Akademide reyting kaygısı

Prof.Dr. Ayşe Zişan Furat (İstanbul Üniversitesi) - Doç.Dr. Mehmet Yalçın Yılmaz (İstanbul Üniversitesi)
23.08.2023

Merhum Sosyolog Hüsamettin Arslan ‘Epistemik Cemaat' kitabında Batı'da üretilen bilginin Doğu'da takipçileri olduğunu vurgulayarak bunlara ‘bilimin eşik bekçileri' derdi. Akademide bir karar vermek zorundayız. Bilim mi üreteceğiz yoksa reyting kaygısıyla Batı'daki editörlerden onay mı bekleyeceğiz?


Akademide reyting kaygısı

YÖK Genel Kurulu15 Temmuz 2023 tarihli 10. Oturumunda aldığı karar yaklaşık 2 ay sonra 9 Ağustos 2023 tarihinde ilan edildi. Akademik yükselmede önemli bir eşik olan doçentlik aşaması ÜAK tarafından yürütülmekte. 2024 Mart döneminde başvuruda bulunacak adayların tabi olacağı şartlar geçen dönemlere nazaran çok sayıda farklılık içeriyor.

Her başvuru/atama/yükseltilme şartlarında yapılan değişikliğin adayların yeni sürece adaptasyonu için belirli bir süreye ihtiyaç duymalarına neden olması beklenen bir durumdur. Ancak son değişiklik, doçentlik başvurularındaki sayısal artıştan şikayetçi olanların taleplerinin karşılığı olacak görünüyor. Nitekim, neredeyse tüm akademik üretim türlerinin puanlamalarındaki değişimle Clarivate ve Elsevier ürünlerinin önceliklendirilmesi, yayınlar için bekleme süreleri göz önünde tutulursa akademisyenlerin yeni sisteme göre dosya hazırlamaları için uzunca vakte ihtiyaçları olacak. Bu durumun öğrenci ve kurum düzeyinde üniversiteleşmeyi öncelik alanlarından bir tanesi olarak tanımlayan Türkiye yükseköğretim politikaları için anlamı ayrıca tartışılması gereken bir husus. Tabii bilinçli bir şekilde kadro yükselmelerinde bir durulma/yavaşlama talep edilmiyorsa.

Doçentlik kriterlerinde yapılan değişiklik çok sayıda eleştiriye konu edildi. Bunlardan büyük bir bölümü pratikte karşılaşılacak sorunlarla ilişkili görülse de esasında işin mantığı ve dolayısıyla da bilimsel üretime yüklenen anlam ile ilgili.

Örneğin, ülkemizde gerek üniversite düzeyinde gerekse tüm akademiye yönelik 'her disiplinin kendisine uygun bir akademik üretim kültürü bulunduğu' anlayışını yansıtan kriterlerin oluşturulabilmesi her aşamada meşakkatle ilerleyen bir süreç. Ancak unutulmaması gereken bir husus disiplinlerin akademik üretime yönelik akademik tür tercihinden metodolojiye kadar çeşitlenen farklı eğilimler yayın alanında da kendisini gösteriyor. Bu durumun WoS (Web of Sience) merkezli bir evrendeki karşılığı en basit ifadesiyle şu: WoS'taki dergilerin ancak sınırlı bir bölümü sosyal ve beşeri bilimler alanına yönelik yayın yapıyor. Mevcut olan dergilerden siyasi kaygıları bulunmayanları, akademik kliklere hizmet etmeyenleri seçtiğiniz zaman ise alternatifler daralıyor.

Puanlama farklılıkları

2015'te Thomson Reuters'ın açılımıyla kurulan ESCI, firmanın Clarivate'e geçişi sonrasındaki agresif yayılma politikalarıyla ülkemizde de pek çok derginin WoS evrenine girişini sağladı. Ancak kriterlerdeki puanlama farklılıkları nedeniyle adayların 1 WoS –ki tüm WoS indeksleri değil– SCIE veya SSCI yayın çeyreklik dilimi yüksek olan dergi yayını, 0,6 AHCI makalesi ve 0,3 ESCI ve Scopus makalesi ile eşdeğer. TR Dizin ise ESCI ve Scopus'la aynı mesabede. Dolasıyla doçentlik sürecindeki bir adayın işe başlamadan detaylı hesaplamalar yapması gerekli. Sıkça tartışılan çoktan seçmeli soru temelli ölçme-değerlendirme sistemine yönelik eleştirilerin bir benzeri burada da gündeme geliyor. Soru şu: yapacağı yayınları puanlarına göre belirleyen akademisyen, neden düşük puan alacağı TR Dizin tarafından taranan dergilerde yayın yapmak ister? TR Dizin dahası tüm aşamaları kat ettikten sonra bir akademi kültürüne sahip değilse yayın yapar mı?

