AK Parti-Cemaat kavgası değil Türkiye’nin FETÖ ile mücadelesi

Murat Güzel / Yazar
9.07.2016

Türkiye Cumhuriyeti devleti kendi meşru varlığını korumak amacıyla FETÖ/PDY ile mücadele yürütüyor. Bu mücadeleyi el’an yürütenler kim olursa olsun, onun meşruiyetini sorgulamak, Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığını sorgulamaktan başkaca bir anlam taşımıyor.


AK Parti-Cemaat kavgası değil Türkiye’nin  FETÖ ile mücadelesi

17-25 Aralık 2013 darbe kalkışmasından beri ülke gündeminde yer etmiş sorunların başında geliyor FETÖ/PDY ve bu gayrimeşru yapıyla yürütülen mücadele. FETÖ-PDY, bilindiği gibi, Milli Güvenlik Kurulu tarafından terör örgütleri listesine alınmış bir oluşum, ancak Türkiye’deki bazı çevrelerin bu durumu hazmedemedikleri de ortada. Kimileri, özellikle bazı sol gruplar ile sözüm ona liberal aydınlar bu terör örgütüyle yürütülen mücadeleyi güttükleri siyasal birtakım küçük hesaplar adına kötülerken, kimileri de yine benzer küçük siyasal çıkarları uğruna bu mücadeleyi AK Parti-cemaat kavgası olarak sunma gayreti içinde.

Diğer yandan, mücadeleye destek olanlar arasında da benzeri bir hamasetin var olduğunu görmek üzücü. Bu çevreler içinde de FETÖ/PDY ile mücadelenin tamamen AK Parti eliyle yürütüldüğü zannı hakim. Elbette bu çevrelerde de başka türden bir siyasal kâr avcılığı, hesap güderlik var. Hakikaten söylemek gerekli ki, şimdiye kadar, FETÖ/PDY ile mücadele AK Parti’nin ve bu partinin kurucu ve tabii lideri Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın uhdesinde kaldı. Durum böyle olsa bile, bütün bu siyasi hesap, çıkar ve kâr güdülenimleri arasında mezkur mücadelenin asıl saikinin bir “devlet meselesi” olduğu çoğu zaman göz ardı ediliyor, unutuluyor ya da unutturuluyor. Oysa gayet açık ki AK Parti iktidarda olmasa da, Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanlığı görevini sürdürmese de FETÖ/PDY ile mücadele bitmeyecek, bitmemeli. Çünkü bu mücadele bazı küresel güç odaklarına karşı bu milletin ve bu devletin özsavunması, bir nevi ölüm kalım savaşı... FETÖ/PDY ile mücadelede bu hususu göz ardı eden yaklaşımların tamamının FETÖ/PDY’ye yaradığını da vurgulamak elzem.

FETÖ turnusol oldu

Bu noktada FETÖ davalarının ve FETÖ/PDY ile yürütülen mücadelenin önemli bir turnusol kağıdına dönüştüğünü söylemek mümkün. Temel konulardaki siyasi yaklaşımları her ne olursa olsun, FETÖ/PDY ile mücadeleye karşı çıkanlarla katkı sağlayanların politik duruşları arasındaki çatışma Türkiye’nin nasıl bir geleceğe sahip olması gerektiği hakkındaki bir çatışmadır esasen. Gündelik politikaların ötesinde Türkiye için benimsenen politik gelecek tasavvurlarını belirlemekte iyi bir kriterdir FETÖ/PDY mücadelesinde takınılan tavırlar.

