yaratan İslam hukuku normlarının işleyemiyor olması durumu dini-felsefi bir temele yaslanmış olarak meşruiyet kazandı. Çünkü dediğim gibi ilahi egemenlik alanı ve beşeri egemenlik alanı dini gerekçelerle birbirinden ayrıştırılmıştı. Ve beşeri egemenlik alanında demokrasinin dili geçerliydi.

Fakat bu dönüşümle beraber yiten bir şey oldu. 28 Şubat’a kadar Türkiye’de İslami söylem total bir medeniyet projesiydi. İşin siyasetinden ve sosyolojisinden, felsefesine ve estetiğine kadar Batı’yla baş edebilecek bir din-kaynaklı söylemin peşindeydi bugün AK Parti’de içeriden veya dışarıdan siyaset yapan İslamcı entelektüel. Fakat bir kez AK Parti iktidara gelince bu medeniyet projesi askıya alındı. Daha doğrusu çöktü.

Entelektüelin sekülerleşmesi

Buradan bakınca AK Parti iktidarı Türkiye’de demokrasinin gelişimi açısından oldukça istenir bir sonuç doğurmuş olsa da, İslam medeniyeti perspektifinden bu oldukça büyük bir geri adım atış demekti. Çünkü özümsenen ve dine referans vermeden kullanılan demokratik söylemle beraber İslam’ın temel kaynaklarından devşirilmeye çalışılan bir medeniyet söylemi bütünüyle bakışlardan silindi. Bu aslında bir bütün olarak İslami entelektüel bilincin sekülerleşmesi anlamına geliyordu.

Cihan Tuğal AK Parti’nin daha önce sistemin başaramamış olduğu şeyi ürettiğini söyler: Dindar halkların kapitalistleşmesi süreci AK Parti’yle büyük bir hız kazandı. Beden için geçerli olan bu durum ruh için de geçerlidir. İslami entelektüel kafa, AK Parti’nin isteği olmaksızın, fakat onu iktidara getiren dönüşümün bir sonucu olarak alabildiğine sekülerleşmiştir.

Bunu gözlemek kolaydır. Ekranlarda İslam’ı tartışan insanlar bugün için büyük oranda İslam’ın geleneksel olarak ilgi alanına giren ve bugünün hayati toplumsal sorunlarına atıfta bulunmayan şeyleri tartışmaktadırlar. Sahurun vakti, kurban kesmenin dinimizdeki yeri, sahabe kıssaları, büyücülük vs. İslam ve toplum, İslam ve kapitalizm, İslam’ın sekülarizme eleştirileri, modernitenin çıkmazları karşısında İslami bilinç, postmoderndönem İslam için ne anlam ifade ediyor gibi konularda konuşacak herhangi bir entelektüel neredeyse kalmamıştır. Diyanet Kurumu’nunRamazan aylarında düzenlediği Kitap Fuarını gezdiğinizde de bu konudaki kısırlık hemen göz önüne gelecektir. Kısaca Müslümanlara içinde yaşadıkları küresel modernite çağının şuurunda olmasını sağlayacak bilinç önderleri ya gündelik siyasetle uğraşmaktadırlar ya da böylesi bir entelektüel tipi giderek toplumdan silinmektedir.

Her iki cevap da doğrudur. AK Parti’nin projelerini gerçekleştirmek için entelektüel kadrolara ihtiyacı vardı. 28 Şubat’a kadar kendini bir medeniyet misyonuna adamış entelektüel haklı olarak bu projeye destek verdi. Ve uzun soluklu medeniyet sorunlarıyla değil, güncel siyasal olaylarla gündemi belirlenmiş bir figüre dönüştü. Bu bir fantezinin değil de gerçek bir ihtiyacın ürünü olduğu için kimse bu dönüşümden dolayı suçlanamaz. Ama bir yandan da bu entelektüel tipi giderek toplumdan silindi. Çünkü artık yetenekli gençler dinin temel kaynaklarını öğrenmektense dünyevi bilimlerde (ekonomi, sosyoloji, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, tarih, felsefe, vs) uzmanlaşmayı ve ait olduğu disiplinin dışındaki alanlarda cahil kalmayı tercih ediyorlar.