Artık gelinen noktada, bu tip nicel özellikleri ön plana çıkaran kriterlerin özellikle genç akademisyenlere puan peşinde koşma alışkanlığı edindirme, pragmatist bilim anlayışını yaygınlaştırma, yüksek atıf alacak popülist yayınlar yapma vs. gibi Türkiye akademisine uzun ve kısa vadede pek çok olumsuz sonuçlar doğuracağını dile getirmenin reel bir karşılığı bulunmuyor. Bu hususlar pek çok mecrada dile getiriliyor. Kıta Avrupası kaliteli çalışmaları önceleyen araştırma politikaları üretirken ülkemiz yükseköğretimi sayısal dağılımların, puanlamaların, –pozitivist bilim anlayışının kanıksattığı 'somut' ve 'ölçülebilir' üretimde ısrarcı. Bu ısrarın realize edilmesinde de puanlamalar öne koşuluyor. Asıl sorulması gereken soruyu sormak gerekli. Doçentlik kriterlerindeki puanlamalara göre TR Dizin tarafından taranan dergilerin akademik seviyeleri daha mı düşük? Akademik katkı sağlamak için bir derginin WoS evreninde mi var olması gerekli? Tabii burada WoS'un ana indeksleri kastediliyor, nitekim ESCI ve Scopus'un akademik seviyesi puanlamaya göre TR-Dizinle eşdeğer.

Dergi etki faktörü

Bugünkü WoS'un temeli olan ISI'nin (Institute for Scientific Information) kurucusu, bir bakıma da doçentlik şartlarımızın belirleyicilerinden sayılabilecek olan Eugene Garfield'in akademi dünyasına yapmış olduğu asıl katkı, kütüphanelerin klasik kâğıt temelli fişleme sistemlerini makineleştirme değildir. Etki faktörü (impact factor) olarak tanımladığı temel belirleyicidir. Konu temelli indekslerin temeli de bu belirleyicidir. Bilim tarihi açısından mahiyeti itibariyle akademik platformlarda oluşturduğu heyecan bir kenara bırakılırsa Garfield'in (1955, s. 109) bilimsel yayınlar için bir indikatör olarak tanımlanmasından günümüze kadar yaklaşık 70 yıllık süre içerisinde etki faktörü, akademik üretim kültürünün temel belirleyicisi olmanın ötesinde bir anlam taşımaya başlamıştır. Garfield'in ilerleyen yıllarda yayınladığı metinlerde rahatlıkla izlenebildiği üzere önceleri kişi bazında düşünülen etki faktörü, zaman içerisinde dergi etki faktörüne evrilmiştir.

WoS evreninin temelinde yatan kanunlardan bir tanesi olan Bradford Yasası (Bradford, 1934; Garfield, 1980) bir konuya yönelik yapılan yayınların önemli bir kısmını oluşturan üçte birlik bir bölümünün çekirdek grup addedilebilecek bir grup dergide yayınlandığını kabul eder; kanun ikinci ve üçüncü üçte birlik bölümlerin önem sırasına göre dağılım gösterdiğini öngörür. WoS'un ilk kuruluşundan günümüzde ulaştığı noktaya kadarki davranış biçimleri Bradford Yasası, akademik yazınla ilişkili Lotka ve Price gibi diğer yasalarla bir bütün olarak yorumlandığında ise WoS evreninin temel çekirdek grup addedilen yüksek atıf alan dergileri taraması durumunda akademik nabza hakim olacağı anlamına gelmektedir. İlerleyen yıllarda devreye sokulan çeyreklik dilimler de bu durumun bir uzantısı niteliğindedir. Yorumlama farklılıklarına göre bu durum; WoS tarafından indekslenen dergilerde yayınlar 'kaliteli' bilimin takip edilebilmesi, evren dışında kalan dergilerin ve bu dergilerde yapılan yayınların ise akademik açıdan değersizleştirilmesi anlamına gelecektir.