FETÖ/PDY ile mücadeleyi tamamen AK Parti’ye endeksleyerek düşünenlerin başında elbette ana muhalefet partisi ile PKK ve onun destekçisi siyasi unsurlar geliyor. Ana muhalefet partisi CHP’nin zaman zaman PKK’ya destek veren vekilleri kadar FETÖ/PDY’ye de sözcülük yapmış, destek çıkmış vekilleri olduğunu biliyoruz. Ana muhalefet partisinin kim eliyle olursa olsun AK Parti hükümetinin yıkılması ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın devrilmesi noktasında tatmini mevcut siyasi şartlarda asla mümkün görünmeyen bir ham hayale sahip olması gerçeği değiştirmiyor. Paralel yapının sözcülerine verilen desteklerin en önemlileri bu pratik eliyle gerçekleşiyor. CHP’li eski vekiller FETÖ davalarında FETÖ örgütüne mensup olmakla suçlanan zevatın avukatlığını üstleniyor, bu davaları siyasileştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Örnek mi? Buna verebileceğimiz en güzel örnek üç dönem boyunca TBMM’de CHP Konya Milletvekili olarak görev yapmış, hükümete yönelik verdiği binlerce soru önergesiyle tüm dikkatleri üstüne çekmiş bir isim, yani Atilla Kart. Atilla Kart, Konya’daki FETÖ davalarındaki zanlıların avukatı ve yürütülen davanın hukuki zeminden siyasi zemine kayması için elinden geleni yapıyor.

CHP’nin yegane önceliğinin, her ne olursa olsun, halkın oylarıyla iktidar olmuş meşru AK Parti hükümetinin, yine halkın açık desteğiyle Cumhurbaşkanı seçilmiş Recep Tayyip Erdoğan’ın devrilmesi olarak belirlenmesi bu partinin siyasi duruşundaki birçok kusur, hata ve çarpıklıkların da ana sebebi. Bundan dolayı CHP sözcülerinin ülkedeki politik hayatın gerek halihazırdaki şekillenişini gerekse gelecekteki muhtemel gelişmeleri doğru analiz edebilecek bir dili geliştiremediklerini de ileri sürebiliriz. Ülke sorunlarına ilişkin tüm söylediği, AK Parti ve Cumhurbaşkanı karşıtlığından öteye geçemeyen bir dil bu. FETÖ/PDY mücadelesine karşı benimsenen tavrın da bundan uzak düşmediği vurgulanmalı. FETÖ/PDY ile açık mücadelenin başlangıcına kadar neredeyse CHP’nin yarı resmi basın organı görevini üstlenmiş Cumhuriyet gazetesinin AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik saldırılarında tamamen FETÖ/PDY unsurlarını kullanması da aynı şekilde yorumlanmalı. Cumhuriyet ve onun istifasını açıklayan Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar eliyle Türkiye’nin uluslararası kamuoyunda zor duruma düşmesini hedefleyen ve çoğu kez gerçek dışı olduğu açık delillerle ispatlanmış yayınlara bel bağlayan CHP’nin bir siyasi parti olarak halk nezdindeki itibarını da giderek tükettiği, söyleminin eleştirel potansiyelinin de kalmadığı görülüyor. Aslında bir kısır döngü bu. CHP, FETÖ/PDY başta olmak üzere terör örgütlerine karşı Türkiye’nin verdiği mücadeleyi eleştirmeye çabaladıkça söylemi etki bakımından fakirleşiyor; CHP’nin söyleminin eleştirel etki düzeyi düştükçe FETÖ/PDY, PKK ve diğer terör örgütlerinin sözümona şiddet içeren muhalifliklerini benimseyen bir dil CHP’ye sirayet ediyor. CHP’nin mevcut yönetiminin bu kısır döngüyü kıracak kıratta olmayışı ise bu partinin en büyük talihsizliği.