Kısa konuşmamız gerekirse bugün Türkiye’de İslam AK Parti’den önce sahip olduğu çağ özbilinci olma vasfını tamamen kaybetti. Foucault’nun İslam’ın neresinde durduğunu tartışabiliyorduk. Demokrasinin nasıl İslam bozması bir sistem olduğunu tartışabiliyorduk. Kapitalizmin kusurları hakkında ciddi bir düşüncemiz vardı. Fakat bugün Türkiye’de İslami entelejensiya İslam’la ilişkisi içerisinde Batı’nın ve küresel modernitenin daha derinleştirilmiş ve daha genişletilmiş bir okumasını yapma yeteneğinden acizdir. Çünkü ya olaylar İslam düşüncesiyle ilişkisi kurulmayacak kadar gündelikleşmiş ve jeopolitikleşmiştir. Ya da kişiler artık bunu yapmayı isteyecek, yapmak istese de İslam’ı ve modern düşünceyi beraberce öğrenecek yeteneklerden ve ortamlardan mahrum olarak sosyalleşmektedir.

Bunun adı Türkiye’de İslam’ın total sekülerleşmesidir. Çünkü o artık içinde yaşadığı dünyasını İslam’ın terimleriyle düşünebilmekten giderek daha fazla aciz hale gelmektedir. Ve bu sekülerleşmeyekapitalizm yoluyla sekülerleşme de eklendiği için Türkiye’de İslamdüşüncesi giderek daha fazla çağıyla ilgisiz, çağına hitap etme yeteneğinden yoksun, çağın problemleri karşısında referans olma işlevini yitirmiş, çağımız için arkaik bir inanış haline gelmektedir. Televizyon ekranlarında İslam’ın tartışıldığı bağlamlar bu durumun sadece bir göstergesidir.

Bu sekülerleşme geri çevrilemez. AK Parti’nin, Türkiye’nin sadece en dramatik siyasal devrimini gürültü patırtıyla yapmış AK Parti’nin değil, en yoğun sosyolojik devrimini de sessizce gerçekleştirmiş AK Parti’nin bu süreci geri çevirmesi düşünülemez. Fakat bu sekülerleşmeye bir biçim ve yön kazandırılabilir. Ama bunun için bir entelektüel olarak -artık muhafazakarlığınyeni kuşaklara da hitap etmediğinin belirginleştiği hatırlanarak- AK Parti’nin ‘muhafazakar’lığından sıyrılmakya da onu başka birşeye dönüştürmek gerekir. Çünkü bu yeni dalga karşısında kaybeden başka hiçbir şey değil ama fıkhıyla, kelamıyla, tasavvufuyla ve siyasal ilahiyatıyla muhafaza edilmesi istenen geleneğin ta kendisidir. Sadece oruç saatlerinde ve kadın dövme bahislerinde tartışılan bir fıkıh, ve içindeki insan modeli tamamen unutulmuş olarak salt dünyadan kaçtığımızda ya da bir beyitle keyfimiz yerine gelsin diye okunan bir Mesnevi ya da Derrida metafiziğiyle irtibatı herhangi bir şekilde kurulmamış İbn Arabi geleneği yaşatmak anlamına gelmez. Gelenekle irtibat başka bir mantıkla kurulmalıdır.

İslami yanıt şart

AK Parti’nin yarattığı bu dönüşüm ilahi egemenlik alanıyla beşeri egemenlik alanlarının ayrıştırılması sonucu ortaya çıkmıştı. Ve örneğin siyaset şeriat alanından çıkıp demokrasi alanına girmişti. İktisat değer alanından çıkıp olgu alanına girmişti. Ve ikiye bölünmüş bu yaşamda dine ve ilahi egemenlik alanına kalan sadece ve sadece ritüeller olmuştu. Durum bu olduğu için de bir yandan Batı’nın yanlışlarını her yönden kritik ederken, bir yandan da yaşamı total bir biçimde kuşatacak olan medeniyet projesi askıya alınmış hatta çökmüştü. Bu bir kriz durumuydu. Fakat bu süreç esnasında bir yandan da Türkiye’nin Müslümanları ilk defa olarak iktidara sahip oldukları için bu kriz sessiz ve sedasız bir biçimde geçiştirilmişti.