Etki faktörüne ilişkin diğer ilgi çekici husus, WoS'un çekirdek indekslerinden olan AHCI'nin istisnai durumudur. Bir yayının etki faktörünü saptama, tahmin edileceği üzere beşeri bilimlerin doğasına aykırı bir çabadır. Bu nedenle de AHCI, beşeri bilimler ve sanat alanında yapılan yayınların etkilerinin değil bu yayınlara erişiminin sağlanmasına yoğunlaşmıştır. Ancak bu durum indeksin taradığı dergilerin etki faktörü esasını temel alan SCIE ve SSCI'da yayınlanan makalelerden kalite itibariyle farklılaştığı anlamına gelmemektedir. Ancak ülkemizin yeni doçentlik şartlarında indeksler arasındaki bu farklılık puanlamaya da yansıtılmış, AHCI tarafından taranan dergilerde yayınlanan metinlerin puanı daha düşük tutulmuştur. Bu şekilde yapılan bir puanlama da etki faktörünün kaçınılmaz galibiyeti anlamına gelmektedir. Diğer bir ifadeyle akademik üretime verilen değer, metnin aldığı/alacağı atıf ile ölçülecektir. Akademiyi içerik kalitesi yerine atıf network'u üzerinden tanımlayan bir evreni, akademik yeterlilik şartlarının merkezine yerleştirmek ise ülke genelindeki bilimsel gelişmeleri söz konusu network'u oluşturan firmaların eline bırakmak anlamına gelecektir.

"Atıf al ya da yok ol"

Yüksek atıf almanın temel kriter olduğu bir evrende de doğal olarak popülerleşen konular/yönelimler, yaygınlaşan klikler oluşmaya başlayacaktır. Bu da uzun vadede günümüz akademisinin sıklıkla dile getirilen "publish or perish" (yayımla ya da yok ol) mottosunun "atıf al ya da yok ol" şekline dönüşümü ile neticelenecektir.

Kuşkusuz bu noktada hatırlatılması gereken husus, buraya kadarki yorumların temelde makaleler esas alınarak yapılmış olmasıdır. Malum, akademik türler arasında metodolojik farklılıklar bulunmaktadır. Medya ekolojisi çalışmalarında sıklıkla dile getirildiği üzere her araç taşıdığı mesajı, doğal özellikleri çerçevesinde şekillendirir. Akademik türler de doğalarının el verdiği ölçüde akademik üretime imkân tanırlar. Örneğin, bir makale belirli bir iddiayı/soruyu yanıtlamaya çalışan kompakt bir metinken kitap konuyu geniş kapsamı, farklı boyutları ile ele alan ve konunun ilişkili olduğu varsayılan çerçevesinde değerlendirilmesine imkân tanıyan metinlerdir. Her iki akademik üretim biçimi de farklı araştırma çabaları gerektirirler. Bu durum da doğal olarak sadece üretim süreçlerini değil üretim sürelerini de etkiler. Ancak iyi niyetle ve etik kurallara uygun bir şekilde hazırlanmış olan bir kitap, doğası gereği bir makaleden daha uzun ve yoğun bir çaba harcamayı gerektirecektir. Kriterlerde yer verilen puanlamalara bakıldığında makalelerin puanca üstünlüğü bu anlamda akademisyenlerin artık kitap üzerine çalışmak yerine hedef odaklı kompakt metinlere yönelmesinin istenildiği şeklinde mi yorumlanacaktır? Kaldı ki BKCI (WoS Book Citation Index) kapsamında olmayan kitaplar üzerine zaten çalışmak adaylar açısından zaman kaybı anlamına gelecektir. Bu arada kitap yayım dili olarak da trende uygun bir şekilde İngilizceyi tercih etmek gerekeceğini de unutmamak gerekli. Türk yayınevlerinin WoS'un kitap indeksi olan BKCI tarafından taranır hale gelmesini beklemek ise pek mantıklı olmayan bir alternatif. Ağustos 2023 itibariyle indeksin ana listesinde Istanbul University Press dışında bir yayınevimiz var ise tespit etmek mümkün olmadı. İlgilenenler için: http://wokinfo.com/mbl/publishers/?utm_source=false&utm_medium=false&utm_campaign=false

İndeks ne işe yarar?

Bu noktada asıl sorulması gereken soruyu kaçırmamak gereklidir. İndeks ne işe yarar? Bilim insanlarının bilimsel üretim yaparken çalıştıkları konuya dair yazılmış metinlere ulaşmalarını mı sağlar? Dergilerin/makalelerin erişimi kolaylaştıracak standartlara –genellikle makalenin kısa özetinin bulunması, dipnot/sonnot/kaynakçanın belirli bir düzende oluşturulması vb. formal özelliklere ilişkin bu standartlar tüm indekslerde üç aşağı beş yukarı aynıdır– uygun olmasının sağlanması mıdır? İndekslenen dergilere yönelik bibliyometrik analizlerin yapılarak politika belirleme sürecine katkı sağlanması mıdır? Bilimsel gelişmelerin/akademik yönelimlerin zamana ve mekâna bağımlılık oranlarının tespit edilmesi midir? Akademik networkların kapsam içi ve dışının tespiti midir?