Türkiye karşıtlığına savrulanlar

Bazı sol gruplar ile sözümona liberal aydınların AK Parti karşıtlıklarını FETÖ/PDY mücadelesine karşı çıkmakla tezahür ettiren yaklaşımları da CHP için söylediklerimizden farklı bir sonuca sahip değil. Bu aydınların FETÖ/PDY’ye verdiği entelektüel desteğin tek gerekçesi AK Parti iktidarıyla aralarında yaşadıkları bazı politik anlaşmazlık ve çıkar farklılıkları. “Düşmanımın düşmanı dostumdur” anlayışından öteye geçemeyen bir dilin ne kadar entelektüel sayılması gerektiği de ortada, ayrıca bu aydınların “demokratik bir Türkiye” tasavvurunun tesisinde FETÖ/PDY’ye verilen desteğin anlamı konusunda herhangi bir öngörüye sahip olmadıkları da açık. Tabiatı her ne olursa olsun, her siyasi iktidarı “eleştiri nesnesi” edinen entelektüel endişe, yerli yerinde ve anlaşılabilir bir endişeyken FETÖ/PDY’nin Türkiye demokrasisine verdiği ve vereceği tehlikeleri görmezden gelen bir söyleme bu türden bir endişe atfetmek de bir o kadar yersiz ve anlaşılmaz. Gerek sol grupların gerekse liberal aydınların FETÖ/PDY mücadelesini gözden düşürmek üzere başvurdukları enstrümanların tam da ülkedeki demokratik ortamı sabote etmeye yarayan araçlar olduğunu görmek gerekiyor bu yüzden. Demokratik bir Türkiye’de bürokrasinin bazı unsurlarının bürokratik ast-üst ilişkisinin dışında bir talimat disiplinine sahip olmasını desteklemek anlamından başkaca bir anlam çıkmıyor söz konusu liberal aydınların FETÖ/PDY ile mücadeleyi eleştirilerinden.

PKK ile onun destekçisi bazı siyasi unsurların (sözgelimi HDP’li birçok vekilin) FETÖ/PDY’ye verdiği desteğin sebebi de gayet açık ve ortada. Bu destekle amaçlanan “Türkiye halkları”ının hayrı ve çıkarı değil, aksine onlara boyun eğdirilmesi. Uluslararası düzeyde Türkiye karşıtı birçok kampanyada FETÖ/PDY ile PKK’nın işbirliğine gittiklerini görmek bu yüzden pek garipsenmemeli. Bu işbirliğinin organik ya da geçici olup olmaması da bu aşamada pek önemli değil, FETÖ/PDY ile PKK arasındaki “ittifak”ı tesis eden çıkarların küresel egemenlere has çıkarlar olduğunu söylemek gerekli.

FETÖ’nün Asena sevdası

FETÖ/PDY kalemşörleri ile yöneticilerinin Milliyetçi Hareket Partisi’nin yılan hikayesine dönmüş “kurultay”ına gösterdikleri ilgiyi de aynı zaviyeden yorumlamak mümkün. CHP ve HDP ile kurduklarına benzer bir dil ve strateji birliğini MHP’nin mevcut genel başkanı ve yönetimiyle sağlayamadıkları görülen FETÖ/PDY’nin bu strateji ve dil birliğini sağlayabileceklerini ümit ettikleri bir genel başkan ve yönetim değişimi için MHP kurultayına ilgi gösterdikleri biliniyor. Bu çerçevede anlaşabileceklerini umdukları bir ismin genel başkan adaylığını destekleyen FETÖ/PDY kalemşorlarının o ismi “Asena” olarak yücelttiklerini de görüyoruz. FETÖ/PDY ile mücadeleyi devletin meşru bir mücadelesi olmaktan çıkarıp “siyasileştirmeye”, böylelikle kısmi ve gayrimeşru bir mücadele düzeyine çekmeye matuf bir stratejinin MHP kurultayında etkili olmaya çalıştığı, sırf genel başkanlık uğruna MHP’deki bazı isimlerin de bu stratejiye yeşil ışık yaktıkları ortadayken MHP’li delegelerin sergileyecekleri siyasi tavır giderek önem kazanıyor: Küresel egemenlerin iradesi mi, Türk halkının varlık mücadelesi mi?

FETÖ/PDY ile mücadelenin sadece siyasi bir mücadele olmadığını, tamamen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir “varlık mücadelesi” olduğunu defaten vurgulamak bu yüzden gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti devleti kendi meşru varlığını korumak amacıyla bu mücadeleyi yürütüyor. Bu mücadeleyi el’an yürütenler kim olursa olsun, onun meşruiyetini sorgulamak, Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığını sorgulamaktan başkaca bir anlam taşımıyor. Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığını arzulamayan çevrelerin FETÖ/PDY mücadelesine karşı çıkmaları ülkenin küresel egemenlerin arzularına boyun eğmesini istemekten başka bir anlama sahip değil. Bu mücadelenin hukuki çerçeve içinde kazanılmasına verilecek destekler de bu sebeple Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığına duyulan güveni yansıtacaktır.

[email protected]