Fakat bu sorun ihmal edilemez. Türkiye İslam’ı bir anlamda İslam medeniyetinin gelecekte geleceği yeri gösteren bir laboratuvardır. Türkiye Batı’nın ve İslam’ın en yoğun bir biçimde karşı karşıya geldiği İslam coğrafyasıdır. Eğer bu sekülerleşmeye İslami bir yanıt verilemezse, eğer bu sekülerlik İslam’ın temel kaynaklarının kuşatıcılığında bir biçim altına alınamazsa ve kendisine bir yön çizilemezse İslam toplumunun geleceğinin 19. Yüzyıl Almanyasına benzer sonuçlar doğurabileceğini söyleyebiliriz. Hayatta karşılık bulmayan bir İslam’ın ya terkedilmesi ya da içi boş ve kendisinden herhangi bir yaşam ya da canalıcı eleştiri çıkmayan bir ritüel ve gündelik yaşam dini haline gelmesi.

Kısaca İslam’ın yeniden bir medeniyet projesi olarak düşünülmesi gerekiyor. Kapitalizmin buhranda olduğu 2008 sonrası dünya konjonktüründe kapitalizmle hesaplaşan ve ona sırf teorik de olsa yeni bir yön vermeye çalışan ve yeryüzünü bu projeye katılmaya davet edenhegemonya-kurucu Müslüman entelektüelimiz yok. Foucault ve Deleuze’un ütopyası olan Tanrı-insan’ı Kuran’ın ‘yeryüzü halifesi’ idealine bağlamaya çalışan düşünürümüz yok. Derrida’nın ‘differance’ ilkesiyle İmam Rabbani’nin ‘vahidiyet mertebesindeki ayrıştırma’ ilkesini beraberce düşünen Müslümanımız yok. Kendi kendini bir sanat eseri olarak var etme denen sarhoş edici modern idealin Mesnevi’nin neresine düştüğünü kendine dert eden bilgelerimiz yok.

Kısaca söylemek gerekirse AK Parti iktidar olduktan sonra İslam bir medeniyet projesi olarak cazibesini tamamen kaybetmiştir. Ve ne yazık ki İslam’ı yeniden bu cazibeye kavuşturmak için böylesi bir seferberlik yok. Oysa eğer Kuran’a ve Hazret-i Peygamber’in Mekke yaşamına bakacak olursak bir peygamber herşeyden önce toplumuna ilahi idealler doğrultusunda ve her cihetten yön vermeye çalışan bir kamusal entelektüeldir. Bizim böylesi entelektüellerimiz AK Parti iktidarına kadar oluşma yolundaydı. Fakat ne yazık ki İslam Türkiye’de bu kurumunu yitirdi. Ve bu kurumu yitirmek gençliği yani geleceği yitirmektir.

Elbette ki bu entelektüelin yeniden yaratılması ciddi bir iştir. Her şeyden önce zihnin tabusuz ve dogmasız bir biçimde Kuran’ı ve Sünnet’i yeniden anlamlandırma çabası içerisinde meydana çıkarılabilir. Elimizdeki tefsirler geleneğimizin izdüşümüdürler. Dediğim gibi gelenek bu son dalgaya yenilmiştir. Ve yeniden anlamlandırılması gerekir. Ama seküler yaşamlarımızın kutsanabilecek bir biçime sokulmasından başka hiçbir meselesi olmadığı söylenebilecek Kuran, geleneğimiz tarafından henüz tüketilmemiştir. Bugün seküler bir dünyada, AK Parti iktidarından önce de yapılmaya çalışıldığı gibi, bir elinde Foucault’yu tutmaya çalışan Müslüman bireyin öteki eline Kuran’ı almasının vakti çoktan geçmiştir. Bu iki kitabı beraberce okumak modernitenin kökündeki sorun olan beşeri egemenlik alanı ve ilahi egemenlik alanı arasındaki ilişkiyi de yeniden düşünmek anlamına gelmektedir.

[email protected]