Yukarıda yönlendirilen soruların büyük bir bölümünün yanıtı WoS'un dışında. Nitekim bugün akademisyenler araştırmalarını yürütürken Google Scholar, Academia, ResearchGate gibi arama motorlarına sahipler. Dolasıyla WoS'un en azından ülkemiz akademisyenleri açısından işlevleri bir hayli kısıtlı.

O halde, ikinci can alıcı soruya geçmek gerekli. Madem WoS ve Scopus'un etkinliği akademik kriterlerde kabul ediliyor, TR-Dizin neden var olmaya devam ediyor? TR-Dizin'de yayınlanan makalelere verilen puanlar göz önünde tutulduğunda dergilerin TR-Dizin'in gereken tarama sürecinde gerek arayüzlerinde sürekli karşılaşılan sorunlarını da göz önünde tutarak TR-Dizin yerine eder değeri olan WoS ve Scopus'a yönelmeleri daha akılcı bir çözüm olacaktır.

Tüm bunların ötesinde, puan kaygısıyla akademik dosya hazırlamanın teşvik edildiği, kendi ulusal yayınlarını ikincil/üçüncül sıraya iten, akademinin uluslararasılaştırılmasının iki firma tarafından yönetilen indekslere girmek olarak tanımlandığı, bu dünyada da var olabilmek için Türkçe'nin bir bilim dili olmaktan çıktığı bir akademik evrende ülkemizin bilimsel gelişimi nasıl sağlanacak? Kriterler güncellenirken pratik sorunların çözümünden ziyade öncelikle bu soruya yanıt verebilmeyi başarırsak uzun vadeli ve sürdürülebilir bir yükseköğretim politikamız var diyebiliriz.

Türkiye Yüzyılı vizyonuna ulaşmak için hedefler koyan ülkemiz, ABD borsalarında işlem gören Clarivate şirketinin makale ve kitap indeksine bu denli önem atfederken etrafındaki ülkelere ve aynı dili konuşan Türk Devletler Teşkilatı'nın akademisine ne vaat ediyor?

Türkiye'de bilim yayıncılığını körelterek bilim insanlarımızı WoS editörlerinin bilime yüklediği anlamla sınırlamak ne derece millî? Bu tartışma dar alanda teknik bir mesele gibi görülebilir. Akademik yolculuğunda doçentlik eşiğini aşmış meslektaşlarımız için bir problem teşkil etmeyebilir ancak reyting kaygısıyla popüler konulara eğilmek zorunda kalacak genç araştırmacılarımız için özellikle sosyal bilimler alanında yayın yapmanın bazı bedelleri olduğu muhakkak.

Batı dünyası sosyal bilimler alanında Türk akademisinin belirli temalara yoğunlaşmasını beklemektedir. 1915 tehciri, Kıbrıs meselesi, PKK, DEAŞ, FETÖ gibi meseleleri inceleyen bir sosyal bilimcinin -Türk tezleriyle uyumlu sonuçlar bulması halinde- bu evrendeki dergilerden kabul almasının çok zor olduğunu biliyoruz. Buna karşın toplumsal cinsiyet eşitliği, soykırım, kadına şiddet gibi Türk devletini hedef alan bulgulara ulaşırsanız bu dergilerin editörleri sizinle ilgilenmekte. Çalışmanızın başlığı ve anahtar kelimeleriniz reyting alacaksa eğer WoS editörleri neredeyse minör düzeltmelerle çalışmanıza onay veriyor.

Türkiye'de en keskin Batılılaşma adımlarının sağ iktidarlar eliyle gerçekleştiğini göz ardı etmeyelim. Siyasi irade yerli ve milli söylemleri diri tutarken Ankara'ya hakim bürokrasi ve akademi genellikle Batı'nın tecrübelerini aynen almayı tercih etmiştir. Zaman zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kültürel iktidar meselesi üzerinde sitemkâr konuşmasının sebebi de burada yatıyor aslında. Kendi evreninizi kurmak ve bölgenize rol model olmak için daha çok çalışmak ve kültürel alanı inşa etmek zorundasınız.

Tıp ve mühendislik gibi alanlardan çok sosyal bilimlere dair kritik bir meseleyi gündeme taşıyan bu yazı düşünce dünyamızın kendi kavramlarını yaratmasını, bilginin reytingle değil zamanla kıymetleneceğini, Türkçe bilim üretmenin temel görevimiz olduğunu önceleyen bir akılla kaleme alınmıştır.

Merhum Sosyolog Hüsamettin Arslan 'Epistemik Cemaat' kitabında Batı'da üretilen bilginin Doğu'da takipçileri olduğunu vurgulayarak bunlara 'bilimin eşik bekçileri' derdi.

Akademide bir karar vermek zorundayız. Bilim mi üreteceğiz yoksa reyting kaygısıyla Batı'daki editörlerden onay mı bekleyeceğiz?