Ak Parti’yi bekleyen zorlu süreç

Prof. Dr. Ömer Çaha / Yıldız Teknik Üniversitesi
7.11.2015

Ak Parti, özellikle Doğu ile Batı arasındaki köprü işlevini üstlenmiş tek partidir. Onun olmadığı bir Türkiye’de toplumsal bütünlükten söz etmenin ne kadar zor olacağını görmek gerekiyor. Dördüncü iktidar döneminde Ak Parti’yi bekleyen sorunlardan biri, onun merkezin tek aktörü olmasıyla doğrudan ilgilidir.


Ak Parti’yi bekleyen zorlu süreç

2011 seçimlerinden birkaç gün önce, çıktığım bir televizyon kanalından eve giderken, yolda kanalın tahsis ettiği sürücüye seçimlerle ilgili gözlemlerini sorduğumda sürücü, “hemşerim bunlar tekrar tek başlarına iktidara gelirlerse bu defa iç savaş çıkacak,” demişti. Duyduklarıma inanamadığım için birkaç soru daha sorarak düşüncesini açmaya ve duygu dünyasını iyice deşmeye çalıştığımda sürücünün ciddi ciddi savaş psikolojisiyle hareket ettiğini ve kendisini buna hazırladığını öğrendiğimde şok olmuştum. O günden sonra bir sosyolog olarak bu hususa daha fazla dikkat kesilmiş ve sürücünün psikolojisiyle hareket eden, patlamaya hazır bir kitlenin Türkiye’de var olduğunu fark etmiş, sağda solda bunun uyarısını da yapmaya çalışmıştım.

2011 genel seçimlerinden yaklaşık iki yıl sonra Gezi olayları patlak verdiğinde şahsen hiç şaşırmadım. Gezi olaylarını çıkaran kitle, patlamaya hazır bir ruh hali içinde kıvılcımını bekliyordu. O kıvılcım belediyenin Gezi Parkı’yla ilgili planı ve polisin şiddet içeren tutumu oldu. Gezinin dışında başka bir olay olsaydı muhtemelen söz konusu kitle o olay vesilesiyle yine Gezi’dekine benzer bir kalkışmaya girişecekti.

Hiç kuşkusuz, Nokta Dergisi’nin 1 Kasım’ın ertesi gün atmış olduğu manşet bir temenniyi ifade ediyor. Ancak, Taha Akyol’un seçimlerinden birkaç gün önce Türkiye’de bir iç savaş çıkma endişesi taşıdığına ilişkin verdiği demeci bir temenniden öte, toplumda derinden derine kaynamakta olan bir endişenin, bir korkunun ifadesi olarak okumak ve bunu ciddiye almak gerekiyor. Gezi, bir yanıyla Ak Parti’yi sandıkta yenemeyen iç ve dış mihrakların manipülasyondu. Ama bir yanıyla da endişe ve kaygı hisseden genç kuşakların bir isyan hâli olduğunu unutmamak gerekir. 

AK Parti’nin ağır yükü

Ak Parti, bugün Türkiye’deki tek merkez parti konumundadır. Siyaset bilimciler olarak CHP’yi merkezin solunda görme gibi bir alışkanlığımız var; ama bu doğru değildir. Bir partinin siyaset yelpazesinin neresinde yer aldığına hükmetmek için iki şeye bakmak gerekiyor: Birincisi partinin söylemi, ikincisi ise partinin temsil kabiliyeti. Söylem bir partinin ideolojik referansının, programının, sicilinin, seçmen hafızasındaki yerinin, parti adına yetkili kadroların beyanatlarının ve seçim bildirgelerinin toplamından ibarettir. CHP’nin söylemi, Kılıçdaroğlu döneminde merkeze yaklaşmış olmakla birlikte, bu merkezin sağındaki seçmen tarafından henüz bu şekilde algılanmamaktadır. Temsil bakımından ise CHP bir merkez partisi olmaktan çok uzaktır. Türkiye’nin Ege, Trakya ve kısmen de Marmara bölgelerinin dışındaki sathında neredeyse esamisi okunmayan bir parti görünümündedir CHP. Üç bölgeye sıkışmış, beş bölgede varlık göstermeyen bir parti, merkez partisi olamaz.

Milliyetçilik ve çatışma üzerinden siyaset yapan MHP ve HDP’nin zaten merkez partiler olmaları mümkün değildir. Etnisite ve milliyetçilik üzerinden siyaset yapan partiler tüm demokratik toplumlarda “ideolojik” parti kimliğine sahiptirler ve bunlar genel olarak bizdeki kadar yüksek oy alamazlar. Bu tür partiler homojen ve tek-tip bir toplum tasavvurunu gerçekleştirmeye çalışırlar. Oysa merkez partiler, ideallerden çok, reel olan toplumun değişik renklerini bünyelerinde barındırırlar ve onları kuşatacak bir yapıdadırlar.

Ak Parti, söylemi ve temsil kabiliyeti bakımından Türkiye’nin omurgasını oluşturmakta ve bu yönüyle hem değişik bölgeler, hem de değişik kesimler arasında bir köprü işlevi görmektedir. Ak Parti, özellikle Doğu ile Batı arasındaki köprü işlevini bugün üstlenmiş tek partidir. Onun olmadığı bir Türkiye’de toplumsal bütünlükten söz etmenin ne kadar zor olacağını görmek gerekiyor. Dördüncü iktidar döneminde Ak Parti’yi bekleyen sorunlardan biri, onun merkezin tek aktörü olması konumuyla bağlantılıdır.

Seçmen, 7 Haziran seçimlerinde Ak Parti’ye ciddi bir uyarı yapmış; iktidarı başkasıyla paylaşması gerektiği mesajını kendisine vermişti. Ancak o tarihten sonra geçen beş aylık süreçte bir partinin tek başına iktidar olamayışının kendisine neye mal olduğunu da yaşayarak görmüş oldu. O bakımdan bu seçimde yeniden Ak Parti’ye yönelerek onu tek başına iktidara taşıdı. Ancak seçmenin bu yönelişini, “isteyerek”, “benimseyerek” ve “memnun kalarak” bir yöneliş olarak görmekten çok; “kerhen” gerçekleşmiş bir yöneliş olarak okumak daha doğru olur. Şayet Ak Parti, bu seçimdeki seçmen desteğini bu şekilde okumamış olursa, 7 Haziran’da kendisine verilmiş olan mesajı es geçmiş olacaktır.

Sorunların çözümü

Ak Parti adına demeç veren yetkililer, değişik kesimlerin endişelerini giderecek nitelikte yumuşak ve kucaklayıcı mesajlar verdiler. Başbakan’ın seçim akşamında Konya’dan, Mevlana’nın sözleriyle verdiği mesaj son derece önemliydi. Ancak şunu unutmamak gerekir ki, bu topraklara sevgi tohumu ekmek sadece güler yüzle, sıcak ve kucaklayıcı bir dille olmaz. Bu kuşkusuz çok önemlidir; ama yeterli değildir. Bu topraklara sevgi tohumu ekmek için endişeli seçmenin endişe ve kaygılarını gidermek ve beklentilerini gerçekleştirmek gerekir. Dörtkesimbu bağlamda önem arz ediyor. Birincisi, Alevilerdir. Cemevlerinin kamu bütçesinden desteklenmesi, dedelere maaş bağlanması, din dersleri konusunda Alevileri tatmin edici adımların atılması önemlidir. Avrupa Birliği’yle müzakerelerin yol haritasında zaten bu hususlar bir şekilde yer alıyor. O halde daha fazla beklemeden Alevileri asgari düzeyde de olsa tatmin edici adımlar atmak gerekiyor.

İkincisi, Kürtlerdir. TRT Kurdi’yi devreye sokmakla, Kürt kimliğini sosyolojik düzeyde kabullenmekleKürt sorunu çözülmüş değildir. Anadilde eğitim, Kürt kimliğinin yasal bir güvenceye kavuşması ve Kürt siyasal hareketinin farklı boyutlarıyla siyaset alanında var olmasını sağlayacak adımlar atılmadıkça Kürt sorununa esaslı biçimde neşter atılamaz. Kürt kökenli seçmen 7 Haziran seçimlerine göre yüzde 10-15 aralığında Ak Parti’ye yeniden yöneldi. Ama unutmayalım ki, Doğu ve Güneydoğu illerinin büyük bir kısmında HDP yüzde altmışların üzerinde oy almıştır. Dolayısıyla Kürtlerin teveccühünün adresi olmaya hala devam etmektedir.

Üçüncüsü, ifade hürriyeti konusunda endişe içinde olan aydınlardır. Endişelerin bir kısmı algısal olabilir; ama böyle bir endişenin artarak devam ettiği gerçeğiyle karşı karşıyayız. Özellikle basın özgürlüğü konusunda Ak Parti aleyhine gerek içeride gerekse dışarıda giderek yayılan olumsuz bir imaj var. Bir yandan bu imajı düzeltmek, ama bir yandan da medyada, akademide dile getirilen eleştirilerden yararlanmak, bunlardan beslenmek gerekir. Siyasal partiler, cemaatler gibi “hikmeti kendinden menkul”, dolaysıyla da eleştiriden arı oluşumlar değildirler. Aksine siyasal partileri ve hareketleri besleyen şey eleştiridir. Ak Parti’nin, hem eleştiriye açık olması, hem de eleştiri kültürünün bu topraklarda neşvünema bulduğu bir siyasi iklimi geliştirmesi son derece önemlidir.

Dördüncüsü, genç kuşaklardır. Türkiye nüfusunun büyük bir çoğunluğu gençlerden oluşmaktadır. Eğitim seviyesinin yükselmesiyle birlikte üniversite eğitimli genç kuşaklarda işsizlik oranı giderek yükseliyor. Bugün yabancı dille eğitim yapan, çok iyi üniversitelerden ve bölümlerden mezun olan öğrenciler bile iş bulamama riskiyle karşı karşıyadır. Ak Parti iktidarı, 2007 öncesinde olduğu gibi, başta gençler olmak üzere geniş kitlelere yeniden istihdam yaratıcı politikalar geliştirmek zorundadır.

Kısaca, Ak Parti’nin 1 Kasım’da elde ettiği zaferi, iktidarda kalıcı bir başarıya dönüştürmesi, başta bu dört kesim olmak üzere, geniş kitlelere yönelik atacağı tatmin edici adımlara bağlıdır. Aksi takdirde Gezi’ye benzer olaylarla yeniden karşılaşmak uzak bir ihtimal değildir. Sandıktan ümidini kesen kesimlerin isyankar bir ruh hali içinde olduğunu ve bunu her an dışa vurabileceğini AK Parti iktidarı hiçbir zaman için unutmamalıdır.

[email protected]